Türkiye'nin genleriyle oynanıyor

Adana HiltonSA Otel'de Adana İl Başkanı Figen Toktaş ile partililerle görüşen Abdüllatif Şener, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Türkiye'de yaşanan gelişmeleri değerlendirdi..

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Türkiye'de yaşanan gelişmeler değerlendirildiğinde sistemi çözmeye, dağıtmaya yönelik bir senaryonun var olduğunu iddia edip, "Türkiye'nin genleriyle oynandığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz" dedi.

Hafta sonunda partisinin Adana, Mersin ve Hatay il ve ilçe başkanlıklarının açılışı için Adana'ya gelen ve Adana HiltonSA Otel'de Adana İl Başkanı Figen Toktaş ile partililerle görüşen Abdüllatif Şener, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Savcı ve hakimlerin telefonlarının dinlenmesi ve izlenmeleri konusunda değerlendirmelerde bulunan Abdullatif Şener, gelinen noktayı felaket olarak nitelendirdi.

TELEFONLARIN DİNLENİYOR OLMASI BİR FELAKETTİR
Şener, "Son birkaç yıldır Türkiye'de telefonlarının dinlendiğine ve izlendiğine inanmayan hemen hemen hiç kimse kalmamıştır. Bir ülkenin bu hale sokulmuş olması, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü bir ülkede ekonomi de, düşünce de, bilimsel gelişme de özgür tartışma ortamında gelişir. Eğer insanlar özgürce duygularını, düşüncelerini ifade edemiyorlarsa, dostlarıyla, tanıdıklarıyla özgürce telefon konuşması yapıyorlarsa veya bunu yaptıkları taktirde dinlendiklerine inanıyorlarsa, masumane söyledikleri bazı cümlelerin istismar edilebileceğini düşünerek sansürlü konuşma ihtiyacı duyuyorlarsa, o ülkede sanat da gelişmez, bilim de gelişmez, teknoloji de gelişmez, ekonomi de gelişmez. Bu bir felaket demektir" dedi.

BU FELAKETİN SORUMLUSU HÜKÜMETTİR
Türkiye'de yaşanan felaketin sorumlusunun hükümet olduğunu, bu felaket ortamından kurtulmanın yolunun iktidar yapısının değiştirmekten geçtiğini kaydeden Şener, bu görevin sandıkta vatandaşa düştüğünü ifade etti.

Demokratik açılıma yönelik eleştirilerde de bulunan Şener, bu konunun başta ABD olmak üzere dış güçlerin etkisiyle Türkiye gündemine girdiğini savundu.

'SORUNLAR ABD İLE KONUŞULUYOR'
Türkiye'de aylardır demokratik açılım tartışılmasına rağmen hükümetin açılımın içeriğine ilişkin bir açıklama yapmadığını, sürekli zigzaglar çizdiğini ve ne yapacağını bilmeyen bir görüntü ortaya koyduğunu iddia eden Şener, şunları söyledi: "Zigzaglar sadece ve sadece güvensizlik ortamı derinleştirilir. Süreci tahrip eden, baltalayan, ayrışmayı derinleştiren bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız. Ama şunu da biliyoruz ki; bu konunun gündeme girişi, başbakanın veya hükümetinin inisiyatifiyle olmamıştır. Özgür basın olmadığı için maalesef sözlü ve görsel basında bu konuda ayrıntılı bilgiler çıkmıyor. Yabancı gazeteleri okursanız, orada açıkça görürsünüz ki, bu demokratik açılımın gündeme girişi, dış güçlerin etkisiyle olmuştur. Başbakan ve hükümeti, bürokratları vasıtasıyla başta ABD olmak üzere bazı yabancı ülkelerle bu konuyu bir yıla aşkın süredir, gizli olarak görüşüyor. Aynen bu ifade kullanılıyor. Aradan aylar geçti içeriğiyle ilgili tek bir cümle duymadık. Ama ayrışma, çekişme, kavga, tereddütler, sürekli yaygınlaşmaktadır. Böyle bir süreç yönetimi olmaz. Yönetim ciddiyet ister. Devlet adamlığı, hükümet etmek, önünü görmek demektir. Ne yaptığını bilmek demektir, adımlarını sağlam atmak demektir. Ülkede güven duygusunu pekiştirerek yol haritasını çizmek ve yürümek demektir. Şuanda böyle bir şey görmüyoruz. Ne olup, bittiğini bilmiyoruz.

BABACAN'IN AÇIKLAMASI ÇOK VAHİMDİR
Daha vahim bir şey Sayın Ali Babacan'ın açıklamasıdır. Basın özgürlüğünün olduğu bir ortamda olsaydı, Babacan'ın açıklaması aylarca tartışılırdı. Fakat sadece yazıldı ve geçildi. Diyor ki sayın bakan, 'Bu açılıma biz Çukurca baskınından sonra karar verdik.' Çok yanlış, vahim bir açıklama. Yani bir mağlubiyetin arkasından bari masaya oturduk demek istiyor. Bir hükümet üyesinin böyle bir söz sarf etmeye hakkı da , cesareti de , yetkisi de olamaz. Ama onun ifade etmeye çalıştığı eğer başbakanın ve hükümetinin ne yaptığını anlatmaya yönelikse, çok daha vahim bir tablo var demektir.

Tüm bu gelişmelere baktığımızda, Türkiye'nin genleriyle oynandığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

BU SENARYOYU YÖNETENLER İÇERİDE Mİ DIŞARIDA MI?
Ekonomideki çöküşü, telefon dinlemelerini, kurumlar arası güvensizliği, sürdürülen farklı davaları, demokratik açılımı, Ermeni açılımını, diğer açılımları birlikte değerlendirdiğimizde Türkiye'de sistemi çözmeye, dağıtmaya, ülkenin tüm potansiyelini dağıtmaya yönelik bir senaryonun var olduğunu, birilerinin bilinçli veya bilinçsiz olarak bu senaryonun aktörleri haline dönüştüğünü söyleyebiliriz. Ama bu senaryoyu yazanlar dışarıda mıdır, içerde midir? Bu senaryoyu yönetenler, içerde midir, dışarıda mıdır? Üzerinde çalışılması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum."

Kaç kişi bedelli bekliyor ?







Son olarak uygulandığı 1999 yılından bu yana Türkiye gündeminden bir an olsun düşmeyen bedelli askerlik tartışması, “demokratik açılım” süreciyle birlikte yeniden gündeme gelecek mi?

SAVAŞTA TEMELLİ BARIŞTA BEDELLİ
Beklenti o ki, demokratik açılım beklenen sonuçlarla neticelenirse, terör güç kaybedecek, anneler ağlamayacak ve terörle mücadeleye harcanan milyarlarca lira devlette kalacak. Böylece Türk Silahlı Kuvvetleri de “asimetrik” terör tehdidi yerine, asli görevine, yani dış tehditlere karşı mücadeleye yoğunlaşacak. Ordunun profesyonelleşmesi çalışmalarını yakından takip eden ve bedelli askerlik çıkmasını isteyen yükümlüler ise internet forum sitelerinde buluşup ilgili mercilerde hangi lobi faaliyetlerini yürütebileceklerini tartışıyorlar. Parolaları ise tek: Savaşta temelli, barışta bedelli.

PROFESYONELLEŞME TAM GAZ
TSK’nın 2010 yılıyla birlikte vizyonundaki en önemli konu “profesyonelleşme”. Ama bu, Batı’daki anlayışla “askerlik hizmetinin” bir çırpıda profesyonelleşmesi anlamına gelmiyor. TSK’nın öncelikli olarak atmakta olduğu adım, teröre karşı ön cephede mücadele eden komando birliklerini tamamıyla profesyonel personelden oluşturmak. Vatan hizmetinin profesyonel kadroyla yapılması ise kısa ve orta vadede olası görülmüyor. Genelkurmay Başkanlığı, komando birliklerini profesyonelleştirme çalışmalarını iki yıldır sürdürüyor. Amaç, binlerce şehit veren bu birliklerde devamlılığı sağlamak, böylece hemoperasyonların verimini artırmak, hemde eline ilk kez birkaç ay önce silah almış gençlerin şehit düşmesinin önüne geçmek.

KOMANDOLAR 2010’DA ‘UZMAN’
Vatani hizmetini yedek subay olarak yerine getiren yükümlüler artık komando birliklerinde görev yapmıyor. Er ve erbaşların komando birliklerinde görevlendirilmelerine de 2010 yılı bitmeden son verilecek. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı 5 komando tugayının profesyonelleşmesi 2010 yılı içerisinde
tamamlanacak. Bugüne kadar temin edilen 2 bin 750 uzman erbaş ile komando birliklerinin yüzde 70’i profesyonel hale getirildi. Halen eğitimi devameden 650 uzman erbaşın daha sisteme girmesiyle bu oran Aralık 2009’da yüzde 86’ya ulaşacak. Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı bir Jandarma Komando
Tugayı’nın tamamının profesyonelleştirilmesi çalışması ise 2008 ve 2009 yıllarında tamamlandı. Er ve erbaşların yerini kadroya yeni katılan 872 uzman erbaş aldı. Jandarma Özel Harekât Birlikleri’nin tamamı artık profesyonel personelden oluşuyor.

‘BEDELLİ’ GÜNDEMDE YOK
Peki, komando birlikleri profesyonelleşirken, demokratik açılım olumlu sonuç verip terörün kökü kazınırsa ne olacak? TSK’nın asker ihtiyacı azalıp, bedelli askerliğin yolu açılacakmı? Anayasa’nın 72.maddesi “Vatan hizmeti her Türk’ün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetler’de veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir” diyor. Yurtdışında çalışanların ve kanunda belirli şartları taşıyanların “dövizle askerlik” uygulamasından yararlanması her zaman mümkün. Bedelli askerlik tartışmasının yaşandığı her dönemde,Milli Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı’ndan “Böyle bir uygulama düşünülmemektedir” açıklamaları yapıldı.

BAŞBUĞ: KİMSE EVET DİYEMEZ
Son olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ şunları söyledi: “Bedelli askerlik uygulamasını düşünmemiz söz konusu değil. Önümüzdeki tahminlere dayalı perspektif de bunun pek uygulanma olanağının olmadığını gösteriyor. Bir demoral boyutu var. Terörle mücadele devamettiği zaman kimse bedelli askerliğe evet diyemez. 9 tane vatan evladı şehit oluyor, öbür tarafta 7 bin 500 dolar, 10 bin dolar ödeyerek diğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da askerlik yapmayacak. Bunu biz izah edemeyiz. Türkiye’de askerlik sistemleri çok farklı. Tek tip, daha basit, daha sade, daha objektif bir sistem getirme konusunda ciddi şekilde çalışıyoruz.”

‘BEDELLİ’ 3 KEZ UYGULANDI
Bedelli askerlik konusundaki “ama” ya gelince. Bedelli askerlik daha önce 1987-1989, 1992-1993 ve 1999 dönemlerinde olmak üzere 3 kez uygulandı. Son uygulamanın gerekçesi, 17 Ağustos 1999’dakiMarmara Depreminin ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin bir bölümünün bedelli askerlikten elde edilecek gelirlerle giderilmesiydi. Bedelli askerlik için Genelkurmay Başkanlığı’nın “istek” yapması, TBMM’den de bu doğrultuda bir kanun çıkarılması gerekiyor.

15 MİLYON GENÇ ASKERLİK ÇAĞINDA
Türkiye’de her yıl 14-15 milyon yurttaşın “askerlik çağı” içerisinde bulunduğu, buna karşın yükümlülerin ortalama yüzde 7’sinin bakaya, yoklama kaçağı ve erteleme durumunda oldukları ifade edildi. Halihazırda 1 milyonun üzerinde tecilli, bakaya ve yoklama kaçağı askerlik yükümlüsü var. En büyük nedeni de “Ya bedelli çıkarsa” umudu.

TSK, EN BÜYÜK 6’NCI ORDU
Türk Silahlı Kuvvetleri 700 bin personeliyle, Çin (2.2 milyon), ABD (1.4 milyon), Hindistan (1.3 milyon), Kuzey Kore (1.1 milyon) ve 1 milyonluk Rus ordusundan sonra dünyanın en büyük 6’ncı ordusu. Buna karşın askeri yetkililer, Türkiye’nin güvenlik bakımından sıkıntılı bir coğrafyada olduğuna dikkat çekiyor ve terör asgari düzeye inse de sayının azaltılmasına olanak bulunmadığını dile getiriyor.

VATANİ HİZMETTE ‘TEK TİP SÜRE’
Genelkurmay Başkanlığı “tek tip askerlik” için formül arıyor. Yani yükümlüler için eğitim düzeylerine göre 6, 12 ve 15 aylık sürelerle uygulanan askerlik modellerinin, “eşitlik” ilkesine göre yeniden düzenlenmesi için arayış var. Öğrenildiğine göre tüm üniversite mezunları için bu süre muhtemelen 6-8 ay olacak. Er ve erbaşlar için 15 ay olan sürenin ilk aşamada değişmesi planlanmıyor.

BEDELLİYE KİM NASIL BAKIYOR

TÜRKİYE EMEKLİ ASTSUBAYLAR DERNEĞİ BAŞKANI MUSTAFA EROL:
İster istemez, insanlar arasında ‘falancanın oğlu paraları vardı bedelli askerlik yaptı, bizim paramız yok’ diye kırgınlıklar yaratıyor. Demokratik olgunluğa uygun değil.

TBMM MİLLİ SAVUNMA KOMİSYONU CHP’Lİ ÜYESİ ENSAR ÖĞÜT:
Genelkurmay bunu istemiyor. Terör nedeniyle askere gitmeler azaldı. İleride asker fazlası sağlanırsa bedellinin kesinlikle değerlendirilmesi gerekir.

TBMM MİLLİ SAVUNMA KOMİSYONU CHP’Lİ ÜYESİ FATİH ATAY:
Parası olmayanın askerlik yapması, parası olanın yapmaması adalet anlayışıma uymuyor. Askerlikle ilgili bir düzenleme yapılacaksa, süreler azaltılabilir.

TBMM MİLLİ SAVUNMA KOMİSYONU CHP’Lİ ÜYESİ EROL TINAZTEPE:
Bugünkü şartlar içerisinde gündeme getirilmesi yanlış olur. Çünkü terörle mücadele sürüyor. Bedelli zengin-fakir ikilemi yaratır.

TBMM MİLLİ SAVUNMA KOMİSYONU AK PARTİLİ ÜYESİ MEHMET DOMAÇ:
Şu an için gündememizde olmayan bir konu. Ama terörün asgari seviyeye inmesi sonrasında, asker ihtiyacı azalırsa, bedelli faydalı olabilir.

BEDELLİ İSTEYENLER İNTERNETTE ÖRGÜTLENİYOR:
HAİN DEĞİLİZ, VATANA BORCUMUZU EKONOMİK OLARAK ÖDERİZ
Hepsi 25-35 yaşlarında, işi gücü olan, kimi kariyer yapmış adamlar. Cepleri para görmeye başlamış ama zengin çocukları değiller. Bazıları bekâr, bazıları yeni evli, taze baba. Onları bir araya getiren ortak bir sorunları var: Henüz askerliklerini yapmadılar! Siteler kuruyor, korktukları için internette örgütleniyorlar. Amaçları bedelli askerlik için lobi yapmak. Bugüne kadar gazeteci,milletvekili ve önemli kişilere yüz binlerce mail ve SMS gönderdiler. Her yerde adamları var, istedikleri her bilgiye ulaşıyor, herkesin numarasını, adresini bulabiliyorlar. İstatistiki olarak 5-10 yılda bir bedelli askerlik uygulamasının yapıldığını dikkate alan yükümlüler, nasıl olsa 1-2 yıl içerisinde yine uygulanır diyerek vatani görevlerini erteliyorlar. Bir yandan askerliği ertelerken, diğer yandan bedelli için lobicilik faaliyeti de yürütüyorlar. Günümüzde lobiciliğin en etkili yolu ise internet kuşkusuz.www.bedelliaskerlikistiyorum.com ve www.bedelliaskerlik2009.net gibi pek çok site buluşma noktası.

ANDIÇLANMIŞLAR
Çoğu kapatılmış olan siteler, Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi olarak açıkladığı “takip edilen siteler” arasına bile girdi. İşler durumdaki
www.bedelliaskerim.comsitesinde bedelli bekleyenler için can alıcı bir soru var: Bugün bedelli için ne yaptın?

NEDEN İSTİYORLAR?
Forum sitelerinde buluşanlar kamuoyuna yön veren kanaat önderlerinin bedelli uygulamasını tavsiye eden görüşlerini siyasi parti liderlerine, komutanlara ve köşe yazarlarına kampanyalar düzenleyerek gönderip destek arıyorlar. Türk-İş, Hakİş, TİSK gibi işçi ve işveren örgütlerininEkonomi Koordinasyon Kurulu toplantısında getirdikleri “Bedelli askerlik uygulanırsa, ekonomik kriz aşılır” önerisi gibi. Bedelli bekleyenlerin milletvekillerine yağdırdıkları mektup özetle şöyle: Her gidecek olan asker; devletimize mali olarak da bir yükümlülük olmaktadır. Oysa; Bedelli Askerlik Yasası’nın çıkması durumunda herkes vatana olan borcunu ekonomik olarak da ödemiş olacak. Vatan haini değiliz, terörist değiliz. Sadece hemkendi kalkınmamızda hemde ülkemizin içinde bulunduğu darboğaza elimizden geldiğince merhem olmaya çalışıyoruz. Biz bu vatan için gerekirse canımızı bir saniye bile düşünmeden veririz. İçimizde çocuğu, kurulu bir düzeni olanlarımız çok. Onları bırakıp gitmek, işyerlerimizi kapatmak, her aybaşı bizden ekmek bekleyen insanlara, zaten ekonomik darda olan ülkemize daha büyük bir darbe değilmi?

MİLYONLARIN REFAHI İÇİN
Bedelli Askerlik Yasası çıkmalıdır diyen bizler; zengin kesimde değiliz. Sadece yaşamaya, geçinmeye çalışan insanlarız. Bedelli Askerlik Yasası; bir kişinin değil,milyonların refaha ermesinde rol oynayacak. Bizler dağlara çıkıp teröristlik yapmıyoruz, vatanımızı satmıyoruz, vatan haini değiliz. Sesimizi duymanız, istenen refaha erişmemize büyük bir adım olacaktır.

FACEBOOK'TA KAMPANYASI BİLE VAR
Bedelli askerlik beklentisi olanların son icadı “Facebook” buluşması. Kasım ayı başında kurulan Facebook’taki sayfa tüm katılımcılara açık. Sayfayı hazırlayanlar “Bedelli askerlik için tek yürek olmalıyız” diyerek yola çıktılar. Hızla artan üyeler arasında erkeklerin yanı sıra kadınlar da var.

İSTEMEYEN VAR MI?
Mehmet Mithat (29-Ankara): Bedelliyi herkes ister. İstemeyen mi var. Çünkü işyerinden uzun süreli izin almak büyük sıkıntı. Eğer bedelli askerlik çıkarsa rahatlıkla izin alıp hem vatani hizmetimi yerine getirmiş, hem devlete olan borcumu ödemiş, hem de işimi kaybetmemiş olurum. Üniversitelerden mezun pek çok donanımlı insan, işini kaybetme korkusu yaşadığı için askerlik görevini erteliyor ya da asker kaçağı durumuna düşüyor.

DÖNÜŞTE İŞSİZ KALMAK İSTEMİYORUM
Fikret Özmenteşe (28-Yozgat): İş hayatımı bırakıp üniforma giymek istemiyorum. Vatan için canımız feda ama önce karnımızı doyurmamız lazım. Askerden döndüğümde işsiz bir genç olarak 30 yaşından sonra hayata sıfırdan başlamak Türkiye’nin bu şartlarında çok zor.

ANNEME KİM BAKAR
Mustafa Aydın (28): Ailem beni okutabilmek için her şeyi yaptı ve liseden sonra kalburüstü sayılacak bir üniversitede öğrenime başladım. İkinci yılımda annem felç geçirdi. Belirli bir müddet tedavisiyle uğraştım, babam okul masrafım için inşaatta çalışıyor, evle ilgilenemiyordu. Üniversiteyi askıya alıp 4 yıl hem anneme hem babama yardımcı olmaya çalıştım. İki yıl evvel, tam annem düzeldi derken, babamı kaybettim. Tek çocuğum. Askerlik geldi çattı tabii bu arada. Okuma yazması olmayan bir kadın 69 yaşında o hastane bu eczane, elektrik, su yatırma gibi işleri nasıl becerir? Her gün nasıl odun kırıp sobayı yakar? Tek başına tek evladı olmadan 15 ay nasıl dayanır? Lütfen sesimi duysun birileri. Benim bedelli askerlikten başka şansım yok.

GENELKURMAY'DAN TEŞVİK
Askerlik çağındaki genç nüfusun bir bölümü günlerini bedelli askerlik hayaliyle geçirirken, Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı askerliği özendirici, teşvik edici ve korku duyanları motive edici uygulamalar yürürlüğe koyuyor. Bunlardan başlıcası e-devlet uygulaması. Askerlik çağındakiler artık adres bilgi güncellemesi, son yoklama, celp dönemi tercihi ve yedeklik hizmetlerini internet üzerinden yapabiliyorlar. Milli Savunma Bakanlığı Asker Alma Dairesi’nin internet sitesini ziyaret edenleri ise vatani hizmete teşvik eden şu sözler karşılıyor: “Askerlik dönemi, yaşamınızın en sıcak, en zengin ve anlamlı anlarını barındıracak bir dönemi olmaya adaydır. Emriniz altında görev yapacak olan Mehmetçik ve vatan savunması için emrinize tahsis edilecek silahla birlikte yurdun savunulması görevi, eğitiminizin sonunda silah arkadaşımız olarak sizlere de tevdi edilecektir. Askerlik şubeleri sizlere hizmet için kurulmuştur. Askerlik şubelerini ziyaret etmekten ve iletişim sağlamaktan çekinmeyiniz. Asker ocağının sıcak ve samimi ortamında vatan evlatlarının, Atatürk ilke ve idealleri doğrultusunda eğitilmesi görevinde başarılar dileriz.”

Deniz Feneri'ne Artvin şoku

Artvin Şavşat'ta geçen hafta yaşanan sel felaketinden etkilenenlere yardıma geldiği belirtilen, Deniz Feneri Derneği görevlileri vatandaşların tepkisiyle karşılaştı.

YÜZYILIN SOYGUN HAREKETİ
Kaymakamlık önünde dün toplanan yaklaşık 200 kişi, “Suçlular yargılansın” sloganı attı. Eylemcilerin dağılması sırasında, üzerinde Deniz Feneri Derneği logosu bulunan bir minibüs alana girdi. Kalabalık, tepki gösterdiği minibüse doğru yürümeye başladı. Bunun üzerine araçtaki görevliler kaymakamlığa girdi. Bazı kişiler araç üzerindeki “Yüzyılın iyilik hareketi” yazısına sprey boya ile kapatırken, Deniz Feneri aleyhine de sloganlar atıldı.

ZAHİD AKMAN YARGILANSIN
CHP Konya Milletvekili Atilla Kart ise, Meclis'e verdiği soru önergesinde, eski RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın, Türk Ceza Kanunu'na göre (TCK), Türkiye'de de “resmi belgede tahrifattan” yargılanması gerektiğini savundu.

Akman'ın, Almanya'ya girişinde herhangi bir yasak ya da tedbir bulunmadığı konusunda Alman resmi makamlarının düzenlediği belgede tahrifat yaptığını anımsatan Kart, Akman'ın, bu belgeyi Türkiye'de de kullandığını ifade ederek, savcıları göreve çağırdı.

Deniz Feneri Derneği'ni kapatın gitsin

Geçtiğimiz hafta Artvin Şavşat'taki selzedelere yardım için kente giden Deniz Feneri derneği üyeleri protesto şoku yaşadı. Son yaşanan bu olayın ardından Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna bile isyan etti:
Yeter artık kapatın şu derneği..

ADIMIZ ÇIKMIŞ DOKUZA İNMEZ SEKİZE
Bekledim ki, bir kardeşimiz şu mevzua el atsın da, “farz-ı kifaye” hesabı, vebalden kurtulalım! Ne hikmetse şu saate kadar yazan çizen çıkmadı.
İş başa düştü!.. “Adımız çıkmış dokuza, inmez sekize” limanına demir atsak da, mecburen bigane kalmayacağız. Gelgelelim “mevzu” gerçekten de netameli: Artvin Şavşat'taki selzedelere yardım etmek için yola çıkan Deniz Feneri Derneği görevlileri muhtelif sataşmalara maruz kalmış geçen hafta.

İLK KEZ BİR YARDIM DERNEĞİ PROTESTO EDİLİYOR
Dikkat isterim: İlk kez bir yardım derneği, yardım eli uzattığı insanlar tarafından protesto ediliyor! Nerden baksanız bir acayip hal… Meramımı açıklamadan evvel biraz daha tafsilat verelim: Şavşat Kaymakamlığı önünde toplanan yaklaşık 200 kişilik bir grup hakaretamiz sloganlarla protesto etmiş dernek görevlilerini. Hatta spreyle “defolun” falan yazmışlar dernek aracına. Dernek yetkilileri ne yapmış peki? Ne yapacaklar; “Yardım ve iyilik karşıtı bu insanları, 'iyilik ve insanlık' adına kınıyoruz…” falan demişler.

KAPATIN ŞU DENİZ FENERİ DERNEĞİ'Nİ
İyi, güzel söylemişler; mamafih, benzer şeyleri korkarım ben de onlar için söylemek makamındayım. Yani… “İyilik ve insanlık adına, şu Deniz Feneri Derneği'ni artık kapatın!..” demek istiyorum.

Üstelik “Bir süredir asılsız iddialar ve gerçek dışı söylemlerle miting alanlarından, televizyonlardan ve gazete sütunlarından halkı bu denli yanlış yönlendiren ve bu olayın yaşanmasına sebep olan kişileri kınıyoruz…” şeklindeki tepkilerine hak verdiğim halde!

KİM HAKLI KİM HAKSIZDAN ÇIKTI MESELE
Ne ki, kimin haklı, kimin haksız olmaklığından çoktan çıkmış bir mesele bu. Ona bakarsanız, adı malum tezvirata bulaştırılmaya çalışılan, (mesela) Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Zekeriya Karaman'ın infak parasına, kul hakkı yemenin bu en müstekreh haline tenezzül edeceğine herkes inansa, ben inanmam.

BU SAATEN SONRA DURUM DEĞİŞMEZ
Gelgelelim “Şüyu'u vuku'undan beter!” diye de bir deyim var. Dolayısıyla, hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilemez. Çünkü hiçbir şey olmamışsa da, imaj bakımından “dava” kaybedilmiştir. Mezkur “açıklama” da bunun teyidi zaten. Demem o ki; sabah akşam, Almanya Deniz Feneri'yle alakamız yok dense de, bu saatten sonra durum değişmez…

Yardımlaşma faaliyetleri nihayetinde “gönül” işidir; veren el için de, alan el için de. İşin içine herhangi bir şekilde “gönülsüzlük” girmişse, kimseye “hayr” gelmez o işten. Kardeşin kardeşe yardım etmediği bu çağda, illaki yardım edeceğim diye tutturmak “fitneye” neden olur sadece. Diğer yardım kuruluşlarını töhmet altında bırakmanın yanı sıra, olmadık şeyler getirir insanın aklına.

ADINI DEĞİŞTİRİN BARİ
Sizden yardım istemeyen, dahası, aracınıza saldıran insanlara niçin, “Ne haliniz varsa görün!..” demiyorsunuz? Babalar evlatlarının “nankörlüğüne” tahammül edemezken, hiç tanımadığınız insanların “nankörlüğüne” niçin tahammül ediyorsunuz? Bu nasıl yardım aşkıdır Allah aşkına?! Nasıl bir takvadır ki bu, gördüğünüz muamelenin etkisiyle pire için yorgan yakacağınıza, yollara “yorgan” döşeyip “yardıma” koşuyorsunuz?

Biz alıştık; yardım yapmadan yaşayamayız diyorsanız, diğer yardım derneklerine katılmayı niçin düşünmüyorsunuz? Yok, dernek bizim olacak, biz yöneteceğiz diyecekseniz; o zaman derneğinizin adını değiştirin bari. Bunları söylüyorum diye de, fakire gönül koymayın.

DENİZ FENERİ YÜZÜNDEN YEDİĞİMİZ KÜFÜRLERİN HADDİ HESABI YOK
Kitabın ortasından konuşmuş, kalbinizi istemeden de olsa kırmış olabilirim. Yazık ki yazık, Ahmet Taşgetiren yumuşaklığında veya Fehmi Koru kuşatıcılığında bir “üslubumuz” yok! Lakin hatırımız olsun.
Zira… Deniz Feneri Derneği yüzünden yediğimiz küfürlerin haddi hesabı yok. Ergenekon hakkında her yazdığımızda, “Deniz Fener'ini de yazsana…” yollu sitemlerin ardından gelen küfürlerin bini bir para!

Gerçi aşktan, ölümden, ayrılıktan bahsetsek de durum pek değişmiyor. Ne alakası varsa, “Niçin Deniz Fener'ini yazmıyorsun?..” diyerekten başlıyorlar saydırmaya. Tamam, bu küfürbaz şebekleri iplemeyelim, ama, siz de suyu yokuşa akıtmaya çalışmayın.

Osmanlı'nın APO'su

Türkiye'nin yakın tarih belleği Soner Yalçın, Hürriyet'teki köşesinde Osmanlı'nın Öcalan'ı 'Yane Sandanski'yi yazdı.

OSMANLI MAKEDONU SANDANSKİ
Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun barışçıl çözümüne ilişkin ağustos ayında açıklayacağı “yol haritası” yazılıp konuşulmaya başlandı. Bundan tam 100 yıl önce Osmanlı Makedonu Yane Sandanski'nin de Şark Sorunu'nu çözecek bir reçetesi vardı! Sandanski, Osmanlı sosyalistiydi; dağa çıkmıştı. Ancak bağımsızlıktan yana değildi, çözümü dış güçlerde değil Osmanlı yönetimiyle ittifakta aradı. Bir dönem dağlarda çatıştığı İttihatçılarla masaya oturdu. Ve sonra...

OSMANLI'NIN KAHRAMANIYDI
YANE Sandanski bugün hem Bulgaristan'ın hem de Makedonya'nın milli kahramanıdır. Sandanski'nin adı şehirlere, stadyumlara, okullara verilmiştir. Her iki ülkede de heykelleri vardır. Bir dönem Osmanlı'nın da kahramanıydı.


1908 Temmuz Devrimi (II. Meşrutiyet) gerçekleştiğinde sokaklara çıkan Osmanlıların ellerinde hürriyet kahramanları Enver'in, Eyüp'ün, Resneli Niyazi'nin kartpostalları gibi, bir dönem Osmanlı askeriyle çarpışan Yane Sandanski'nin de fotoğrafları vardı!

Peki Osmanlı sosyalisti olan Yane Sandanski kimdi?..

GERİLLA SANDANSKİ
Tarih 31 Mayıs 1872.

Bugünkü Bulgaristan ile Makedonya arasındaki dağlık Pirin sınır bölgesindeki Vlahi Köyü'nde dünyaya geldi.

Makedonların 17 Ekim 1878'de, Osmanlı'ya karşı ayaklandıkları Kresna Olayları'nın önderlerinden biri de babası İvan'dı.

Osmanlı ayaklanmayı bastırdı; Sandanski annesiyle birlikte yeni özerk olmuş Bulgar Prensliği'ndeki Dupniça'ya kaçtı.

Yoksulluk nedeniyle pek okuyamadı. Amelelik yaptı. Amcasının bürosundaki bir avukatın yardımcılığı görevini yürüttü.

Babası gibi siyasal olaylarla ilgiliydi. Yirmi beş yaşında “Mladost” (Gençlik) derneğine üye oldu. Dernek daha çok Bulgar sorunuyla ilgilendiği için ayrıldı.

Gizli Makedonya Devrimci Örgütü'ne (IMARO) katıldı.

OSMANLI ŞAŞKINDI
Sandanski'nin hedefi Makedonya'nın kurtuluşuydu. Sürekli toplantılar düzenledi; köylüleri örgütledi; Makedonlara silah yardımı için para topladı. 1901'de Amerikan vatandaşı Mrs. Ellen M. Stone'u kaçırıp 14 bin lira fidye aldı. Bu parayla silahlı bir müfreze kurup dağa çıktı.

O artık Bulgaristan'daki Makedon göçmenlerin lideriydi.

Gerilla savaşı yaptı. “Kurtarılmış bölgeler” oluşturmaya başladı.

Makedonya; Bulgar, Yunan, Sırp ve Arnavutların hak iddia ettiği bir bölgeydi.

Osmanlı'ya başkaldıran Sandanski buralardan hep destek aldı.

En büyük desteği de Osmanlı askerleri sıkıştırdığında kaçıp saklandığı özerk Bulgar Prensliği'nden aldı. Kuşkusuz onların arkasında da Rus çarlığı vardı!

Diğer Batılı devletler de seyirci değildi. “Hasta Adam” Osmanlı İmparatorluğu paylaşım masasına yatırılmıştı.

Osmanlı ise şaşkındı. Nereye nasıl yetişeceğini bilemez haldeydi.

“İnsan haklarını ihlal ediyorsunuz” diyen Avrupalıların hışmına uğruyordu.

Diğer yanda...

Daha gerilla savaşını bile bilmiyordu.

Örneğin 1902'de Razlık bölgesi Şarapçı Boğazı'nda Sandanski tarafından pusuya düşürülen Osmanlı neferleri 10 şehit 20 yaralı verdi.

Evet Osmanlı şaşkındı...

SOLCULAR VE SAĞCILAR
Tarih 2 Ağustos 1903.

Makedon Devrimci Örgütü dünya kamuoyunun ilgisini bölgeye çekmek için (kuşkusuz bunda Osmanlı yönetiminin yeni koyduğu ehl-i hayvan ve şahsi verginin de rolü vardı) büyük bir ayaklanma başlattı.

Makedonların bugün hâlâ bayram olarak kutladıkları “İlinden Ayaklanması” Osmanlı'nın çok sert önlemleriyle bastırıldı.

İsyan bastırıldı ama Avrupa'nın bölgeye ilgisi daha da arttı. Ayaklanma Avrupalılara bir fırsat verdi. Osmanlı ile “Mürzsteg Reform Programı” üzerinde anlaştılar. Artık Balkanlar'ın bazı bölgelerinde Avrupalı jandarma güçleri görev yapacaktı!

SANDANSKİ'NİN ÇÖZÜMÜ: BALKAN FEDERASYONU
Avrupa'nın Balkanlara müdahalesi Makedon Devrimci Örgütü'nü böldü.
Yane Sandanski'nin başını çektiği sosyalistler (levitsi), Avrupa'nın Balkanlar'a müdahalesine karşı çıktılar. Makedonya'nın ve tüm Balkanlar'ın emperyalist büyük güçler tarafından paylaşılmak istendiğini söyleyerek; en iyi çözümün Osmanlı bayrağı altında eşit hak ve yükümlülükler ile, anayasal bir sistemde yaşamak olduğunu savundular.

Sandanski'ye göre çözüm; Osmanlı'nın liderliğinde tüm halklarının kardeşlik temelinde bir arada bulunacağı Balkan Federasyonu'ydu.

Örgütün sağ kanadı (desnitsi) ise Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını, Makedonların Bulgarlar ile birleşmesini istiyordu.

Kuşkusuz her iki grup arasında ideolojik ayrılıklar vardı; Sandanski, papazların eteklerinin öpülerek kazanılan zaferin özgürlük getirmeyeceğini söylüyordu. Laik eğitimden yanaydı. Resmi dilin Türkçe olmasını ama bölgesel dillerin de öğretilmesini savunuyordu.

İTTİHAT VE TERAKKİ İLE İTTİFAK YAPTI
Uzatmayayım...
Örgüt içindeki bu iki farklı görüş zamanla silahlı çatışmalara neden oldu. Nisan 1905'te Sandanski'ye suikast düzenlendi, ağır yaralı olarak kurtuldu. Görüşlerinden geri adım atmadı.

Üstelik Makedonları bile şaşırtarak, Osmanlı'nın modernist hareketi İttihat ve Terakki ile ittifak yaptı.

Ve bu nedenle 1908 Temmuz Devrimi'ne coşkuyla katıldı.

Dağdan indi; Selanik'te halka seslendi. Artık kardeşlik, eşitlik ve özgürlük dönemi başlamıştı. O da birçok Osmanlı gibi, Kanuni Esasi'nin yürürlüğe girmesiyle tüm sorunların ortadan kalkacağına inanıyordu.

SAVAŞTIĞI KOMUTANLA AYNI MASADA
Yane Sandanski Temmuz Devrimi'nden sonra bir bildiri yayınladı. “Köle halk efendi oldu” diyen Sandanski, toprak ve vergi reformlarıyla ıslah edilmiş güçlü Osmanlı'nın en büyük destekçisinin bölgesel özerkliğe kavuşacak Makedonya olacağını söyledi.

Temmuz Devrimi'nin sömürgeci büyük Batılı devletlerin yayılmacı oyunlarını bozacağına inanıyordu.

Sandanski, İttihatçılara sunulmak üzere “Nevrokop Programı”nı hazırladı.

İttihatçılar Selanik'teki görüşmeye, daha birkaç yıl önce Sandanski'yle silahlı çatışmalara giren Yarbay Tahsin (Uzer) Bey'i gönderdi.

Toplantılar sırasında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.

Sandanski her ne kadar “Makedonya Makedonlarındır” açıklaması yapsa da Makedonlar, bağımsız Bulgaristan'ın boyunduruğuna girmeye çok hevesliydi.

Sandanski, Sultan II. Abdülhamid ile Kral Ferdinand'ın farkı olmadığını söylüyordu ama artık onu dinleyen Makedon sayısı her geçen gün azalıyordu.

SANDANSKİ İSTANBUL'DA
Birlikten, eşitlikten, özgürlükten bahseden İttihatçılar daha tam iktidar olamadan, İstanbul'da 31 Mart 1909 gerici ayaklanması patlak verdi. Sandanski 1200 kişilik silahlı gücüyle Harekât Ordusu'ndaki Miralay Hasan İzzet Bey'in komutasına girdi; İstanbul'a geldi.

Sandanski İstanbul'daki ayaklanmayı bastırmaya yardım etti ama örgütü içindeki isyana engel olamadı. Bulgaristan'ın bağımsızlığı Makedon Devrimci Örgütü'nü parçaladı. Sandanski, Federal Halk Partisi'ni kurdu.

SUİKAST DÜZENLEDİLER
Bulgarlar kendilerine katılmayan Sandanski'ye suikast düzenlediler. Öldüremediler.

Fakat Bulgarlar Makedonların tamamen kendilerine katılmalarına engel olan Sandanski'yi yok etmeye kararlıydılar.

Ve Sandanski 22 Nisan 1915'te pusuya düşürülerek öldürüldü. Tabancalarını ateşleyenler Makedon Devrimci Örgütü'nün sağ kanat liderlerinden Todor Aleksandrof'un tetikçileriydi. Bizzat emri veren ise Bulgar Kralı Ferdinand'dı.

SONU OSMANLI'DAN FARKLI OLMADI
Halkların kardeşliğini savunan, Avrupalı emperyalistlerin Balkanlar'a girmesine karşı çıkan Yane Sandanski'nin sonu Osmanlı'dan farklı olmadı.

Her ikisi de kaybetti.

Şeyh Said-i Kürdi Nursi RUS AJANIYDI

Adı Nurettin Peker. Balkan Savaşı'nda, Çanakkale Savaşı'nda, Irak Cephesi'nde bulundu. Kurtuluş Savaşı'nın gönüllü subaylarından oldu.
İki kez ağır yaralandı, ölümden döndü. Irak Cephesi'nde esir düştü.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti'nin temeline ilk harç koyanlardan biriydi. Nurettin Peker'in anılarını yazdığı "Tüfek Omuza" adlı kitap Doğan Kitap'tan çıktı.

Kitabın 311'inci sayfasına bir göz atalım: "Kastamonu Valisi Ahmet Avni Doğan'dan aldığım gizli emir üzerine, kendisini daha önce askerden tanıdığımdan, Kastamonu'ya sürgüne gönderilen Şeyh Said-i Kürdi (Nursi) ile eski dost olarak görüşmeye başladım. Çünkü müftüler tarafından verdirilen vaazlar kimi zaman yeterli olmuyordu. Bu vaizler hala cemaate göre konuşuyordu ve Şeyh Said-i Kürdi'nin Nurcuları hala faaliyetteydi. Ruslar! Ruslar! Ah! Ruslar!

O MOSKOVA'DA GÖREVLENDİRİLDİ
Bu kişi babamın da arkadaşıydı ve 1. Dünya Savaşı'nda cephede benimle de beraber savaşmıştı. O Ruslara, ben İngilizlere esir düştük. 'O Moskova'dayken görevlendirildi' derim ben! O ise 'Kaçtım Rus hainlerden' der. Tarih ve devletimiz ne der?

TEŞKİLAT-I MAHSUSA'DANDI
Ben, 1916-1918 yılları arasında Kürtlerin yaşadığı Kuzey Irak, Batı İran ve bizim Osmanlı devletinin güneydoğusunda İngilizlerle, Ruslarla, Ermenilerle bunların aldatıp isyan ettirdikleri Kürt aşiretleri ve Şii asi Arap aşiretleriyle savaştım. 30 ekim 1918'de Dicle grubuyla Musul petrolünü teslim etmemiştik. Ben esir olmuştum. Peki Said-i Nursi neden bizim geçit bölgeden olarak gidip faaliyet yapmadı? Yapabilirdi çünkü gizli örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa'dandı.

SEN GİZLİ GÖREVİNİ YAP OĞLUM
Kendisiyle beş yıl boyunca görüştüm ama bana açılmazdı. 'Sen gizli görevini yap oğlum' derdi. Daha çok savaş anılarımızı konuşarak görüşürdük. Balkan Savaşı, Hamidiye Alayları, Edirne Olayı gibi özel görüşmeler yapardı.

BU KONUDA RAPORLARIM VAR
Kendisine Kastamonu sevenleri tarafından her öğün tepsiyle yemek getirilirdi. Çamaşırlarını yıkayan hizmetçisi de eski bir Kürt subayıydı.
Bu konu hakkında yazı ve raporlarım vardır. Allah rahmet eyleye..."

Nurettin Peker'in anılarında Said-i Nursi'ye ayırdığı bölüm bu kadar. Görünen o ki devletin istihbarat birimlerinde Said-i Nursi'nin "Rus Ajanı" olduğuna dair raporlar vardı.

Avrupanın 50 büyük yalanı

Mustafa Armağan'ın son kitabı “Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı”, Avrupa hakkında bilinen resmi tarihin sınırlarını altüst edecek tezlerle yayımlandı. Kitap, Avrupa'nın gerçeklik olarak ortaya sürdüğü bilgilerin, aslında hiç de doğruluk taşımadığını, bilakis kendi imajını koruma altına almak için sürekli gündemde tutulan uydurmalar olduğu iddiasını taşıyor.


Tarihi olayları kendine has üslubuyla inceleyen, belgelere ve arşivlere dayalı araştırmalarıyla Osmanlı tarihi, yakın tarih, şehircilik üzerine kitaplar ortaya koyan Mustafa Armağan, bu kez üslubuna hafif bir ironi de katarak, Avrupa'yı karşısına alıyor. Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı'nda, Batı etrafında efsaneleşmiş, bir mit haline gelmiş inanışları, yine o bilindik kuşkucu yaklaşımıyla yeniden sorguluyor. Kitabın giriş bölümünde, bu çalışmayı ortaya koymasındaki en önemli unsurun hayret etmek olduğunu söylüyor.

Artık bir dogma haline gelmiş bilgilere dahi kuşkuyla yaklaşmanın mümkün olduğuna, insanın hayret edebilme melekesini sürekli diri tutması gerektiğine vurgu yapıyor Mustafa Armağan. Hayret etmek insanı düşünmeye kışkırtan bir özellik. Düşündükçe de insan kendisine doğrultulan ne kadar fikir varsa, onları almadan önce bir sorgulama yoluna gider. O zaman nasır tutmuş ne kadar "gerçek" varsa yeniden tartışmaya açılır, yeniden o gerçeklere isimler verilir.

Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı beş bölümden oluşuyor.Avrupa Bilmecesi, Avrupa'nın Yalanları, Amerika'yı Kim Keşfetti?, İflas Eden Tanrıça ve Çağdaş Bilimsel Mitoloji. Kitabın ilk kısmında uzunca Avrupa'nın coğrafi aidiyeti tartışılıyor. Ardından İslam medeniyetinin, tarihi, kültürel açıdan Avrupa üzerindeki etkilerine sözü getiriyor Armağan. Bu satırlarda daha çok, Avrupa'yı bilimsel açıdan "ayrıcalıklı" kılan buluşların kaynağında yatanın İslam sanatı olduğu tezini sunuyor.

Diyor ki: "Avrupa ve İslam ilişkileri, 'Doğu-Batı Çatışması' veya 'Uygarlıklar Çatışması' şeklinde düşmanlık çerçevesinde yeniden üretmek yerine, alış-veriş ve etkileşim ağının temasları ve temassızlıklarının diyalektiği noktasında ele alınmalıdır. Daha doğrusu, Küresel Tarih'in yakın unsurlarının etkileşimleri şeklinde.

Eğer Gotik mima-rinin İslam'ın eseri olduğunu ya da Venedik'teki San Marco meydanının mimari dizaynının Şam'daki Emevi Camii çevre düzenlemesinden etkilendiğini; Müslümanların Avrupa'ya İspanya ve Portekiz kanalıyla sadece bilimsel ve felsefî abideleri değil, aynı zamanda sulama teknikleri ve tarım yöntemlerini de miras bıraktıklarını, daha önemlisi, 'polity', yani birlikte yaşama pratiğini bir tohum olarak diktiklerini görmezden gelirsek, ne Avrupa'yı, ne de "biz"i anla-ma imkânını bulabiliriz.

Bugün Avrupa'nın 18. yüzyıldan bu yana içine girdiği 'kısa devre'nin tamiri de İslam'la yeniden yüzleşerek mümkün olacaktır. Çarpıtılmış geçmişin salimen hatırlanmasıyla elbette…"

Yine bu bölümde Osmanlı'nın kendini Batı'ya kapattığı iddiasına bir karşılık veriyor yazar: "Osmanlı'nın kapılarını Avrupa'ya kapadığı söylenir. Bu lafları edenler nedense 'dil oğlanları'nın varlığını unuturlar. Tercüman olarak istihdam edilen dil oğlanları Hıristiyan kökenlidirler; kabiliyetli olanlar saraya alı-nır, orada bir Osmanlı olarak eğitilir ve yönetimi Avrupa ahvalinden haberdar ederlerdi. Mesela Macar kökenli olup Murat adını almış bir dil oğlanı, entelektüel ilgileri de gelişmiş biri olmalı ki, Romalı filozof Çiçero'nun De Senectute adlı eserini Türkçeye çevirmişti. Hem de ne zaman? Daha 16. yüzyılda!" sözleriyle büyük bir yalanı ifşa edip, örnekleme yoluna gidiyor.

Söylemin kendisinin zamanla bir gerçekliğe dönüşmesi meselesi üzerine kurulmuş bir kitap bu. Tarihin akışı içerisinde insanların nalıncı keseri gibi ellerinde imkân oldukça olayın aslını, menfaatleri gereğince bir gerçeğe yonttukları görülmüştür. 19. yüzyılda Avrupa'nın ekonomik istikrarı, bilime, sanata yansımış bu da Avrupa dışı toplumların üzerinde yeni ve yersiz söylem hakkına dönüşmüştür. Mustafa Armağan'ın da belirttiği gibi söylemin kendisi olup bitenleri yutuyor. Gerçekten varolmuş hadiselerin mahiyetine bakmaktansa, Avrupa dışında kalmış toplulukların psikolojik bir yenilmişliğin getirdiği duyguyla söylemin kendisine aldandığını görüyoruz.

Yunan Medeniyeti:
Romalı romantiklerin icadı
Kitabın ikinci bölümünde Yunan medeniyetinin Romalı romantikler tarafından icat edilen bir şey olduğunu, Manga Carta Sözleşmesi'nin bilinenin aksine ilk demokrasi metini olmadığını, o sözleşmenin düpedüz demokrasi adına bir gericilik olduğunu, Rönesans'ın ve devrimlerin zannedildiği gibi içlerinde bulunduğu toplumları refaha kavuşturmadığı tezleri tartışılıyor.

Kitabın son bölümlerinde bilimsel atılımların ve bilim adamlarının kaynaklarının doğu toplumlarında yaşamış bilgelerden alındığını savunuyor Mustafa Armağan. Kitabın en önemli özelliği de her yazının sonunda bir kaynakçanın olması ve iddia edilenlerin ekseriyetle Batılı bir bilim adamının yazdıklarından referansla söyleniyor olması. Kitabın belli kısımlarında da buna değinen Armağan, "Bunu biz söyleseydik adımız gericiye çıkardı." yollu ifadelerle, savunduğu tezlerde yalnız olmadığına dikkati çekiyor. Kitabın son kısmında harita çizimi hakkında da görüşlere yer veriyor yazar.

Haritaların masum olmadığını, Avrupa'nın emperyalist zihninin harita çiziminde de sürdüğünü ifade ettikten sonra "Kendi toprağını bir yarımada iken bir kıta olarak görüyor da Avrupalı, kendi sözde 'kıta'sının toplam nüfusundan çok daha kala-balık bir 'ülke' olan Hindistan'ı neden 'yarımada' konumuna layık görüyor dersiniz? Ya dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olan Çin neden bir 'ülke'dir sadece de onun onda biri kadar nüfusa sahip olan Avrupa, Avrasya'nın geri kalanına denk bir 'kıta' olarak resmedilir haritalarda?" diye soruyor.

Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı, şimdiye kadar okuduğunuz Armağan kitaplarının paralelinde, tartıştığı meseleler gereği ironiye kaçan üslubuyla sürekli el altında bulunacak önemli bir kitap. Çünkü hem gündelik meseleler hem de ilmi araştırmalarda bir çıkmaz olarak karşımıza iki Avrupa çıkıyor. Bir fikrin savunduğunu, diğeri hakir görürken ortada nefes tüketilen meselenin sonucu tuzla buz oluyor.

Başta da dile getirildiği gibi hayret makamına varmak, düşünceyi perçinler. Perçinlenen düşünce de önümüze sürüleni kabul etmede bizi uyarır, yol gösterir. Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı da bize bu açıdan zenginlik katacak satırlarla dolu.

Akman artık RTÜK başkanı değil

Bülent Arınç'ın Deniz Feneri iddiaları nedeniyle "Yıprandı" dediği Akman'ın RTÜK Başkanlığı'nda süresi doldu, üyeliği 2013'te bitecek.

İKİ GÜN SONRA YENİ BAŞKAN SEÇİLECEK
Deniz Feneri soruşturması nedeniyle zor günler geçiren ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın, "görevden ayrılması gerektiğini" söylediği RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın görev süresi dün sona erdi. Kurul, iki gün sonra toplanarak yeni başkanını seçecek.

Başkanlık için Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı iken Başbakanlık danışmanı kadrosuna alınan RTÜK Üyesi Prof. Hasan Tahsin Fendoğlu en güçlü aday olarak gösteriliyor.

YENİ ÜYELER BAŞKAN SEÇECEK
Zahid Akman'ın RTÜK üyeliği ise 2013'te sona erecek. RTÜK'te üyeler Davut Dursun, Paşa Yaşar ve Şaban Sevinç'in de görev süreleri doldu. Bu isimlerin yerine TBMM Genel Kurulunda yapılan gizli oylamayla, AK Parti kontenjanından; Davut Dursun ve Hasan Tahsin Fendoğlu, MHP kontenjanından da Esat Çıplak seçilmişti. Görevlerine yarın başlayacak olan yeni üyeler, ilk iş olarak başkan seçecekler.

YIPRANDI
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bir televizyon programında, Akman'a, "Halk nazarında RTÜK Başkanı ile ilgili olarak Deniz Feneri bağlantısı artık kurumları yıpratır hale gelmiştir. Ben sizin görevinizden ayrılmanızı istiyorum. Ayrılsanız iyi olur" dediğini, Akman'ın da kendisine, "Ben de aynı kanaatteyim" karşılığını verdiğini söylemişti. Akman ise istifa etmek yerine görev süresinin dolmasıyla birlikte başkanlık için aday olmayacağını açıklamakla yetinmişti.

Öcalan: BENİ ÖLDÜ BİLİN

DEMOKRATİK Toplum Partisi'nin İstanbul'da başlattığı 'Barış Yürüyüşü' bugün Van'da devam etti. DTP Genel Başkan Yardımcısı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna, Başbakan Erdoğan'a yaptıkları randevu talebini değerlendirdi.
ÖCALAN'IN YOL HARİTASINI ANLATTI

Ayna Van'da Öcalan'ın yol haritasına da değinerek, “Sayın Öcalan, avukatları aracılığı ile herkesin düşüncelerin istiyor. Kürtlerin, Türklerdin düşüncelerini istiyor. 'Kamu kurumları, köşe yazarları, bunların düşüncelerini bana ulaştırın. Ben onların düşüncelerinden yola çıkarak bir yol haritası ortaya koymak istiyorum' diyor” dedi.
DTP'LİLER KORUDU
DTP'nin başlattığı 'Barış Yürüyüşü' bugün Van Jandarma Kolordu Komutanlığı yakınlarında başladı. Barış yürüyüşüne DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Demir Çelik, DTP Van Milletvekilleri Fatma Kurtulan, Özdal Üçer, Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş, Batman Milletvekili Bengi Yıldız, Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır'ın yanı sıra yaklaşık 3 bin kişi katıldı. Herhangi bir olayın çıkmaması için de DTP birçok kişiyi görevlendirdi. Yürüyüş sırasında orduevinin önünden geçen kalabalığın herhangi bir taşkınlık yapmaması için de DTP'nin görevlendirdiği görevliler kol kola girerek sıkı önlem almaları dikkat çekti. Polis de aynı noktada güvenlik önlemi aldı.

Yürüyüş, yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bulunan Beşyol Mevkii'nde sona erdi. Kalabalık yürüyüş boyunca, Kürtçe 'Biji Serok Apo' (Yaşasın Apo) sloganları attı. Genel Başkan Yardımcısı Ayna, burada DTP'nin seçim otobüsü üzerine çıkarak konuşma yaptı. Ayna, özgürlük ve demokrasi taleplerinin olduğunu söyledi, tüm kesimleri sorunların çözümüne çağırdıklarını belirtti. Ayna şöyle konuştu:

BAŞBAKAN'A BARIŞI ANLATACAKTIK
“Hep dedik ki; çözümü öldürmekte aramayın. Çözümü diyalogda, barışta ve demokraside arayın. Seçimlerden önce bazı çalışmalarımız oldu. Bu barışa ve demokrasiye olan çağrı çalışmalarımız kısmen cevap buldu, kısmen de bulmadı. Özellikle Başbakandan randevu talebimiz, hepinizin bildiği gibi kabul edilmedi. Seçimlere 2 ay kala PKK bir eylemsizlik kararı aldı. Dedi ki; 'Seçimler daha sakin bir ortamda geçsin diye ben elimden geleni yapmak istiyorum. Bu halkın iradesi seçime özgürce yansıyabilsin diye ben öldürülüyor olmama rağmen, operasyonlara rağmen, eylemsizlik kararı alıyorum' dedi. Seçime 1 ay kala eylemsizlik kararı resmi olmasa da, resmen bunun açıklaması yapılmış olmasa da, gayri resmi olarak cevap buldu. Operasyonlar da durdu. 29 Mart seçimlerinden sonra bu halkın büyük çalışması ve çabası sonucunda, büyük bedeller ödemesi sonucunda, DTP sandıktan bu halkın iradesi olarak çıktı.”

KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTİYORUZ
Ayna, Cumhurbaşkanı Gül'ün 'Kürt sorunu Türkiye'nin temel sorunudur. Çözülmelidir' dediğin de hatırlatarak, “Başbakanlığım döneminde acemiydim. Aslında o dönem bir şeyler yapabilirdim, ancak yapamadım' dedi. Yine Başbakan bir açıklama yaptı. Dedi ki; 'Niyetimiz iyidir. İyi niyetliyiz. Kürt sorununu çözmek istiyoruz' dedi. Hem siyasi hem de askeri operasyonlar devam ediyor olsada, biz Cumhurbaşkanı ve Başbakanın o bir cümlesinden yola çıkarak barış, demokrasi atağı başlatmak istedik. 'Niyetiniz iyi, madem Kürt sorununu çözmek istiyorsunuz' dedik biz de bunun yolu diyalogdan geçer' dedik. Başbakanla görüşebilseydik barışı anlatacaktık. Onları barışa, demokrasiye ve çözüme çağıracaktık. Barışın anlamını anlatacaktık” dedi.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEZSE BENİ ÖLDÜ BİLİN
DTP'li Ayna, cezaevindeki bölücübaşı Öcalan'ın avukatları aracılığıyla illettiği düşüncelerini ise şöyle açıkladı: “Öcalan, talepler istiyor ve herkesin düşüncelerin istiyor. Kürtlerin, Türklerin düşüncelerini istiyor. Avukatlarına da 'herkesin düşüncelerini bana iletin' diyor. 'Kamu kurumları, köşe yazarları bunların düşüncelerini bana ulaştırın ben onların düşüncelerinden yola çıkarak bir yol haritası ortaya koymak istiyorum' diyor. O yol haritasından sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti halen çözümsüzlükte ısrar ederse, halen operasyonlarda ısrar ederse ben 10 yıldır burada elimden geleni yaptım, barışın, çözümün gelişmesi için, insanların ölmemesi için elimden geleni yaptım. Bunlar olmazsa susacağım, 'beni öldü bilin' diyor. Bu bizi endişelendiriyor. Operasyonlar durmazsa bu savaşın devamı demektir. Bu kararı vermiş olan da
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır” dedi.

Akman'a RTÜK'ten suç duyurusu

RTÜK Daire Başkanı ve Uzman Denetçi Cengiz Özdiker, RTÜK Başkanlığı görevi bugün sona eren ancak RTÜK üyeliği devam eden Zahid Akman hakkında, RTÜK Başkanlığı döneminde resmi evrakta sahtecilik, görevi kötüye kullanmak, kanunları uygulamamak, denetim görevinin ihmali gibi suçları işlediği iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Özdiker, suç duyurusunda şu iddialara yer verdi:

- Şahsımla ilgili bir belgede oynanmış, resmi evrakta sahtecilik suçu işlenmiş, bu yolla mahkemeler aldatılmak istenmiştir. Şöyle ki; Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında edindiğim; Üst Kurul'un 20.04.2006 tarihli ve 27 Sayılı toplantısında alınan 2 Nolu karar 3 kez farklı olarak yazılmış ve RTÜK Başkan ve Üyelerince imzalanan örneğin dışında farklı olarak Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na beyanda bulunulmuş ve Kovuşturmanın yürütüldüğü Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimliği'ne de yazılı beyanda bulunulmuştur.

- Akman'ın başkanlığı döneminde RTÜK'ün gelirleri kısmen toplanmayarak görev kötüye kullanılmış, kanunun açık emirleri uygulanmayarak yönetim ve denetim görevi ihmal edilmiştir.

- Reklam ve sponsorluk gelirlerinin tahsilatında bir Üst Kurul kararıyla kamu zarara uğratılmıştır. Yıllardır tüm yayın kuruluşları tarafından reklam geliri olarak beyan edilen ve bunun üzerinden Üst Kurul payı ile Eğitime Katkı Payı olarak ödenen gelirler Üst Kurula beyan edilmemeye, ödenmemeye başlanmıştır.

-Kamu gelirlerinin tahsilat, tasarruf ve harcanmasında görev kötüye kullanılmış, kanun, yönetmelik ve genelgeler uygulanmayarak suç işlenmiştir.

- Tahsil olunan parasal kaynakların, banka faiz ve tasarruf işlemlerinin yürütülmesi işi/görevi hukuka, yasaya ve mevzuata aykırı bir eylem yoluyla gerçekleştirilmiştir.

-RTÜK'de kanunlarla verilmemiş bir yetki kullanılarak, devlet veznesine girmesi gereken bir tutar, esasen kimin karar ve iradesiyle olduğu bilinmeden bütçe dışında tutulmakta ve kullanılmaktadır.

-RTÜK'ün 3984 sayılı Kanununa 4756 sayılı Kanunla 2002 yılında eklenen Teftiş Kurulu Başkanlığı kurulmasına ve bu birimin başına “Müfettiş” bile olmayan bir görevlinin getirilmesine karşılık Teftiş Kurulu Yönetmeliği halen ve kasten çıkartılmamış, yıllardır kurum içi denetim yapılmamıştır.

-RTÜK adına yapılan tüm kamu harcamalarının, büyük alım ve onarım giderleri ile kişisel ve kurumsal seyahat harcırahlarının beyan, uygulama ve tahsilatlarında hukuka aykırı iş ve eylemlerde bulunulmuştur.

-RTÜK frekans ihalesini de yapamamış, bu yolla da kamu zararına yol açılmıştır.

Cengiz Özdiker, suç duyurusu metninin ekinde çeşitli doküman ve belgeleri de Cumhuriyet Başsavcılığına sundu.

Askere sivil yargı yolu Anayasa'ya aykırı


Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına olanak sağlayan yasanın, Anayasa'nın 145. maddesine aykırı olduğu iddialarıyla ilgili olarak, “Biçimsel olarak baktığımız zaman bir aykırılık olmadığını kimse söyleyemez ama Anayasa Mahkemesi nasıl değerlendirir, onu bilemiyorum” dedi.

Ankara Barosu'nun 85. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Türkiye Barolar Birliği'nde verilen resepsiyona katılan Gerçeker, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Gerçeker, “askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarına ilişkin düzenlemeye yönelik değerlendirmesinin” sorulması üzerine, daha önce bu konuyla ilgili açıklama yaptığını anımsattı. Bu tür değişikliklerin tartışılıp, değerlendirildikten sonra yapılabileceğini ifade eden Gerçeker, CHP'nin düzenlemeyle ilgili Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunduğunu, Yüksek Mahkeme'nin konuyu değerlendireceğini belirtti.

Gerçeker, “Bu tür değişikliklerin, mutlaka ilgili kurumların görüşleri alınarak yapılması gerekir. AB müktesebatına uygun değişikliklerin yapılması gerekiyor. Buna karşı değiliz, AB'ye girmeyi arzu ediyorsak bunları yapmamız gerekiyor. Yargı reformu yapılmasını biz de istiyoruz. Yargı reformuyla ilgili çalışmalarımız var, hükümetin de çalışmaları var. Bunların hep birlikte yürütülmesi gerekir.” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de düzenlemeyi onaylarken belirli çekinceler ortaya koyduğuna işaret eden Gerçeker, “Bu sıkıntıların olmaması için yasaların çok iyi düşünülerek yapılması gerekiyor. Yasalaşma prosedürü belli kurallara bağlıdır. Bu kurallara uyulsaydı zaten bu sıkıntılar ortaya çıkmazdı. Bu tartışmalar da olmazdı. Elbette iktidar ve muhalefet görevini yapacak. Demokrasiye inanıyorsak, demokrasi var diyorsak bunlar olacak. Kimsenin kimseye bir şey deme hakkı ve yetkisi yok” diye konuştu.

Gerçeker, bir gazetecinin, “Düzenlemenin Anayasa'nın 145. maddesine aykırı olduğu söyleniyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, bir aykırılık söz konusu mu?” sorusuna da şu yanıtı verdi:
“Elbette şimdi bunu bütün hukukçular kabul ediyor. Biçimsel olarak baktığımız zaman bir aykırılık olmadığını kimse söyleyemez ama Anayasa Mahkemesi nasıl değerlendirir, onu bilemiyorum. Bütün bunların tartışılıp, değerlendirilmesinin gerekmesi nedeni de o. Mesela, Anayasa değişikliğiyle birlikte yapılsaydı bunlar, o tartışmalar da ortadan kalkardı. Şimdiden bir şey söylemek istemiyorum. Orada değerli arkadaşlarımız var. Onlar elbette en iyi şekilde değerlendirecektir.”

Kuzey Irak Türkiye'nin olacak

Dün gazetelerde kendine önemli yer bulanKürt yetkililerin Türkiye'ye katılma isteğine dikkat çekilen rapor bugün Hürriyet yazarı Ertuğrul ÖZKÖK'ün de gündemindeydi. Özkök, Özal'ın "20-30 yıl içinde Gürcistan, Nahcivan ve Kuzey Irak, Türkiye'nin arka bahçesi olur" tezini hatırlattı.

Biz önceki gün bu haberi atlamışız
KUZEY Irak, Türkiye'ye bağlanır mı? Eğer konuşulacak bir haber istiyorsanız, işte tam budur.En entellektüel kulüpten kahvehane köşesine kadar konuşulacak bir haber. Dün birçok gazetenin manşetinde bu haber vardı.Dünyanın önemli düşünce kuruluşlarından biri son raporunda "Bazı Kürt yöneticiler", Kuzey Irak'ın Türkiye'ye bağlanabileceğini yazmış.

Düşünebiliyor musunuz, Musul ve Kerkük, Türkiye'nin bir eyaleti.Bunu söyleyen kim? "Adını açıklamayan bir Kuzey Irak yetkilisi..."İnsan merak ediyor, konuşan kişi gerçekten yetkili mi değil mi? İtiraf edeyim, biz önceki gün bu haberi fazla önemsememişiz. Hatta, "Atlamışız" bile diyebilirsiniz.Dün gazetelerin manşetinde görünce, biraz geriden gelip olayla ilgilendim.

Kimmiş bu yetkili
Bölgeyi en iyi bilen gazetecilerden biri Cengiz Çandar.Onun yazısını dikkatle okudum. Çandar, söz konusu raporu kaleme alan Uluslararası Kriz Grubu'nun Irak ve Ortadoğu sorumlusu Joost Hilterman ile konuşmuş. Ona direkt olarak, "Size bunları söyleyen Kuzey Iraklı yetkili kim" diye sormuş.O da adını vermiş. Çandar konuşan kişinin adını açıklamıyor.Ama bu kişinin kimler olmadığını yazıyor.

Bu sözleri kimler söylemedi
"Bu sözleri söyleyen ne Celal Talabani, ne Mesut Barzani, ne Neçirvan Barzani, ne de bir ay içinde onun yerini alması beklenen Barham Salih. Üstelik o atıf yapılan sözler, yaklaşık bir yıl önceki bir görüşmede bir fikir egzersizi bağlamında söylenmiş."

"Iraklı Kürtler Türkiye'ye katılmak istiyor" heyecanına gerek yok
Dolayısıyla Çandar'a göre, "Iraklı Kürtler Türkiye'ye katılmak istiyor" gibisinden özel bir heyecana vesile olması gereken bir durum yok. Bütün bunların dışında, şu sıralarda, Türkiye ile Kuzey Irak Kürtleri arasında, dışarı pek yansıtılmayan ciddi sorunlar varmış. Birkaç gün önce Erbil'deki Kürt parlamentosu, "Kürdistan Bölge Yönetimi Anayasası'nı" kabul etmiş.

Durum öyle bir noktada değil
Anayasa, Eski Musul vilayetinin kapsadığı toprakları, Kürdistan toprağı olarak kabul ediyormuş.Yine Cengiz Çandar'ın yazısından okuduğuma göre, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçtiğimiz pazar günü ABD Başkanı Obama'yla bir telefon konuşması yapmış ve Türkiye'nin rahatsızlığını dile getirmiş. Anlayacağınız durum, öyle "Kürtlerin, biz gelip size bağlanalım" diyeceği bir noktada değil.

Gürcistan, Nahcivan ve Kuzey Irak, Türkiye'nin arka bahçesi olur
Ancak, Kuzey Irak'ın Türkiye'ye bağlanması, hepimizin ağzına sakız gibi yapışacak bir konu.İnsan inanmasa bile hemen bu konuda fikir yürütmeye başlıyor. Bu haberleri okuduğum zaman rahmetli Turgut Özal'la yaptığımız bir sohbet aklıma geldi. Özal, "Olaylar bu şekilde gelişirse, önümüzdeki 20-30 yıl içinde Gürcistan, Nahcivan ve Kuzey Irak, Türkiye'nin arka bahçesi olur" diyordu.

Ama aradan geçen zaman, bu tezi zayıflattı
O tarihlerde Gürcistan'ın başında Şevardnadze vardı.Şevardnadze ABD ziyareti sırasında verdiği bir demeçte, "Gürcistan, Rusya'nın güney ucu değil, Türkiye'nin kuzey ucudur" demişti. Ama aradan geçen zaman, bu tezi zayıflattı.Putin bir hareketle, bu tezi belki de çok çok uzaklara attı.Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra Kuzey Irak, bu teze çok yakın bir noktaya gelmişti.Hatta o günlerde Kuzey Irak'ta Türk Lirası'nın resmi para birimi olarak tedavüle sokulması bile gündeme gelmişti.Ancak Türkiye Merkez Bankası bu fikre karşı çıktı ve proje gerçekleşmedi.

Özal'ın tezi er veya geç gerçekleşecek
Şimdi realite bizi nereye götürüyor? Bana göre, rahmetli Özal'ın tezi er veya geç gerçekleşecek.Türkiye bu bölgede giderek en kuvvetli cazibe merkezi haline geliyor. Ben, psikolojik sorunların aşılması halinde Ermenistan'ın bile er veya geç Türkiye ile gevşek sınırlara sahip bir ülke haline geleceğine inanıyorum.

Kuzey Iraklı Kürtler için de görüşüm budur. O nedenle Uluslararası Kriz Grubu'nun raporunda ortaya atılan bu görüş, belki kısa süre için bir anlam taşımıyor ama, uzun vadede mutlaka konuşacağımız bir konu olacaktır.

Türkiye'nin yeni bir başlangıca ihtiyacı var

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ''Memleketin en namuslu, dürüst insanlarına en ağır muameleler reva görülürken, yolsuzluklara göbeğine kadar batmış olanlar, ellerini kollarını sallayıp serbestçe bu ülkede dolaşıyorlar'' dedi.

Deniz Baykal, yerel seçimlerde partisinden Bandırma Belediye Başkanlığını kazanan Sedat Pekel'i ziyaretinin ardından, Cumhuriyet Meydanı'nda kurulan platformda vatandaşlara seslendi.

Türkiye'nin yeni bir başlangıca ihtiyacı var
Yerel seçimlerde seçmenin ''Hükümetin gidici olduğu'' mesajını verdiğini, seçimin ardından da ''Hükümetin yarısı''nın değiştiğini anlatan Baykal, ''İnşallah önümüzdeki seçimlerde kullanacağınız oylarla, Hükümetin tümünü götüreceksiniz. Türkiye'nin yeni bir başlangıca ihtiyacı olduğu, artık herkes tarafından görülür hale geldi'' diye konuştu.

Baykal, çalışan dört fabrikadan birinin kapandığı Türkiye'nin, işsizlikte dünya ikincisi olduğunu ifade ederek, ''Geçen 7 yıl ortada. Her geçen yıl daha battık, daha battık, daha battık'' dedi.

Ekonomide değişikliğin şart olduğuna değinen Baykal, seçim döneminde ekonomik sorunlar için çözüm yolları önerdiklerini, ancak aradan aylar geçtikten sonra hükümetin bu çözüm yollarını uygulamaya çalıştığını iddia etti.

Baykal, uygulamalara bakıldığında, mevcut ekonomik tablonun değişeceğini söylemenin mümkün olmadığını belirterek, yüksek faizle yabancı sermayenin Türkiye'ye çekildiğini ama ''Yabancının parasıyla kalkınma'' olmayacağının, şartlar değişince yabancıların parasını çekmesiyle ortaya çıktığını söyledi.

Hükümetin, devletin tüm tesislerini yani ''Altın yumurtlayan tavukları'' yabancılara sattığını iddia eden Baykal, ''Altın yumurtlayan tavuklar, şimdi yabancı ülkelerdeki kümeslere altınlarını koyuyor'' dedi.

Deniz Feneri davası
CHP Genel Başkanı Baykal, ''Deniz Feneri'' davasına da değinerek, şöyle devam etti:

''Alman adliyesi mahkum etti, 'Asıl elebaşları senin ülkende, isimleri de şunlar, bunların git hesaplarına el koy, bunların tüm evrakını ortaya koy, bana bildir ben yargılayacağım' dedi. Hala gerekeni yapamıyoruz. Niye diye soruyoruz, cevap alamıyoruz. Başbakan'a 'Almanya'daki Deniz Feneri sanıklarını tanıyor musun? Arkadaşların, akrabaların var mı? Onlar hakkında gerekeni yaptın mı?' dedim. Onların hepsi resmi himaye altında, hepsi görmemezlikten geliniyor.

Türkiye'de bu tablo altında adalet var diyebilir misiniz? Memleketin en namuslu, dürüst insanlarına en ağır muameleler reva görülürken yolsuzluklara göbeğine kadar batmış olanlar ellerini kollarını sallayıp serbestçe bu ülkede dolaşıyorlar... Bu tutarsızlıkların hesabını soracağız. Zaman doluyor. 1,5 yılda 8 puan düştüler. Önümüzde seçime 1,5-2 yıllık süre var. İnşallah daha fazlasını düşüreceğiz, Türkiye'de iktidarı hep beraber kuracağız.''

Deniz Baykal, kendi medyasını yaratmaya çalışan Hükümetin, aleyhine yayın yapan medyayı her türlü ''zulüm''le susturmaya çalıştığını öne sürdü.

Elini silahlı kuvvetlerden çek
Bir hakimin, bir davadan ''kurumsal baskı var'' gerekçesiyle çekildiğini ifade eden Baykal, şöyle konuştu:

''Adalet, demokrasi, onların gözünde bir anlam taşımıyor. Onlar demokrasiyi trene benzetiyorlar. 'Gideceğimiz istasyona kadar biner, sonra ineriz' diyorlar. Devletin kurumları birbirine düşürülüyor. Medyayı sindirmeye kalkan anlayış neyse, yargıya elini uzatan anlayış neyse, devlet kurumlarına da baskı yapmaya kalkan anlayış da aynısıdır. Hepsi de yanlıştır. İktidara söyleyeceğimiz, 'Elini medyadan çek, elini yargıdan çek, elini Silahlı Kuvvetlerden çek.''

Baykal, Bandırma'nın Sahil Yenice köyüne yapılması planlanan termik santrale karşı açılan pankartları göstererek, şunları kaydetti:

Onların tek düşüncesi var
''Türkiye'de yanlış enerji politikası uygulanıyor. Enerji, ithale dayalı enerji kaynaklarına bağlandı. Ya doğal gaz yakıyoruz ya da kömürü ithal ediyoruz. Bu yanlış. Hem yerel kaynaklarımızı israf ettiğimiz için yanlış hem Türkiye'nin en güzel sahillerinin kirlenmesine neden olduğu için yanlış. Bunların tek düşüncesi, acaba cebimi nasıl doldurabilirim. Kimsenin zengin olması için bu sahilleri teslim etmeyeceğiz.''

Bu arada, Baykal'ı Bandırma'ya getiren helikopter, kiralandığı firmanın gereken izni zamanında almaması nedeniyle, 6. Jet Hava Üs Komutanlığı yerine Bandırma Özel Hastanesi pistine indi.

Parti yetkilileri, son anda iznin alındığını, ama partililer hastane bahçesine geldiği için iniş yerinde değişiklik yapılmadığını bildirdi.