Affetmiyorum Sizi

Cem Ersever - Üçgendeki Tezgah

İyi eğitim görmüş bir Jandarma Subayı idi. İnandığı Milliyetçi-Irkçı dünya görüşünü üniforması üzerindeyken bile savunmaktan çekinmiyordu. Görev yaptığı bölgelerde halka, emri altındaki askerlerine, hatta üstlerine karşı bile şiddet kullanmaktan çekinmiyordu. Hakkında defalarca soruşturma açılmış, hatta bir Meclis Araştırma Komisyonuna bile konu olmuştu. 12 Eylül sonrasında Silahlı Kuvvetler ülkeyi içinde düştüğü iç savaş durumundan kurtarmışlardı. Ancak bir kaç yıl geçmeden bölücü terör ortaya çıkmış, dış desteğe kavuşmuştu. Görev yine onu bekliyordu. Teröristine yöntemlerini teröriste karşı kullanabilecek, bölgeyi ve ilişkileri iyi bilen kişilerden oluşturduğu timlerin başında teröriste karşı savamaya başladı. Komutanları ile arası gayet iyiyidi. Hiç kimse yaptığına karışmıyor, o da üstlerinden fazla bir şey istemiyordu. Oluşturduğu timlerde itirafçıları da kullanıyordu, askerleri de. Kirli bazı ilişkilere bulaşmıştı. Ama üstesinden gelebilirdi... İzin vermediler... Jandarma Genel Komutanı ile arası açılmaya başladı. Kısa bir süre sonra Komutan hala sırlardan ve soru işaretlerinden kurtulamamış bir şekilde öldürüldü. O'da görevinden, askerlikten istifa etti. Bir yandan takma isimlerle kitap yazarak kamuoyunu bölücü teröre karşı yönlendirirken, diğer yandan da Türk solunun köklü gruplarından birine konuşmaya, Güneydoğu'da bazı grupların kendi çıkarlarına neler yapmakta olduğunu anlatmaya başladı. Bu arada anlattıklarından dolayı yargılanıyordu. Ankara'daki bir duruşmasına geldiği gün kayıplara karıştı. Bir kaç gün sonra önce sevgilisi olduğu söylenen Suriye uyruklu bir itirafçı kadının, sonra yardımcısı olduğu bilinen bir başka itirafçının; en sonunda da O'nun cesedi Ankara yakınlarında bulundu. İşkence edilmiş, elleri arkalarından bağlanmış ve kafalarına sıkılan kurşunlarla öldürülmüşlerdi. Cesetleri sanki birilerine bir mesaj vermek ister gibi yazdığı kitaplarından birinin adında olduğu gibi bırakılmıştı. Üç farklı noktada. Üçgende bir tezgah vardı ve kimse bu tezgahı çözemiyordu.Jandarma Genel Komutanlığındaki görevinden 1993'de istifa eden Binbaşı Ahmet Cem Ersever, Güneydoğu'da yaşanan olaylara, Kürt Sorunu, PKK, Talabani ve Barzani'nin bu olaylardaki yeri ve benzeri konulardaki görüş ve düşüncelerini Ahmet Aydın takma adıyla yazdığı bu kitapta toplamıştı.

Cem Ersever'in Kayıp Arşivi Veli Küçük'ün Evinden Çıktı İddiası

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün çiftlik evinde, öldürülen Binbaşı Cem Ersever'in yıllardır kayıp olan ve JİTEM adlı gayrı resmi istihbarat biriminin gizli arşivinin çıktığı iddia edildi.
Vatan Gazetesi'nde yayınlanan habere göre, İstanbul Terörle Mücadele Şube (TEM) ekipleri tarafından Beşiktaş Levazım Sitesi'ndeki evinden 22 Ocak sabahı saat 06.00 sıralarında gözaltına alınan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün Bilecik Gölpazarı İlçesi Türkmen Köyü'ndeki çiftlik evine de operasyon yapıldı. Küçük'ün özenle koruduğu binlerce sayfalık arşivine el konuldu.
Belgeler incelendikten ortaya müthiş bir iddiaya ortaya atıldı. Emniyetten sızan bilgiye göre devlete ve silahlı kuvvetlere ait "gizli bilgiler"in yer aldığı dokümanlar arasında 1993 yılında öldürülen ve yıllarca JİTEM adlı istihbarat biriminin başkanlığını yapan emekli binbaşı Cem Ersever'in "kayıp olan arvişi" de bulunuyordu.
JİTEM'in başındaydı
İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından büyük bir titizlikle incelenen belgeler tüm dikkatleri yeniden JİTEM adlı istihbarat birimi üzerine çekti. 12 Eylül ihtilalinden sonra bizzat istihbaratçı Veli Küçük tarafından kurulduğu söylenen ancak varlığı hiç bir zaman kanıtlanamayan Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilatı'nın (JİTEM) başına da Güneydoğu'da PKK ile mücadele eden Binbaşı Cem Ersever getirildi.
Yanına topladığı PKK itirafçıları ve "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım gibi isimlerle bölgede JİTEM adına faaliyet yürüten Ersever, başında bulunduğu kuruluşun kurucusu Veli Küçük'le de yakın ilişki içerisinde oldu.
JİTEM'İ deşifre etti
Ersever, PKK ile mücadele konusunda özellikle de polis bölgesinde zaman zaman "rutin dışına çıkan" JİTEM'in faaliyetlerinden rahatsız olunca Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhul cinayetlerle ilgili Aydınlık Gazetesi'ne açıklamalarda bulundu. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünün üzerinden bir ay geçmeden, 17 Mart 1993'de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etti. İstifa mektubunda "Güneydoğu'da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, cereyan eden hadiselerin gerçek boyutlarının Türk Milleti tarafından görülmesini engellemektedir" demiş ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna duyurmaya çalışacağını açıklamıştı.
Öldürüldü, arşiv kayboldu
JİTEM'in "rutin dışı faaliyetleri", Mahmut Yıldırım ve faili meçhul cinayetlerle ilgili anlattıklarından sonra hedef haline gelen Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıkları ile ilgili mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993'de Ankara'ya gittikten sonra bir daha kendisinden haber alınamadı. Ersever her yerde aranırken önce sevgilisi Neval Boz'un cesedi Ankara Çamlıdere'de, bir gün sonra JİTEM'de çalışan itirafçı Murat Demir'in cesedi Polatlı'da, 4 Kasım 1993'te de kendisinin cesedi Elmadağ'da bulundu. Kim tarafından öldürüldüğü sır olarak kalan Ersever'in Ankara'daki evinde tuttuğu ve içinde JİTEM'le ilgili çok gizli belgelerin bulunduğu "arşivi" de kayboldu.
Küçük'e arşiv sorgusu
Yıllardır sır olan bu arşiv, iddialara göre Veli Küçük'ün Bilecik Gölpazarı İlçesi Türkmen Köyü'ndeki çiftlik evine düzenlenen baskında ortaya çıktı. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nde 4 gün sorgulanan Veli Küçük, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde hakim karşısına çıkarken kendisine çok önemli ve gizli belgelerin bulunduğu bu arşiv ile ilgili hakim tarafından sorular yöneltildi.
"JİTEM'in kurucusuyum"
Küçük verdiği cevapta şunları söyledi: "Ben JİTEM'in kurucusu olarak biliniyorum. Kanunda yeri olan bir birimdir. Bu bende bir meslek hastalığı olarak niteleyebileceğim arşivleme alışkanlığından dolayı bana görev sırasında değişik yerlerden ulaşan belgeleri dosyalayarak muhafaza ettim. Emekli olduktan sonra da bu şekilde gelen belgeleri arşivledim. Beni seven insanlar da bu tür bilgi ve belge akışını bana sağlarlar. Evimde bulunan gizlilik niteliği yüksek olan belgeleri arşivlemem, karakterimin ve alışkanlığımın bir yansımasıdır. Aynı zamanda yazıya dökülen gizli konuşma kayıtları da bunun içinde yer alıyor. Evimde, gündemdeki Ergenekon, Lobi gibi belgelerin orijinal nüshalarının çıkması da arşivleme hastalığımdan kaynaklanmaktadır"
Emniyet bilgi vermedi
Veli Küçük'ün evinden Cem Ersever'in arşivinin çıktığı iddiaları üzerine görüştüğümüz bir Emniyet yetkilisi, "yayın yasağı olduğu gerekçesi" ile açıklama yapmadı. Aynı yetkili, "Bu konu ile ilgili herhangi bir açıklama yapmamız şimdilik sözkonusu olamaz. Sorunuza olumlu ya da olumsuz yanıt veremem" dedi.
Cem Ersever, Faili meçhulleri açıklayacaktı!
JİTEM'ci Emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever, öldürülmeden 4 ay önce gazetecilere şu mesajı geçmişti: "Ben, PKK ile mücadelede atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğine inanıyorum. T.C.'nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığını ve 1992'de durumu kurtarmak için bilgisizce yapılan K.Irak harekatının devleti bir açmaza soktuğunu düşünüyorum. PKK'ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını beyan ederek 1993 yılı Mart ayında Kıdemli Binbaşı rütbesinde, Jandarma Genel Komutanlığı istihbarat grup komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum. 1984'ten bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uygulamalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyor ve görüşmeler sonunda belirlenecek bir tarihte Türk basınıyla kamuoyu önünde Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, G.doğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları ile ilgili açıklamalarda bulunacağımı beyan ediyorum."

Cem Ersever Poligonda Öldürüldü


Ergenekon iddianamesinden: Çatlı da her türlü kimlik var. Başbakanlık poligonu kimliği de var. Öldürecekleri adamları poligana götürüp sorgulayıp, öldürüyorlardı. JİTEM komutanı Ersever de burada öldürüldü.


Ergenekon iddianamesiyle ilgili delillerin açıklanmasının ardından bir çok isimle ilgili ilginç iddia ve bilgiler de gün yüzüne çıkıyor.
''Ergenekon'' soruşturması kapsamında 86 sanık hakkında açılan davaya ilişkin iddianamenin 441 klasörden oluşan ve 3 DVD'ye kaydedilen ekleri arasında yer alan 204 No’lu ‘Çiller hakkında devlet raporu’ ana başlıklı ve ‘Abdullah Çatlı’ alt başlığıyla yer alan belgede şok edici ifadeler yer alıyor.
İfadelerde, örgütün yurt dışındaki operasyonlarından, uyuşturucu işine ve Genelkurmay bağlantılarına kadar şok edici ifadeler yer alıyor.
İşte raporda yer alan ifadeler…
“ÇATLI’YA YEŞİL PASAPORTU GENELKURMAY ALDIRDI”
- Çatlı Genelkurmay kanalıyla yeşil pasaport aldı. Ama hemen ardından polisle ilişkiye girdi. MİT’le arasını düzeltti. Bunu o sırada Erzurum Valisi Mehmet Ağar yaptı.
“AĞAR UYUŞTURUCUYU HAVAALANINA GETİRİYORDU”
- Hüzeyin Başbaşin ile Ağar beraber çalışıyorlardı. Çatlı da bu ekibin içindeydi. Ağar uyuşturucuyu havaalanına kadar getiriyor, havaalanından itibaren iş Çatlı’ya geçiyor. Avrupa’da dağıtımı Baybaşin ve Çatlı yapıyordu.
“UYUŞTURUCUYU TÜRKİYE’YE TUĞRUL TÜRKEŞ SOKTU”
- Azerbaycan darbesi de uyuşturucuyla bağlantılı. Darbeden bir süre önce Tuğrul Türkeş, Baybaşin ve Çatlı Nahçivan’da Elçibey’in köyünde bir araya geldiler. Eroin işi için bir araya gelmişlerdi. Malı Tuğrul Türkeş diplomatik aracıyla Türkiye’ye soktu.
“SABOTAJ OPERASYONUNU DOĞAN GÜREŞ YAPTI”
Söz konusu belgede Ermenistan’da o yıllarda meydana gelen patlamalrın organizasyonunun dönemin Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş tarafından yaptığı belirtilerek, “Ermenistan’a yönelik sabotaj operasyonunu Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş yaptı.” ifadesi kullanılıyor.
“ÇİLLER PARAYI ÇATLI’YA VERDİ”
Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde gündeme gelen örtülü ödenek tartışmaları da iddianamenin belgesinde “Ağar Çatlı için kefil oldu. Operasyon için para bulunamadı ve para örtülü ödenekten sağlandı. Çiller parayı Çatlı’ya verdi.” İfadesiyle yer alıyor.
BİNBAŞI ERSEVER, POLİGONDA ÖLDÜRÜLDÜ”
Çatlı da her türlü kimlik var. Başbakanlık poligonu kimliği de var. Öldürecekleri adamları poligana götürüp sorgulayıp, öldürüyorlardı. Ersever de burada öldürüldü.
Binbaşı Cem Ersever, Ersever JİTEM'in Doğu'yu kapsayan 4. bölgesinin komutanıydı
.

Cem Ersever Cinayetinin Sırrı

Cem Ersever öldürülmeden önce kimler aradı? Ersever kime karşı uyarıldı? Ersever cinayetinin bilinmeyenleri...

Gazeteci yazar Agaşe anlatıyor: Ersever'in eşiyle röportaj yapmıştım. Bana Ersever öldürülmeden hemen önce İbrahim Babat ve Mahmut Yıldırım'ın aradığını, Babat'ın Yıldırım konusunda uyardığını anlattı. Birkaç gün sonra da Ersever'in ölüsü bulundu. Babat'ın nerede olduğunu biliyoruz ama ona bu sorular sorulmuyor
Cem Ersever cinayeti ile ilgili 11 yıl önce bir kitap yazdınız. Kitap şimdi bir anda konuşulur oldu. Evet, üzüldüm çünkü ben geçen sene 5. kitabını çıkarmış bir gazeteci-yazarım. 'Cem Ersever Gerçeği' 7. baskısını yaptı, beni kimse aramadı ama Tuncay Güney'in ifadelerinin ortaya çıkmasından sonra bir anda telefonlarım çalmaya başladı.Tuncay Güney'in ifadelerinde isminizin geçmesine şaşırdınız mı?Tuncay benim eskiden tanıdığım bir arkadaş. Doğan Grubu'nun çıkarttığı Yeni Ufuk gazetesinde çalıştığım dönem tanışmıştık. O zaman da böyle eksantrik miydi?Bizim gibi gazetecilik yapmaya çalışan, araştırmaya meraklı, hayal dünyası geniş bir arkadaşımızdı. Hayal dünyası geniş tabirinin üzerinde duralım.Evet, ben anlattıklarının Tuncay'ın çok üzerinde olduğunu düşünüyorum. 'Atıyor' mu yani?Öyle demiyorum ama istihbarat ya da gizli servislere çalışanlar kapalı insanlardır. Gizli servis mantığıyla hareket ederler. Oradan bilgi almak Güney'in anlattığı kadar kolay değil. Ben yıllarca o insanların içindeydim. Onun anlattığı boyutta ilişkilerim hala yok o insanlarla. Mesela bir Veli Küçük portresi çiziyor, çok rahat biri gibi anlatıyor Küçük'ü. Oysa kendi çocuklarının yanında düstur durduğu bir kişidir Küçük Paşa.ERSEVER'İ ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ TANIRDIM
'Yıllardır istihbaratçıların içindeyim' dediniz. Neden?Babam istihbarat elemanıydı. Çocukluğumdan beri o çevrenin içindeyim. Ama altını çiziyorum: ben gazeteciyim. Hiçbir servisin elemanı değilim. Cem Ersever ile babamın dostlukları vardı. Ersever'i çocukluğumdan beri tanırdım.Ersever cinayetinin Ergenekon soruşturması ile ne gibi bir ilgisi var? Kitabınız bugünkü soruşturmalara hangi açıdan ışık tutabilir?'JİTEM diye bir şey var mı' diye tartışılıyor hala bu soruşturma kapsamında. Oysa bu birimin varlığını Cem Ersever'in ağzından açık seçik veriyor kitap. Dava paralelinde içeri alınan bazı insanlar JİTEM'in kuruluşundan itibaren orada yer almış isimler. Ersever'in yazdığı kitapları ve mücadelesini doğru algılarsak Ergenekon soruşturmasında önemli bir pencere açılacağını düşünüyorum.KÜÇÜK YARGILANIYOR YEŞİL ORTADA YOKO pencereyi açmak için önce nereye bakmak lazım?Örneğin Mahmut Yıldırım ya da kod adı ile Yeşil bir dönem çok konuşuldu. Birçok örgüt ondan faydalandı. Veli Küçük ile ortak çalışmaları olmuş Yıldırım'ın. Küçük bugün yargılanıyor ama Mahmut Yıldırım ortada yok. Kimse sormuyor ya da biz duymuyoruz. Bir de mesela İbrahim Babat var. Suriye kökenli, JİTEM bünyesinde çalışmış. Kırklareli cezaevinde yatıyordu. Salıverilmiş olabilir ama hiç ortada yok. Kimse onu sormuyor.Neden sorsun? Ne bağlantısı var?Ersever'in eşi hayatta. Onunla kitap için bir röportaj yapmıştım. Orada anlattı. Cem Ersever'in ölümüne yakın günlerde Yıldız Hanım'a bir telefon geliyor. Arayan 'Cem Abi'ye birkaç gündür ulaşamıyorum, lütfen konuşursanız beni aramasını söyleyin' diyor. Bu kişi İbrahim Babat. Sonra Mahmut Yıldırım denen şahıs da arıyor. En sonunda Babat tekrar arıyor ve 'Mahmut Yıldırım kendisini arıyor. Uzak dursun ve benimle bağlantıya geçsin' diyor. Ama Yıldız Hanım eşine ulaşamadığı için notu iletemiyor. Birkaç gün sonra da Cem Ersever'in ölüsü bulunuyor. Bu gün Babat hayatta ve nerede olduğunu biliyoruz ama ona bu sorular sorulmuyor. Babat'ın Ersever cinayetinde ismi geçiyordu...Evet, adam öldürmeye teşebbüsten yakalandı. Kendi iddiasına göre pazarlık ettiler, 7 yıl sonra çıkacaksın dediler, kabul ettim diyor. Ama sonra 17 yıla uzattılar. Neden? Babat'ta bir şey var. Bir şekilde onu susturuyorlar. Bence acilen dinlenmeli. Peki ya Mahmut Yıldırım? Onunla ilgili bilginiz var mı? Yaşıyor mu? Yaşıyorsa nerede?Öldüğünü kimse ispatlayamayacağına göre bence yaşıyor. Bu tip adamlar kendilerini nerede güvende hissederse orada durur. Bu yüzden belli bir yeri yoktur herhalde.
Kazılarda çıkan PKK'nın silahı olabilirTuncay Güney sizi işaret ederek insanların sizden ne öğrenmelerini istedi?Beni bilinçli olarak mı işaret etti? Bilmiyorum. Ama ben Ersever ve JİTEM gerçeğini uzun araştırmalar sonucu döküm ve belgelerle ortaya koymuş biriyim. Kendi anlattıklarını doğrulama adına beni kaynak gösterdi, diye düşünüyorum.Sizi de içeri çekmek istemiş olabilir mi?Olabilir ama benim içeri çekilecek bir konumum asla olamaz. Çünkü ısrarla gazeteci konumunda duruyorum.ULUSLARARASI BOYUT ÖNEMLİSoruşturma kapsamında Ersever'e namluyu doğrultanlar da var mı dersiniz?Sonuçta Mahmut Yıldırım'ı kullanan insanlar var. Bu soruların o insanlara sorulması gerekiyor. Bence JİTEM'in oluşmasından itibaren insanlar kendi menfaatleri doğrultusunda büyüyüp bugünlere geldiler. Oluşumun başından itibaren varlık gösteren biri Veli Küçük Paşa. Bu yüzden ana eksenin Veli Küçük olduğunu düşünüyorum. Bu arada Ergenekon'u anlamak için uluslararası boyutta bakmak gerek. Dış güçler önemli.Yani bu soruşturmada dış güçlerin etkisi mi var?Olabilir. Bugün PKK'dan ele geçen ve kayıt altına girmeyen çok silah var. Belki toprak altından çıkanlar o silahlar. Ortadoğu, Türkiye ve ABD gerçeği var. Bu üçgeni yaratan menfaatler bazen karışıyor. Bunlara doğru bakmak lazım.
Abdullah Öcalan da Ergenekon kapsamında sorgulanmalıErsever dosyası kapsamında bazı isimlerin de soruşturmaya dahil edilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bir de neden dahil edildiği anlaşılamayan isimler var. Hükümete muhalif oldukları için gözaltına alındıkları iddia edilenler...Sabih Kanadoğlu gibi isimlerden bahsediyorsanız ben onları şöyle açıklıyorum. Diyelim ki siz bir dergi çıkarıyorsunuz. Haftanın belli günleri bir takım kişilerle oturup sohbet ediyorsunuz ama onlar derginin çalışanı değiller.Yani bir örgüt varsa ona dahil değil de üyelerle ilişkili kişiler diyorsunuz. Örneğin Doğu Perinçek de mi böyle bir isim sizce?Biraz eskiye gidelim... Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Abdullah Öcalan ve Doğu Perinçek, Dev Genç'i kuran kadro. Gezmiş şehir örgütlenmesinin sorumluluğunu alıyor. Öcalan kırsalı örgütlüyor. Perinçek dergi çıkarıyor, basın kısmını üsleniyor ve ortaya Aydınlık çıkıyor. Uzun süre birlikte mücadele ediyorlar. Daha sonra Dev Genç'in başkanı Ertuğrul Kürkçü oluyor. Bir süre sonra aralarında anlaşmazlık oluyor ve ayrılıyorlar. Gezmiş ve Çayan ölüyor ama bugün PKK'nın lideri hayatta. Doğu Perinçek ise yargılanıyor.Öcalan da Ergenekon kapsamında yargılanmalı mı diyorsunuz?Belki de. Belki Gezmiş ve Çayan yaşasa onlar da yargılanacaktı bugün. Öcalan'ın soruşturma kapsamına alınması gibi bir olasılık görüyor musunuz?Evet, olabilir. Soruşturmanın nasıl bir şekle geldiğini bilmiyoruz.
Çetin Agaşe'nin Beş kitabı varÇetin Agaşe, 'Cem Ersever', 'Kod Adı Yeşil', 'Avrusya', 'Öfkeyle Vals' ve 'Nuh'un Üçgeni' adlı beş kitabın yazarı. Çerkes asıllı. Agaşe soyadı da Çerkesce 'Cuma' anlamına geliyor. Gazetecilik ve yazarlık yapan Agaşe devletin gizli örgütleri ve yapılanmaları üzerine çalışıyor.
ARKA PLANErgenekon kapsamında yürütülen soruşturmalar ve devam eden gözaltılarla etraf arap saçına döndü. Kime ve neye inanacağımızı şaşırdık. Kimi dinleyeceğimizi de... Bu hafta bu karmaşa arasında yolumuzu bulmaya çalışırken Tuncay Güney'in yayınlanan ifadeleri arasında bir isim dikkatimizi çekti: Çetin Agaşe. Güney 'JİTEM ile ilgili doğru bilgi almak isteyenler Agaşe'nin 'Cem Ersever Gerçeği' adlı kitabına başvursun' diyordu. Biz de bunun üzerine Ergenekon denince ezberlenmiş laflar eden isimlerin dışında bir isim duyunca merak ettik ve cuma günü gazeteci yazar Agaşe ile bir araya geldik. Güney'in bahsettiği kitabı 11 yıl önce yazan Agaşe ilginç iddialarda bulundu. Ergenekon soruşturmasına Cem Ersever cinayetinin dahil edilmemesinin anlaşılır olmadığını söyledi ve 'Neden kimse Mahmut Yıldırım ve Kırklareli Cezaevi'nde yatmış olan İbrahim Babat'ı sorgulamak için harekete geçmiyor?' diye sordu. Agaşe Ergenekon'un da polisin operasyona verdiği isim olduğunu söyledi. 'Bu, örgütün adı değildir, ya da en azından henüz elimizde böyle bir bilgi yok' dedi.
(Nagehan Alçı / Akşam)

Eşref Bitlis ile Cem Ersever'i aynı ekip öldürdü

Eşref Bitlis ile Cem Ersever’in ölümünü araştıran yazar Metin Kaplan ilginç iddialarda bulunuyor. Bitlis’in bindiği uçağın deposuna gres yağı katıldığını, Ersever’in yanında öldürüldüğü söylenen itirafçı Mustafa Deniz’in ise yaşadığını ileri sürüyor.
Derin mevzular her zaman karıştıktır. Kazdıkça yeni şeyler ortaya çıkar. Riski de o derece yüksektir. Bu riskleri göze alanlardan biri yazar Metin Kaplan. Birbirinden ilginç eserlere imza atan Kaplan, roman tarzında ‘Matruşka’, ‘Corps’ ve ‘Desise’ isimli kitaplar yazdı. Klasik roman görünümünde olsa da bu kitaplar kaynaklardan araştırmalar sonucu kaleme alınmış. 12 Eyül öncesinin aktif eylemcisi Kaplan, siyasi cinayetten 10 yıl 5 ay cezaevinde yattı. Ülkücü camianın önemli isimlerindendi. Şimdilerde siyasetten uzak bir hayat sürüyor, sadece araştırıp yazıyor. Üzerinde çalıştığı son olay, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in ölümü.Bitlis, içinde bulunduğu uçağın şüpheli bir şekilde düşmesi sonucu 17 Ocak 1993’te hayatını kaybetmişti. Kaplan, Bitlis’in ölümünü çözmek için bütün kaynakları taramış, olayda adı geçen neredeyse bütün tanıklarla görüşmüş. Ahmet Cem Ersever’in öldürülmesi ile Mumcu suikastını da araştırma kapsamına almış. Zira ona göre bu üçleme ‘birilerinin Türkiye’ye verdiği cevaplar’dı. Kaplan, araştırmaları sırasında Ergenekon davasında tutuklanan Veli Küçük, Adnan Akfırat ve Nusret Senem ile de görüşmüş. Üstelik gözaltına alınmalarından sadece bir hafta önce. 2 yıl süren detaylı çalışma sonucunda hazırlanan kitap, aralıkta piyasaya çıkacak. Entrika ve kirli ağları anlattan eserin adı ‘Fend’.Metin Kaplan’la, Orgeneral Bitlis’i taşıyan uçağın düşmesindeki karanlık noktaları ve Ersever’in öldürülmesini konuştuk. Kaplan, çarpıcı bir tespitte bulunuyor: “Bitlis ile Ersever’i öldüren aynı ekip.”- Eşref Bitlis’in öldürüldüğünü söylüyorsunuz. Bunu hangi gerekçelere dayandırıyorsunuz?Cevap vermeden önce o dönemdeki süreci anlatmakta fayda var. Eşref Bitlis Jandarma Genel Komutanı iken öldürüldü. Bu konuda üç tespit var. Eşref Paşa, “Çekiç Güç Türkiye’de Kürt devleti kurmak için üslendi ve bu manada PKK’ya silah yardımı yapıyor” düşüncesini taşıyordu. Bunu da belgeledi. 10 Aralık 1992’de üç Çekiç Güç helikopteri Cudi dağındaki PKK’lılara malzeme yardımı yaparken tespit ediliyor. JİTEM mensupları bunu fotoğraflıyor. Bu fotoğraflar Eşref Paşa’ya teslim ediliyor, o da konuyu Genelkurmay Başkanlığı’na arz ediyor.- Eşref Bitlis’in ‘Kale Planı’ diye bir projesi var. Bu, yaptığı tespitleri kapsayan bir proje miydi?Bitlis, Millî Güvenlik Kurulu’na Kürtçülük meselesinin çözümü için bir plan teklif ediyor. Kod adı ‘Kale Planı’. Devletin kaydında bu var. İki tespit yapıyor. Kürtçülük meselesinin halli için bölgedeki ülkelerin; İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin işbirliği yapması gerektiğini söylüyor. “Bu ülkeler bu mesele için birlikte hareket etmeli.” diyor.- Bunun içinde ‘Kürtlere özerk yapı verme’ var mıydı?Benim tespitlerime göre yok. Kale Planı iki maddellik bir proje. Birincisi, komşu ülkelerin işbirliği; ikincisi, PKK bitirilmek isteniyorsa örgüte siyasi ve ekonomik destek verenlere de örgüt militanlarına uygulanan muamelenin aynısının uygulanması. Fakat uçak düştü ve plan kısmen akim kaldı.- Turgut Özal’ın bundan haberi var mıydı?Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ile Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis arasında bir problem çıkıyor. Bir protokolde Özal, Eşref Paşa’ya diyor ki ‘Nedir problem?’ Bunun üzerine devletin kaydına girsin diye Paşa Özal’a durumu mektupla bildiriyor. Böylece Bitlis’in teklifleri Millî Güvenlik Kurulu’na sunuluyor ve bazı kararlar alınıyor. Türkiye, PKK meselesini çözmek için bölge ülkeleriyle temasa geçiyor. Bu girişimden sonra Türkiye’nin üzerine belalar yağmaya başlıyor. 10 Eylül 1992’de dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Tahran’da İran Dışişleri Bakanı Hüccetülislam Nuri ile bir görüşme yapıyor. Sezgin, PKK’nın Suriye, İran, Irak için de tehdit olduğunu söylüyor. Bu görüşmeden sonra 14 Eylül 1992’de Sezgin, İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ve Birinci Yardımcısı Hasan Habibi ile görüşüp Özal’ın yazılı, Başbakan Süleyman Demirel’in sözlü mesajlarını iletiyor. İran’daki 5 günlük diplomasi trafiği sonucunda Türkiye ile İran arasında ‘Güvenlik ve İşbirliği’ anlaşması imzalanıyor.- Bu dönemde Suriye hükûmeti ile de bir temas yok muydu?Sezgin İran’dan döndükten 2 gün sonra Türkiye’ye gelen Suriye İçişleri Bakanı Muhammed Harba ile görüşüyor. 18 Eylül 1992’de Türkiye ile Suriye arasında 1987’de imzalanan ‘Güvenlik ve İşbirliği’ anlaşmasının yürürlükte olduğuna dair bir mutabakat zabtı imzalanıyor. Bu gelişmeler üzerine Amerikalılar bir mesaj veriyor.- Amerikalıların böylesi bir ortamda verdikleri mesaj işbirliğinin bozulmasına yönelik mi?Evet. 2 Ekim 1992’de Ege Deniz’inde devam eden ‘Kararlılık Gösterisi’ adlı NATO tatbikatı sırasında Amerika’ya ait Saratoga uçak gemisinden atılan iki füze Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait Muavenet muhribine isabet ediyor. Gemi komutanı bir subay, bir astsubay ve iki er şehit oluyor. ABD bunun bir kaza olduğunu savunuyor. Dönemin Millî Savunma Bakanı Nevzat Ayaz da olayın bir hata sonucu meydana geldiğini beyan ediyor. Ancak durum hiç de öyle değil. Kaza ile bir füze atılır; iki değil. Uçak gemisinden bir füze atılması için üç ayrı makamın onayı gerekiyor. Kaza ile atılmış olsa bile hedef belirlenmediği için bu füzeler havada kendilerini imha ediyor.- Bu ikazdan sonra da Türkiye komşularla PKK’nın bitirilmesi için ilişkisini sürdürüyor.14 Kasım 1992’de İran, Suriye ve Türkiye’nin dışişleri bakanları Ankara’da bir araya gelip yine PKK’nın bitirilmesi konusunda ortak kararlar aldıklarını açıklıyor. Buna da Amerika’nın cevabı gecikmiyor. 17 Aralık 1992’de Bitlis’in helikopteri ABD jetleri tarafından düşürülecek derecede taciz ediliyor. Bitlis Paşa, helikopterle Kuzey Irak’ta Selahattin şehrine gidip Talabani ve Barzani ile görüşecek. Helikopter kalkarken Mardin’deki Çekiç Güç radarına haber veriliyor. Jetler helikopterin etrafında uçup hava boşlukları oluşturuyorlar. Bitlis’in görüşmeleri sonucunda 24 Aralık 1992’de Talabani ve Barzani ile bir protokol imzalanıyor.- Protokol PKK’lıların teslimiyle mi ilgili?Her iki Kürt lider PKK’nın faaliyetlerine karşı olacaklarını deklare ediyor. Ayrıca Zele kampında bulunan 1500 PKK’lının silah bıraktırılarak Süleymaniye’ye gönderilmesi konusunda garanti anlaşması imzalıyorlar.- Sonra Başbakan Demirel Suriye’ye gidiyor.Evet, 19 Ocak 1993’te Demirel, Suriye Başbakanı Mahmut El Zubi’nin resmî davetlisi olarak Şam’a gidiyor ve burada Hafız Esad’la görüşüyor. Konu yine PKK terörünün bitirilmesi. Demirel, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin İran, Suriye ve Türkiye’yi rahatsız edeceğini de söylüyor. 20 Ocak’ta da ortak bir bildiri yayımlanıyor.- 5 gün sonra gerçekleşecek Uğur Mumcu cinayeti ile bu olayın bir bağlantısı var mı?Var. Türkiye’ye ‘Ne yaptığınızı biliyoruz’ deniyor bir nevi. Bir de suikastı Türkiye’deki İran yandaşı insanlar yapmış gibi takdim ederek İran ile yapılan işbirliği anlaşması sekteye uğratılmak isteniyor. Üstelik İran İçişleri Bakanı o tarihlerde Türkiye’ye gelecekken... Bu mantıklı bir durum değil. Nitekim 27 Ocak’ta Türkiye’ye gelen İran İçişleri Bakanı Abdullah Nuri’nin İstanbul programı iptal edilir. Bakan Ankara’da görüşmeler yapıp ülkesine döner. Havaalanında “Terörist faaliyetler iki ülke ilişkilerini olumsuz etikledi.” şeklinde açıklama da yapıyor. Mumcu’nun İran istihbaratının yardımıyla öldürülmüş olması mantıklı değil.ŞEVKET KAZAN’IN MUMCU SUİKASTI İLE İLGİLİ SÖYLEDİKLERİ DOĞRU- Neden?O dönem Refah Partisi Genel Sekreteri olan Şevket Kazan, Mumcu suikastı ile ilgili kendisine bir MİT belgesi ulaştığını söylüyor. Bu belgeye göre, Suriye üzerinden gelen üç İsrail ajanı Mumcu’yu öldürdü. Büyük istihbarat örgütlerinin kullandığı RDX türü patlayıcı ilk defa Mumcu suikasatında kullanılıyor. Bu patlayıcının o dönemde başkasının eline geçmesi o kadar kolay değil. Bu nedenle Kazan’ın söylediği MİT raporu doğru. Bir de Mumcu suikastından 4 gün sonra Jak Kamhi’ye yönelik suikast girişimi var. Ancak göstermelik bir İslamcı kimlikle yapılan girişim nedense sonuçsuz kalıyor. Bu Kazan’ın söylediği MİT raporuna dair gündemi değiştirmek için tezgâhlanan bir olaydı.- Bu tarihten sonra da komşu ülkelerle birtakım anlaşmalar yapılıyor.Evet. 10 Şubat 1993’te Türkiye, Suriye ve İran’ın dışişleri bakanları bölgedeki gelişmeleri değerlendirmek üzere Şam’da bir araya geliyor. Bu toplantıda Bağdat’a BM Güvenlik Konseyi kararlarına uyma çağrısı yapılıyor. 17 Şubat 1993’te de Bitlis öldürülüyor.- Bütün bu anlattığınız olaylar ışığında Eşref Bitlis öldürüldü mü?Bitlis’in bindiği uçağın düşmesinden iki saat sonra Genelkurmay Başkanlığı adına dönemin Genel Sekreteri Yaşar Büyükanıt bir açıklama yaparak olayın kaza olduğunu söylüyor. Daha sonra detaylı bir araştırma yapıldı ve “buzlanma ve pilotaj hatası nedeniyle düştü” denildi. Ama bu doğru değil. Uçak, PTT İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün bahçesine düştü. Bu kurum tarafından hazırlanan raporda, tanıklara dayanılarak, uçağın havada yanarak düştüğü belirtiliyor. Buzlanma olsa uçak yanarak değil, taş gibi düşer. Sonra da patlar ve yanar. Burada sabotaj var. Olayla ilgili İTÜ’den gelen üç kişilik bilirkişi heyeti de “Motor zarfı parçalanmamış ve deforme olmamış. Sabotaj ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.” diyor. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu “Uçağa sabotaj yapılması mümkün değildir.” diyor. Bu arada Genelkurmay Başkanı, Eşref Bitlis’in Diyarbakır’a gitmek için uçağı kendilerinden şifahen istediğini belirtiyor. Oysa 16 Şubat’ta Eşref Paşa resmî olarak talepte bulunuyor ve izin bir gün sonra resmî yazı ile veriliyor.EKSİ 60 DERECEDE BUZLANMAYAN UÇAK EKSİ 10 DERECEDE HİÇ BUZLANMAZ- Uçağın şifahen veya resmî izin dahilinde verilmiş olması çok mu önemli?Evet önemli. Bu, olayın üstünün örtülmek istendiğini gösterir. Bu aynı zamanda sabatojcılara 24 saat gibi bir süre kazandırır. Oysa resmî olarak talep var ve bu devletin kayıtlarına geçmiş durumda. O gün aynı havalimanından 7 uçak kalkıyor. Bunların hiçbirinin teknolojisi Bitlis’in bindiği uçağın kadar gelişmiş değil. Ama hiçbiri buzlanıp düşmüyor. Aynı uçak kısa süre önce İzlanda üzerinden geçiyor ve eksi 60 dereceyi görüyor; ama buzlanma olmuyor. Ankara’da en fazla eksi 10 derecede buzlanma yapıyor.- Uçağın düştüğü sırada nöbetçi olan asker de farklı şeyler anlatıyor.Kulübedeki nobetçi, kışlık kıyafetli ve pilot bereli havacı bir şahsın uçağın bulunduğu hangara gittiğini söylüyor. Bu şahıs parolayı doğru söylüyor ve geçiyor üstelik. Nöbetçi, askerliği sırasında aynı noktada çok defa görev yaptığını; ancak o zamana kadar yürüyerek geçen kimseyi görmediğini söylüyor. Bu askere, orada görevli askerlerin fotoğrafları gösterilip sorulabilirdi; fakat sorulmadı. Burası Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait küçük bir havaalanı, uçak bekletme ve bakımları yapılıyor. Burada aynı zamanda Amerikan yardım komisyonu JUSMMAT’a ait iki uçak var. Amerikalı iki teknisyen sürekli buradan gelip geçiyor. Amerikan uçakları ile bize ait uçakların bulunduğu yer arasında sadece 40 santimetre yüksekliğinde bir duvar var. Amerikalıların parolayı bilmeleri normaldir. Ancak bu iki teknisyen de nöbetçi Tahir Metin’e gösterilmiyor.- Peki, bu kadar çok şüphesi olan bir dava neden kapanıyor?Dünyanın her yerinde böyle davalar kapanabilir. Öyle bağlantılar vardır ki, olayın açıklanması iki devlet arasındaki ilişkiyi bozacaktır. Devlet de millî menfaati doğrultusunda ilişkinin bozulmaması için dosyayı kapatır. Galiba böyle olmuş. O dönemde Kara Havacılık Okul Komutanı olan Armağan Kuloğlu geleceği parlak bir general. Fakat bir dönem terfi alıyor, sonra emekli ediliyor.- Aynı dönemlerde Çevik Bir, Somali’deki BM Barış Gücü’ne komutan oluyor.Ama burada normal bir yol takip edilmiyor. Komutanlık sırası Türkiye’ye gelince, BM, teamüllere aykırı bir şekilde Bir’in ismini vererek talepte bulunuyor.- Uçakta hayatını kaybeden diğer askerlerin aileleri dava açtı; ama bir sonuç alınamadı.Kara Kuvvetleri’nin bütün uçakları sigortalıyken bu uçak değil. Böyle pahalı şeyleri sigorta eden şirketler çok ciddi araştırmalar yapar, sonra bedel öder. Sigortalı olmayışı açılan tazminat davalarının kapanmasını kolaylaştırdı. VIP uçağı üreten firmanın aleyhine dava açıldı. Ergenekon operasyonunda gözaltına alınan Nusret Senem müdahil avukkattı. Firma “uçak buzlanmadan ve pilotaj hatasından düşmedi” diye rapor verdi. Uçağı üreten firmanın tazminat ödemesi ilkesinde ‘sabotaj’ diye bir madde yok.- Uçağa binmeyen Albay sonra intihar etti.Bu çok ilginç bir nokta aslında. Uçağa binencekler listesinde Albay Kazım Çillioğlu’nun adı var ancak binmiyor. Bu kişi Tunceli’de alay komutanı. Çillioğlu’na konu ile ilgili dava açılıyor. Fakat Albay beraat alıyor. Yalnız beraat kararı 22 Şubat 1994’te veriliyor. Çillioğlu, 3 Şubat’ta intihar ediyor. Böyle deniliyor. İntihar konusu soruluyor; ancak 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcısı kovuşturmaya gerek olmadığı yönünde karar veriyor. Oysa Eşref Bitlis’in uçağı düştüğünde gazetelerde “Kazım Çillioğlu da öldü” diye haberler çıkıyor.UÇAĞIN DEPOSUNA GRES YAĞI KATILMIŞ OLABİLİR- 25 Ağustos 1996’da Aydınlık Dergisi’ne ‘bir general’ diyerek konuşan Veli Küçük, “Eşref Bitlis’i Amerikalılar öldürdü” diyor. Yerel hiçbir bağlantısı yok mu?Bu çapta bir eylem ve sabotaj, yerel bağlantılarla ve amatörlerle yapılmaz. Gres yağını kurutup toz hâline getiriyorlar ve bunu uçağın deposuna atıyorlar. Bu da depoda sıvı hâle geliyor ve tıkanıklıklara sebep oluyor. Kanın pıhtılaşması gibi. Suikast yapacak ülke bunun bir yolunu bulur. Sabotajın şekli tam belli olmamakla birlikte gres yağı ağırlık kazanıyor.- Aydınlık’a konuşan general, Küçük mü?25 Ağustos 1996’da bir general Aydınlık’ın sorularına cevap veriyor. Bu general, yanında iki albay ile birlikte soruları cevaplıyor. Bir vesile ile Doğu Perinçek bir gazetecinin Küçük aleyhine konuşması sebebiyle “Veli Küçük Paşa sizin bildiğiniz gibi değildir. Bitlis suiksatını resmî olarak ilk açıklayan kişi odur.” dedi. Hâlbuki bu doğru değil. Bitlis’in öldürüldüğüne dair ilk açıklamayı RP Lideri Necmettin Erbakan, 27 Aralık 1993’te Mersin’de yapıyor. “Paşa’yı Çekiç Güç öldürdü.” diyor.KÜÇÜK, “AYDINLIK’A KONUŞAN GENERAL BEN DEĞİLİM” DEDİ- Küçük’ün detaylı bilgisi var mı?Perinçek’in açıklaması üzerine ben Veli Küçük ile görüştüm. Gözaltına alınmadan bir hafta önce Üsküdar’daki ofisinde görüştük. Küçük’e Aydınlık’taki açıklamayı yapan kişinin kendisi olup olmadığını sordum. Bana “En başta söyleyeyim, o general ben değilim.” dedi. Böyle de çelişkili bir durum var.- Aydınlık, “Cem Ersever’in de dahil olduğu bir ekip Bitlis’i öldürdü” diye yayınlar yaptı bir dönem. Bu ne kadar doğru?Ben Küçük’e sordum bunu. Konu, Can Dündar ile Adnan Akfırat’ın yazdığı kitaplarda da geçiyor. Veli Küçük, suikast işinde Ersever’in olmadığını söyledi. Zaten o konuda da benim bilgilerim net. Ersever’in avukatı Emin Emir ile de görüştüm. Ersever, Aydınlık’a verdiği ropörtaj için mahkemeye verilmişti ve bunun duruşması için Ankara’ya gelirken öldürülüyor. Ersever, Bitlis suikastında yok. Ama şu var ki Bitlis’i de, Ersever’i de aynı ekip öldürmüştür.ERSEVER’İN KAYIP “ŞAM’DAKİ KEMANCI” KİTABINI BİR DGM SAVCISI YAYINCIDAN İSTİYOR- Ersever’in hatıra defteri kayıp...Ersever’in iki kitabını yayımlayan yayınevi sahibiyle görüştüm. Kendisi, Ersever ile görüşen son kişi. Bu bile benim Ersever’in Bitlis suikastı işinde olmadığını anlamama yetti. Yayıncı “Ersever’in hiç harçlığı yoktu, benden 30 milyon lira harçlık aldı.” dedi. Bu çapta bir suikastı büyük bir devlet adına yapan adamın para sıkıntısı çekmemesi lazım. Ersever yapsaydı, kolay kolay öldürülmez, mahkemeye verilmezdi.- Ersever neden öldürüldü o hâlde?Veli Küçük de benim kanaatimi teyit etti. Yayıncı arkadaşın anlatığına göre, Cem Ersever “Şam’daki Kemancı” diye bir kitap üzerinde çalışıyordu. Ersever yayıncısına diyor ki “Ben Eşref Bitlis sukisatını araştırdım.” ‘Araştırıyorum’ demiyor. Başından beri araştırıyor. “Öyle bir sonuca ulaştım ki, içinde yüksek rütbeli biri var, şimdi sana ismini söylesem sen bile inanmazsın. Ama birkaç gün sonra belgesiyle birlikte sana vereceğim.” diyor. Küçük’e bunu sordum. O da bana “Ersever istihbaratçı olarak yaratılmış biridir, o ister görevde olsun ister olmasın o araştırmayı yapmıştır.” dedi.- Bitlis’i Amerikalılar, Ersever’i de aynı ekibin yerel temsilcileri mi öldürdü?Öyledir. ‘Yüksek rütbeli birisi var’ dediğine göre. Bu kitap kayboldu. Bu yayıncı arkadaşa geldiler o dönemde. Çok tanınan güçlü bir eski DGM savcısı kitabı istiyor. Yayıncı “Bende yok.” diyor. Bunun üzerine savcı, “Şimdi sana inanmadım; ama bu kitap bir sene, on sene sonra yayımlanırsa sadece seni değil, yedi sülaleni yok ederiz.” deyip gidiyor.- Ersever’in öldürülme şekli amatörce gibi.Raporlara göre, “İlaçlı sorguya tabi tutuldu.” deniyor. Bu medyaya ve yazılan kitaplara, ‘ilaçlı sorguya tabi tutulmadı’ diye yansıdı. Ancak kitaplarda böyle denmesi de çok ilginç. Çünkü durup dururken böyle bir tez ortaya atılıyor. Soner Yalçın’ın kitabında bu var. Oysa ilaçlı sorguya tabi tutuldu. Bunu bir mafya ve yerel amatör kişiler yapamaz. Böyle bir rapor devlette var. Cem Ersever ile Eşref Bitlis çok yakınlar, ‘baba-oğul’ gibiler. Ersever istifa kararı alınca Eşref Paşa, “İstifa etme, seni şûrada yarbay yapacağız.” diyor.- Dış güçlerden söz ediyorsunuz; ancak yerel güçler Ersever’in kitabının peşine düşüyor?Devlet içinde bu işe onay verilmesi mümkündür. Benim tezimde bu işi yerel birisi yapmamıştır; ama içinde vardır. Bu çapta suikastı bir istihbarat örgütü yerel ya da amatör birine yaptırmaz. “Yahu bu artık bizi sıktı, haberiniz olsun” denilerek yüksek mevkilerdeki birilerinin onayı alınmış olabilir. Profesyonel işi bu. JUSMMAT’ın bakımını yapan teknisiyenler önemli. Amerika derin devletinin kontörülünde bu kuruluş. Türkiye’de derin bir devlet varsa, irtibatı varsa bunu yapan kuruluş da budur.- Susurluk gibi vakalar derin devletin bakiyeleridir. “Bu işler birtakım gizli servislerle ilişkili” tezini işliyorsunuz. Nereye kadar uzanıyor?Mesela, Sovyetler Birliği yıkılınca ABD tek süper güç olarak kaldı. Devlet geleneği olmadığı için ‘züccaciye dükkânına girmiş fil’ gibi davranıyor. Etrafı yıkıp döküyor. Öncesinde çift kutuplu ve şiddet dengesine dayalı bir dünya vardı. Bu iki kutbun etrafında birer blok teşekkül etmişti. Emperyalist devletler bu bloklarla bağlantılarını, ülkelerin içindeki işbirlikçileri vasıtasıyla yapıyordu. ABD için NATO bir emperyalist araçtı. Yani NATO bir yönden bu ülkelerin güvenliğini sağlarken, öte taraftan ABD’nin bu ülkelerdeki menfaatlerini gözetiyordu. Ne zaman ki Sovyetler yıkıldı, ABD bu örgütlere muhtaç olmaktan kurtuldu ve tasfiyeye gitti. İlk tasfiye Susurluk olayıyla yapıldı kısmen. Bakiyeleri de bu Ergenekon davası.- Susurluk’ta kim tasfiye edildi?Susurluk’ta yine o yapı tasfiye edildi. Yani JUSMMAT etrafında Türkiye’de teşkil edilmiş olan Özel Harp Dairesi gibi halk arasında ‘derin devlet’ olarak ifade edilen fakat aslında JUSMMAT’ın kontrolündeki yapı.- Bu operasyonu yapan ABD mi?Evet. Şimdi de o kalıntılar tasfiye ediliyor gibi geliyor bana. Fakat bu tezimin bir zayıf noktası var. Görüyorum, fakat izah edecek bir şey de bulamıyorum. Şimdi bir taraftan ABD kendisine bağlı o soğuk savaş döneminde oluşturduğu yapıyı tasfiye ediyor. Bir taraftan da tasfiye sırasında hep Türkiye’de ABD’nin yaptığı operasyonlar deşifre oluyor. Bu çelişkiyi ben kafamda izah edemiyorum.- Yani Ergenekon operasyonunu buna mı bağlıyorsunuz?ABD’nin ihtiyacı olmayan yapıyı tasfiye etmesine bağlıyorum. Bu arada yerel yerli millî bir yapı var: Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bu devlette birileri, sanki ABD’nin bu tasfiyesinden istifade ile yerli millî olan yapıları tasfiye ediyor. Yani bir taraftan Gladyo tasfiye ediliyor. Bir taraftan yerliler, milliler bir şeyleri tasfiye ediyor.-Ergenekon türü yapılanmalar yabancı gizli servislerle çalışır mı?Şimdi şöyle; TSK’da general rütbelerinde değilse insanların bir araya gelip de Türkiye’de darbe yapma imkânı yoktur. 1 milyon kişilik TSK’ya karşı tankı, tüfeği, uçağı ile öyle sivillerin yapabileceği bir şey değildir bu. Siviller böyle bir araya gelip ‘biz darbe yapacağız’ diyorlarsa bunların arkasında mutlaka bir başka devletin olması lazım. Bir istihbarat örgütü Türkiye’de operasyon yapmak isterse, kendisi bir örgüt kurmaya uğraşmaz. Mevcut yapılanmalar varsa, ki her ülkede var, bunlarla bir şekilde temasa geçer ve işi kotarır. Bu manada diyorum ki böyle örgütlenmelerin mafya dahil arkasında bir devlet yoksa ayakta duramaz. Ergenekon’da da darbe varsa o zaman muvvazaf birilerine ulaşılması lazım. Ulaşılmazsa bu davadan hiçbir şey çıkmaz.ERSEVER’İ İHBAR EDEN MUSTAFA DENİZ YAŞIYOR- Başka bir iddia daha var. Eşref Paşa’yı Amerika Ersever’e öldürttü, Ersever’i de Abdullah Çatlı’ya.Bu iddia doğru değil. Ersever ile Bitlis arasındaki baba-oğul ilişkisi Ersever ile İhsan Hakan kod adlı Mustafa Deniz arsında da var. Onu itirafçı yapıp sivil memur kadrosunda çalıştıran kişi Ersever’dir. Ama bu Ersever’i tuzağa düşürüyor.- Mustafa Deniz de öldürülüyor.İhsan Hakan, yani Mustafa Deniz, Ersever’i tuzağa düşürdü. Ama sonra “Mustafa Deniz, Nevval Boz ve Cem Ersever ölü olarak bulundu.” deniyor. Ancak Mustafa Deniz ölmedi, öldürülmedi, o hâlâ yaşıyor. Gösterilen ceset ona ait değil. Yaşadığına dair küçük şüphelerim vardı; ancak Veli Küçük’le görüştükten sonra bütün şüphelerim gitti. Görüşmede ben Küçük’e bir şeyler anlatınca bana birden “Bunları Mustafa Deniz mi söyledi?” dedi. Ben de “O ölmedi mi?” diye sordum. Ama bir daha olumlu veya olumsuz cevap alamadım. Ölen biriyle ben nasıl görüşmüş olabilirim? Şu anda Mustafa Deniz’in İzmir’de yaşadığına dair bilgilerim var.- Cesetleri ayarlamak o kadar kolay mı?Bu cesetler üç-beş gün sonra bulundu. Mustafa Deniz’in yerine birini koymak istiyorlarsa bunu kolayca yaparlar. Çürüme ve tahrifat olunca zaten tanınmaz bir hâle gelir. Ama böyle şeyler istihbarat örgütlerinin işine geliyor ve birtakım dosyalar kapanmış oluyor.TARIK BİTLİS: NORMAL BİR ARAŞTIRMA OLSA FAİL BULUNURDUOrgeneral Eşref Bitlis’in ölümüyle ilgili sır perdesinin aralanmasını en çok isteyenlerden biri de oğlu Tarık Bitlis. Babasının ölümü için ‘karanlık bir olay’ nitelemesi yapan Bitlis, yıllardır bunun acısını çektiğini anlatıyor: “Her gün, her dakika, 15 sene sonra dahi babamın nasıl öldüğü konusunda birtakım soruların olması, cevapların olmaması vatandaş olarak beni rahatsız ediyor, üzüyor.” Babasının ölümünün kamuoyunda yıllardır tartışıldığını ve genel kanaatin ‘suikast’ yönünde olduğunu vurgulayan Tarık Bitlis, “Araştırması neden tam olarak yapılmadı? Başından itibaren normal kurallar çerçevesinde araştırma yapılsaydı sorulara cevap bulunabilirdi.” diyor. Bu karanlık olayın bir gün aydınlanacağına inanan Bitlis, konunun uluslararası boyutuna dikkat çekiyor. ABD’nin dünyanın değişik yerlerinde 25 generali uçak kazalarıyla yok ettiğini söylüyor. Olayın içindeki örgüt veya kişilerden birinin zaman aşımı dolduktan sonra açıklamalar yapabileceğini düşünüyor. Meselenin, ‘bulunsun, çözülsün’ yaklaşımıyla sonuçlanmayacağını belirtirken şu yorumu yapıyor: “Eğer bu dış mihraklı bir güçse, o güce karşı bir savaş nedenidir babamın ölümü. Bu konu muhtemelen Türkiye’nin dış ilişkilerinde masa altı pazarlıklara yol açıyor olabilir. Bunu ispatladınız mı, diyelim ki Amerika’nın, İngiltere’nin ya da İsrail’in yaptığını söylediğiniz anda, o ülkeyle önünüzdeki 50 yıllık ilişkinizi etkiler. Böyle bakıldığında faili bilseniz de kamuoyuna yansıtma imkânı sıfırdır.”(Baran Taş) İPEKÇİ SUİKASTI ‘ANTİTERÖR BİRLİĞİ’NİN İŞİ; AMA ÜSTLENMEDİ- Siz iki ayrı Türk İntikam Tugayı (TİT)’ndan söz ediyorsunuz. Abdullah Çatlı, TİT’in neresindeydi?1980 öncesindeki TİT muhafazakâr ülkücü camiada taban bulan bir yapıydı. Şimdiki TİT ile geçmiştekinin hiçbir bağı yoktur. Bunlar daha farklı amaçlara hizmet ediyor. Çatlı, TİT’te değil. Ankara’da 7 TİP’linin öldürülmesinden sonra ülkü ocaklarına genel başkan olmak istedi. Ancak Muhsin Yazıcıoğlu ve Mustafa Mit’in desteği ile Şefkat Çetin genel başkan oldu. Çatlı da İstanbul’a geçti. İstanbul’da kendisine illegal bir örgüt kurdu. Büyük bir iş adamının desteklediği Antiterör Birliği isminde. İş adamı, bir dönem Cemalettin Kaplan’a finans desteği sağlamış, halen Almanya’da yaşayan eski Nazi Yüzbaşısı. Tito’ya karşı Yugoslavya’da mücadele etti. Tito Yugoslavya’ya hâkim olunca, eski Nazi liderlerini saklamak üzere kurulmuş olan Nazi Örgütü Odessa’yı aldı, Türkiye’ye getirdi. Çatlı, bu adamla birlikte kurdu örgütü. Antiterör Birliği, İstanbul’da Abdi İpekçi’yi öldürdü; fakat bunu üstlenmedi. Ümit Yaşar Doğanay’ı da bunlar öldürdü. Milliyet’in karikatüristi Bedri Koraman’a yönelik suikast teşebbüsü yarım kaldı. Daha sonra üç profesör öldürüldü. O iş adamı aynı zamanda CIA’ya da çalışıyordu. İpekçi suikastı CIA’nın ajanı Frank Terpil ve o iş adamının isteği üzerine Çatlı’nın Antiterör Birliği tarafından gerçekleştirildi.

Barzani Ailesinin İlginç Bağlantıları

Irak Kürtleri I.Körfez Savaşına giden yolda önemli bir rol oynadılar, çünkü onların ayrılıkçı hareketi ve bağımsızlık talepleri ve Batı ile ortak hareket etme istekleri Batının Irak’ı zayıflatma isteği ve politikası ile örtüşüyordu. Bu sayede Arap Dünyasının liderliğini ele geçirmek için girişimlerde bulunan ve her fırsatta İsrail’e rakip olan Irak yoldan çekilecekti.1

Kuzey Iraktaki bu problemin kaynağı I. Dünya Savaşı yılları idi. Batılı devletler Osmanlı İmparatorluğunu zayıflatmak için bu topluluklara otonomi (bağımsızlık değil, özerklik) sözü vermişlerdi.

Sürekli bölge dışı güçlere dayanarak karışıklık çıkarma ve kazanımlarını arttırma amacında olan Irak Kürtleri 1922 – 1923, 1931 – 1932, 1943, 1961 – 1975, 1980 ve 1991’de ayaklanmışlardır. Bunlara Abdüsselam Barzani tarafından I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin yanında yer alarak çıkardığı isyan da eklenebilir. (isyanın amacı açıktır; Iraktaki Osmanlı Kuvvetlerini meşgul ederek İngiliz ilerlemesinin kolaylaşmasını sağlamak) Fakat Abdüsselam fazla bir başarı gösterememiş, Osmanlı Kuvvetleri isyanı bastırması akabinde idam edilmiştir.2 (Barzanların Türkiye aleyhtarlığının sebebi de bu şekilde ortaya çıkmaktadır.) Abdüsselam’ın idamından sonra yerine kardeşi Ahmet geçmiştir. Ahmet de abisinin yolundan başarı ile gittiği için İngilizler tarafından ödüllendirilmiş ve 1918’den itibaren hakimiyeti altındaki saha genişletilmiştir.

Barzanlar, savaş sonrasında da İngilizlere yardımcı olmaya devam etmişler; 1922’de Irak Devletinin İngiliz Mandasını kabul etmesini sağlamak için isyan etmeleri istenmiş, karşılığında vaat edilenler oldukça cazip olmalı ki bu isteği hemen yerine getirmişlerdir. 1931 yılında Irak Devletinin İngiltere ile Savunma Antlaşması imzalaması için yeniden baskı unsuru olarak kullanılmışlardır; Barzanlar tekrar isyan etmiş, 1932’de anlaşma imzalanınca isyan da sona ermiştir.

Kuzeyde Barzanların sürekli huzursuzluk çıkarmasından bıkan Irak devleti buradaki kontrolünü güçlendirme ihtiyacı duymuş ve bu yönde girişimlerde bulunmuştur. Fakat bu girişimlerinin sonucunun kendileri için hayırlı olmayacağını bilen Barzanlar Irak Devletinin merkezi yönetimi güçlendirme isteğine karşı çıkmışlar ve bu girişimlerin önünü kesebilmek için yeniden isyan etmişlerdir. Fakat isyan kısa sürede bastırılmıştır. Yenilen isyancılar, Ahmet ve Mustafa Barzani başta olmak üzere, Türkiyeye sığınmışlar, 1933 yılında Irak Devleti genel af ilan edene kadar da Türkiyede kalmışlardır.3

1941 yılında Irakta İngiliz İşgaline karşı çıkan ayaklanmada İngilizler sadık müttefikleri Mustafa Barzani’den yeniden yardım istediler. Irak Ordusunun meşgul edilmesi için gerekli olan isyan 1943 yılında İngilizlerin de onayı ile başladı, ama Irak Devleti tarafından kısa sürede bastırıldı. Zaten isyana da gerek kalmamıştı, çünkü Irakta İngiliz yanlısı olan Nuri El Said idareyi ele geçirmişti. Bunun üzerine Bağdattaki İngiliz Büyükelçisi Molla Mustafa Barzaniye isyanı sona erdirmesini rica eden!!! bir mektup gönderdi. Barzaninin cevabı ise oldukça manidardı; Molla Mustafa Barzani İngiliz Büyükelçisinin emirlerine uyacaktı.4 Ama yıllarca süren her fırsatta isyan etme alışkanlık haline gelmiş olacak ki, Barzani ve adamları Rusya desteğinde kurulan Mahabad Cumhuriyetini desteklemek için İran’a geçtiler. Mustafa Barzani bu kısa süre yaşayan kukla devlette savunma Bakanı oldu. Ama 1946’da Mahabattaki isyan İran tarafından bastırılınca ortada kalan Barzani SSCB’ne gitmek zorunda kaldı. Burada da 1958 yılına kadar, Irak Devletbaşkanı Kasım geri dönmesine izin verene kadar, kaldı.5

1958 Devriminden hemen sonra, Kasım’ın İran’ın Huzistan bölgesi ve Kuveytte Osmanlı Dönemindeki sınırları kaynak göstererek hak iddia etmesi, Batı ile olan ikili ilişkilerin hızla bozulmasına sebep oldu.6 İranda Musaddık hadisesini yeni sona erdirmiş olan Batı bu bölgedeki kendi anladığı ve kabul ettiği ve anladığı anlamdaki istikrarı kimsenin bozmasını istemiyordu.

Kasım’ın Ortadoğuda Sovyet ilerlemesini durdurmada önemli bir bariyer, kuşak oluşturma çabası olarak görülen Bağdat Paktından ayrılması ise ilişkilerin daha da gerginleşmesine sebep oldu. Üstüne üstlük Irak Devleti Batılı petrol şirketleri tarafından işletilen tüm arazilerin devletleştirilmesi yönünde karar alınca yeni bir isyanın çıkması kaçınılmaz oldu.

Irakta 1961 Eylülünde patlak veren isyanı İran, İngiltere ve Barzani önderliğindeki Kürt aşiret reisleri destekledi. Ağalar ve aşiret reisleri de isyanı destekledi, çünkü Irak devletine ve Kasım’a kızgındılar; arazileri 1958 yılında çıkan Toprak Reformu Kanunu ile kamulaştırılmış ve topraksız köylülere dağıtılmıştı. 1975 Martına kadar sürecek olan isyan 1963 yılında Irak Devleti Kürt Bölgesine otonomi verince kısa bir süre için durdu. Fakat bunu Bedirhanlıların Cizre Beyliği türünde küçük bir krallık kurma hülyasında olan Barzani kabul etmedi. Görünürdeki sebepleri de Kuzey Iraktaki özerk bölgenin sınırları içerisine petrol merkezi Kerkük’ün dahil edilmemiş olmaması idi.7

1975 yılına kadar süren bu isyan sırasında Barzani’nin İran üzerinden ABD ve İsrail’den yardım aldığı bilinen bir gerçektir. Fakat buna ek olarak SSCB de Soğuk Savaş rekabetine rağmen kendi kampında yer alan Irak’a silah ambargosu uygulayarak dolaylı yoldan da olsa ABD ile birlikte hareket etmiştir.8 Yapılan bu baskılardan bunalan Irak, anlaşmazlığın görünürdeki sebebi olan Kuveyt ve Huzistan bölgesi üzerindeki hak iddialarından 1975’te İranla yaptığı Cezayir Antlaşması ile vazgeçmiştir. Fakat , uygulanan ambargo ve Kürt İsyanı ile yapılan yıpratma savaşının sebebinin Batının bölgedeki çıkarlarının tehdit edilmesi olduğu açıktır. Başta ABD olmak üzere batılı şirketler bu bölge kaynakları üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabilmeli, kullanmalıdırlar. Aksi bir durum istikrarın bozulmasına, Batıdaki istikrarın bozulmasına sebep olacağı için istenmeyen bir gelişmedir ve oldukça da tehlikelidir.

1975 Cezayir Antlaşması sonucunda İran Kuzey Irak Kürtlerine vereceği desteği keseceğini, 1974 yılında işgal ettiği Sa’id Saad ve Zeyn El Kavs’tan çekileceğini kabul etti. Ayrıca Şattül Arap suyolundaki sınır anlaşmazlığın da sınır Talveg (nehrin tam orta yerinden geçtiği varsayılan hayali çizgi) olarak belirlenmesi ile aşılmasına karar verildi.9 Birkaç hafta sonra da Kürt İsyanı sona erdi. Fakat bu Kuzey Irak Kürtleri arasında görüş ayrılıklarını da gündeme getirdi: Irak Devleti ile Molla Mustafa Barzani’nin Amerikan ve İsrail yardımının kesilmesi üzerine anlaşmaya varmasını Celal Talabani öndeliğinde bir grup kabul etmedi. Bu grup Barzani’nin Kürdistan Demokrat(?) Partisinden (KDP) ayrılıp Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) adında Marksist çizgide yeni bir oluşuma gittiler. KYB’ne göre isyan devam ettirilmeli idi. Bu kapsamda 1980 İran – Irak savaşına kadar da kendi küçük isyanlarını devam ettirmeye çalıştılar.

İran – Irak Savaşının patlak vermesi ile İran tarafında yer alan KYB, Irak Devletine karşı olan isyanını sürdürme imkanı buldu. Buna bu sıralarda Mustafa Barzani’nin yerine geçen Mesut Barzani önderliğindeki Kürt Koalisyonu da katıldı. Kürt Koalisyonu İran Ordusunun 1983’te Hac Ümran, 1987’de Mevt ve 1988’de Halepçe’ye yönelik saldırılarına da destek verdiler.10

Kuzey Irakta olağan hale gelen bu karışıklık ve kargaşa I. Körfez Savaşında tekrar başladı. Daha önce babasının ABD’nin eyaleti olma isteğini unutmayan Mesut Barzani ABD’nin yanında yer aldı; gerek Barzani gerekse de Talabani ABD’nin vaatlerine inanarak Savaş sonrasında 1991 yılı Mart ayında Irak’a karşı tekrar ayaklandılar. Fakat Körfez Savaşında ciddi bir zayiat vermiş olan Irak Ordusu, ordu içindeki Kürtlerin de isyancılara katılmasına rağmen, birkaç günde ayaklanmayı bastırdı. İsyana katılanlar liderlerini bırakarak, hatırlanacağı üzere Türkiye ve İran’a kaçtılar. Başta bir iç isyan çıkarak Irak Hükümetini devirmek istiyormuş gibi bir intiba oluşturan ABD, asıl planı olan bölgede güvenli, merkezi hükümetten bağımsız ve denetimsiz bir bölge oluşturma planı gerçekleştirmek için girişimlerde bulunmak için uygun fırsatı ve ortamı bu sayede oluşturmuş oldu. Bu kapsamda Irak Devletini, ordusunun Kuzeyde 36. paraleli geçmemesi konusunda uyardı. Bunun sonucunda bu bölge “Güvenli Bölge” halini aldı. Güvenli bölgeyi korumak için de, o sırada Türkiye’de bulunan NATO güçlerinden bir görev kuvveti tesis edildi.11 Dönemin Cumhurbaşkanı olan ve Musul – Kerkük Fatihi ve petrol zengini olma hayalleri kuran (hatırlanacağı üzere 1 koyup 3 alacaktı.) T. Özal tarafından Türkiyeyi başlarda olası bir Irak saldırısından korumak için davet edilen ! NATO gücü kısa sürede bir devriye ve saldırı gücü haline getirildi. Kamuoyunda Çekiç Güç olarak adlandırılan bu gücün icraatlerinden her zaman rahatsızlık duyuldu. Bugün içinse bölgede kurulacak yeni bir kukla devletin erken doğumunu önlemek için oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye ve İran gibi Irak’ı da rahatsız eden bu gelişmeler yüzünden S. Hüseyin 18 Nisan 1991’de Erbil’i ziyaret etti ve isyana katılanlara af ilan etti. Bunun üzerine KYB ve KDP otonomi konusunda Bağdatla görüşmeye başladılar ama görüşmeler kısa sürede sona erdi. Celal Talabani hocası Mustafa Barzani gibi Kerkük konusunda ısrar ediyordu. Çünkü çevresindeki güçleri bir arada tutmak için paraya ihtiyacı olduğunu iyi biliyordu. Ayrıca ayrı bir devlet kurmak istemelerinin altında yatan temel saik bölgenin zenginliklerini kendi hesaplarına kullanmak olduğu açıktı.

Kürtler ve Saddam Hüseyin arasındaki görüşmelerin kesilmesi üzerine devlet kademesinde yer alan Kürtler görevlerinden uzaklaştırılmaya, tasfiye edilmeye başlandı. (Türkmenler, daha doğrusu Irak Türkleri zaten potansiyel Türk ajanı olarak görüldükleri için bu kademelere alınmıyorlardı.) Buna karşılık Kürtler 19 Mayıs 1992’de Amerikalıların ve İngilizlerin koruması altında bir göstermelik bir seçim yaparak bu harekete karşılık verdiler. Bu seçime Irakta son yaşanan seçimlerde olduğu gibi, bölgede yaşayan, toprakları işgal edilen ama görmezlikten gelinmeye çalışılan Türkler ve diğer gruplar alınmadı. Seçim sonucunda oluşturulan Kürdistan Milli Meclisi 4 Haziran 1992’de Erbil’de toplandı. 4 Ekimde de Meclis Irak sınırları içinde federal bir devlet kurduklarını ilan etti. Bu açıklama komşu ülkelerde hiç de iyi karşılanmadı.12

KÜRTLERE AMERİKAN VE İSRAİL DESTEĞİ

Irak, 1948 yılında Filistinlilerin yanında israil’e karşı savaş girdiği için İsrail de buna karşılık Kürt İsyanlarını destekleyerek Irakta rövanşı almaya çalıştı. Buna ek olarak Kürtler Iraktaki Yahudilerin İsrail’e göçünde de köprü olarak kullanıldılar. Ayrıca her yönden düşman Arap toplulukları ile çevrili olan ve Arap olmayan gruplardan kendisine müttefik arayan İsrail için Kuzey Irakta, diğer devletler arasında sıkışmış ve kendini yalnız hisseden bir Kürt Devletinden daha iyi müttefik olamazdı. İsrail, en çok ihtiyaç duyduğu doğal kaynaklardan su ve petrolü de buradan temin edebilirdi, çünkü Kürtlerin paraya olan düşkünlüğü dini saiklerin bu işin önüne geçmesine engel olacağı biliniyordu. Burada en büyük handikap ise coğrafi bir bağlantısı olmayan İsrail ve Kuzey Irak’ın bu bağlantıyı nasıl kuracağı idi. Bunun için zayıf bir Irak ve Suriyenin olması gerektiği açıktı. Ya da doğrudan toprak işgali ve İngilizlerin çizdiği sınırların değişmesi ile bu bağlantı sağlanabilirdi. Ama bunun için İsrailin kendi bölgesini dahi iskân etmeye yeterli nüfusu yoktu, o yüzden de zamanı gelene kadar buralara yayılamazdı. Fakat Müslüman olmaları nedeni ile Kürtler daha az tepki çekebilirdi ve bu yüzden bu plan Kürtler tarafından başarılması gereken bir girişim olacaktı.

Bu bağlamda İsrail Kürtlerle irtibatı ilk kez 1962 yılında Şimon Peres, Barzaninin temsilcisi Kamuran Ali Bedirhan13 ile Cenevrede Uluslararası Sosyalist Konvansiyonunda buluştuğunda kurdu. Bunu 1963 yılında iki İsrailli askeri danışmanın Peşmergeleri eğitmek için Kuzey Irak’a gönderilmesi takip etti. 1965’te de ilk Kürt gerilla grubu eğitilmek için İsrail’e getirildi. Aynı yıl İsrail, Barzaninin güçlerine silah yardımı yapmaya başladı. 1966 yılı sonunda da İsrail Maliye Bakan Yardımcısı Arieh Eliyav beraberinde askeri ve sivil uzmanlardan oluşan bir delegasyon ile Barzaniyi Kuzey Irakta ziyaret etti.14 Yapılan yardımlardan duyduğu memnuniyeti göstermek için Barzani de İsrail’i 1967 Altıgün Savaşında elde ettiği başarıdan dolayı kutladı. (Dönemin İsrail Başbakanı olan Menahim Begin Barzaninin İsrail savaş sırasında desteklediğini ifade etmiştir; Çünkü 1967 Altıgün savaşı sırasında Barzani güçleri geniş çaplı bir saldırı başlatmış, bu sayede Irak Suriye ve Ürdün’ün yardımına gidememiştir.)15

Barzani ilk kez 1967 yılında İsrail’e gitmiş ve yaptığı ziyaret sırasında Levi Eşkol, Abba Eban, Moshe Dayan, Şimon Peres, Golda Meir ve Menahim Begin gibi dönemin idarecileri ile görüşmüş, ayrıca İsrailli gazetecilere mülakatlar vermiştir. Ama ziyaret gizli olduğu için bu mülakatlar ve İsrail’in Kürt İsyanına olan desteği ile ilgili yazılar sansürlenmiştir.16 Bu tutuma rağmen Barzani kendine gösterilen ilgiden oldukça memnun olmuş, Devletbaşkanı gibi muamele edildiğini düşünmekten kendini alamamıştır.

Bu gizli geziden sonra ilişkiler daha de gelişmiş, 1971 yılında Mossad Başkanı Zvi Zamir Barzani ile daha fazla Yahudinin İsraile getirilmesine yardımcı olması için görüşmüştür.

Barzani 1973’te İsrail’i ikinci kez ziyaret etmiş ve ilk gezisinde olduğu gibi İsrail’in önde gelen isimlerince (Golda Meir, Moşe Dayan, Yigal Allon, Menahim Begin ve Zvi Zamir) kabul edilmiştir.17 Bu gezi sırasında İsrail Barzani’nin Peşmergelerine askeri yardım ve eğitim vermeyi kabul etmiştir. Buna ek olarak Barzani’ye aylık 50.000 $ yardım! yapılmasına karar verilmiştir.18

Bu bonkörlüğün karşılığı olarak 1970 – 1973 yılları arasında Mesut Barzani 5.000 Irak Yahudisinin İsrail’e gönderilmesinde yardımcı olmuştur.

1973’te ise Kuzeyde isyan devam ederken baba Molla Mustafa Barzani eğer Kerkükteki petrol sahasının kontrolü kendisine verilirse işletmesini bir Amerikan Şirketine vereceğini ilan etti ama Amerika’dan beklediği olumlu cevabı alamadı. Çünkü Vietnam’da ciddi şekilde köşeye sıkışmış olan ABD bunu çözmeden başka bir yerde sonunun ne olacağı pek kestirilemeyen yeni bir maceraya girişmek istemiyordu. Mustafa Barzani destek bulmak ümidi ile 1977’de Amerika’ya gitti. İki yıl sonra da orada öldü.

1977’de ABD gelir gelmez ilk yaptığı iş ise ABD Senatosu New York Temsilcisi Stephen Solarz’la görüşmek oldu.

Amerikalılara gelince, Sovyet yörüngesine yaklaşan Irak’ı daha kolay kontrol edebilmek için İngilizlerin isyanları araç olarak kullanma politikasını olduğu gibi benimsediler. Fakat doğrudan erişimleri olmadığı için önce İran ve İsrail’i, Körfez Savaşında sonra ise Türkiye’yi aracı olarak kullandılar. Örnekle açıklamak icap ederse: 1961 yılında çıkan İsyanın başlarında Molla Mustafa Barzani başarılı olamadı ve İran’a sığındı. Burada kendisine Amerikalıların desteği ile bir radyo istasyonu, matbaa, Peşmergelere ideolojik ve askeri eğitim vermek için bir kamp kuruldu. Ayrıca istihbarat desteği de sağlandı. İran ayrıca ABD ve İsrail’in yardımlarının da Barzani’ye ulaştırılmasını sağladı. (Fakat bu hareketin Bumerang Etkisi yıllar sonra ortaya PKK’nın İran versiyonu PJAK olarak çıktı. Bu bölgede kurulan kamplardan bazı fikirler etrafındaki bölgelere yayıldı ve zamanla taban buldu. Bu yüzden “Rüzgar ekenin fırtına biçeceği” sözü siyaseten de doğrulanmış oldu.)

Öyle ki, 1969 yılında Barzani’nin ABD’nden aldığı yardım 14 Milyon $ ulaşmıştı. Bundaki amaç oldukça basitti, Irak’ı zayıflatmak ve meşgul etmek için Kürt İsyanı devam etmeli idi. Ama Kürtler daha ileri gitmemeliydi, sadece Irak’ın kaynaklarını tüketmeliydiler. Çünkü daha fazla güçlenirlerse Türkiye ve İran’ın dolayısıyla da Ortadoğu ve Ön Asya’nın istikrarını bozabilirlerdi.19

ABD, Irak petrol endüstrisini milleştirme kararı alınca daha önce yüzüstü bıraktığı Kürtlere destek sağlanması konusunu tekrar gündeme getirdi. Nixon yönetimi yeni çıkan Kürt isyanı ile Iraktaki rejimi devirmeyi planlıyordu. Rejim değişince hem ABD hem de diğer ülkeler Irak’a geri dönebilirdi.20 Bu amaçla SSCB’ne giden Nixon, gezi dönüşünde Washington’a iner inmez Maliye Bakanı John Connally 16 Milyon $ ile Tahran’a gönderdi. Para SSCB ikna edildiği için Barzani’ye aktarılacaktı.

Bunu ihtiyaç duydukları malzemeler ve yardım konusu görüşmek isteyen Kürt delegasyonunun Washington’u ziyareti izledi.21

1974 yılı 11 Martında gelişmelerden iyice endişelenen Irak Devleti Kuzeye otonomi veren yasayı kabul etti ama bu teklif daha önce de belirttiğimiz gibi 2 hafta içinde reddedildi. Çünkü İran ve ABD Barzaniye teklifi kabul etmemesi yönünde telkinde bulunmuşlardı. Bunun üzerine aldığı destekle Barzani teklifi reddetti ve kontrolündeki 100.000 kişilik güç ile Kamu kurumlarına ve devlet yanlısı Kürt aşiretlerine saldırdı. Irak Devleti buna karşılık verdi ama bu sefer isyancıların daha iyi teçhiz edilip eğitildiklerini hemen anladı. Bu yüzden de isyancılardan daha çok arkasında yer alan güçlerle anlaşmaya çalıştı. Öncelikli olarak da İran’ın ikna edilmesi gerektiği açıktı.

Bu girişimler sonucunda daha önce de belirttiğimiz gibi, İran’la Irak arasında 6 Mart 1975’te Cezayir Antlaşması imzalandı. Anlaşmadan iki gün sonra Irak Ordusu büyük bir saldırı başlattı ve tüm isyan 1 hafta içinde bastırıldı. Barzani bir kaz daha kendisinin bir piyon olduğunu, şartlar olgunlaşınca rahatlıkla harcanabileceğini ve kazançlarını bir anda kaybedebileceğini acı bir şekilde anladı. Bu yüzden Peşmergelerle birlikte savaşan İran askerlerinin geri çekilmesinden sonra, 21 Martta Merkezi hükümetle bir ateşkes antlaşması imzaladı. Barzani de adet edindiği üzere İran’ a kaçtı.

Sonuç olarak, tamamıyla kendi çıkarlarını azamileştirme açısından en kısa ve kestirme yol olarak gördükleri Devletleşme sürecini elde etmek için Kuzey Irak Kürtleri ve diğerleri 20. yüzyılın başından beri uğraşmaktadırlar. (Sevr Antlaşması ile kendilerine verileceğini düşündükleri yerlerde bir Ermenistan olması planlandığını ise ısrarla anlamak istememektedirler.) Bu uğraşı ve girişimler Kendi Kaderini/Geleceğini Tayin Hakkı çerçevesinde haklı görülebilir ama çoğu formel göçlerle ele geçirilen bölgelerin yüzyıllardır kendi toprakları olduğu iddiası asılsızdır. Ayrıca Kürdistan olarak lanse edilen bölge nüfusu homojen değildir. En başta Türkler olmak üzere, diğer gruplar tedhiş ve terörle baskı altında tutulmakta, kendi kültürlerin, geliştirmelerine ve aynen Kuzey Irak Kürtleri gibi Kendi Kaderini/Geleceğini Tayin Haklarına saygı gösterilmemektedir.

Ayrıca ortak bir dili, tarih geleneği ve kültürel birikimi olmayan toplulukların Balkanlardaki Yugoslavya örneğinde olduğu gibi zorla birleştirilmesi Batı için değil ama bu topluluklar ve bölge için ciddi problemler doğuracaktır.

Zaten halen aşiret yapısı ve anlayışını aşıp, uluslaşma sürecine girememiş bu grupları genel olarak bir devlet çatısı nasıl toplanacakları, toplansalar dahi despot bir idare tarafından yönetilmeleri ve sürekli kontrol altında tutulmaları gerekeceği, merkezi hükümetin mali (vergi toplama vb.) ve güvenlik gibi hizmetlerinde ise ciddi anlaşmazlıklar çıkacağı aşikardır. O yüzden de bu türden bir yapılanmanın ABD’ndeki bazı kaynakların iddia ettiği gibi demokratik bir devlet olamayacağı açıktır.

Bu bağlamda olacaklara Barzani ailesinin ama özellikle de Molla Mustafa Barzaninin hayatı güzel bir örnek olabilir ve ilgilenenlere bir fikir verebilir.

EKLER :

BARZAN ŞEYHİNİN YAKALANMASI İÇİN MUSUL VİLÂYETİNE YARDIMDA BULUNULMASI

[Musul vilâyetince Barzan şeyhinin yakalanması için başlatılan harekâta yardım edilmesi maksadıyla, masrafları vilâyetçe karşılanmak üzere Van'dan iki tabur ile birlikte top ve mitralyöz gönderilmesi için emir verildiği; ancak söz konusu paranın vilâyetçe ödenmesinin mümkün olmadığı, kış mevsimi ve yolların kötü olması sebebiyle de sevkiyatın durdurulması isteğinde bulunulduğu, bunun üzerine paranın Harbiye Nezâreti'nce ödendiği ve sevkiyatın zaruri olduğu yolunda Dâhiliye Nezâretinden Van Vilâyeti'ne çekilen şifre.]

13 R. 1332 (11 Mart 1914)

Bâb-ı Âlî

Dâhiliye Nezâreti

Şifre Kalemi

Van Vilâyeti’nden Gelen Şifre

Müsta‘celdir

Musul vilâyetince Barzan şeyhinin te’dîbine tevessül edildiğinden Van’dan da iki taburun yarın tahrîki lüzûmu Harbiye Nezâret-i Celîlesi’nden fırka kumandanlığına iş‘âr buyurulmuş ve bu iki taburla top ve mitralyözün Musul hudûduna kadar sevki lâ-ekall beş bin liraya mütevakkıf bulunduğundan bugün paranın verilmesi lüzûmu fırkadan bildirilmişdir. Mevcûd sanduk otuz bin guruşdan ibâret olup, ağnâm ta‘dâdı münâsebetiyle umûm tahsildârân da vazîfe-i ta‘dâd ile meşgûl olduklarından nisan ibtidâsına kadar bu vilâyetce tahsîlât imkânı yokdur. Fırkaya mensûb tabur ve hudûd bölükleriyle jandarma alayının otuz bin lira matlûbları vardır. Vilâyetçe yalnız erzâk-ı askeriyyenin te’mîni çâresine bakıldığından mevzû‘-ı bahs harekât-ı askeriyyeye beş pâre verilmesi imkânı olmadığını fırkaya cevâben yazdım. Sevkiyyât-ı askeriyyenin te’hîrinden kat‘iyyen mes’ûl olunacağından bahisle mürâca‘atlarını tekrâr etdiler.Van-Musul hudûdu sekiz gün olup iki taburla topların yalnız masârıf-ı nakliyyesi iki bin lira râddesindedir. Binâ’en-aleyh harekât-ı askeriyyeyi te’hîr etmemek içün on bin liranın telgrafla i‘tâsına müsâ‘ade buyurulması ehemmiyetle müsterhamdır.

Fî 25 Şubat sene [1]329 Vâlî

Tahsin

Bâb-ı Âlî

Dâhiliye Nezâreti

Şifre Kalemi

Van Vilâyeti’nden vârid olan şifredir

Kış mevsiminin şiddetle icrâ-yı ahkâm etdiğinden ve asker arasında hastalık hüküm-fermâ olduğundan bahisle Barzan şeyhine â’id harekât-ı te’dîbiyyenin müstakillen Musul Kolordusunca icrâsı kâbil olup olmadığı vilâyeti müşârun-ileyhâdan sorulmuş idi. Alınan cevâb “Barzan şeyhi lütf-i Hakkla On İkinci Kolordu’nun himmetiyle yakında cezâ-yı sezâsını bulacakdır”dan ibâretdir. Şu hâlde buradan iki taburun şu aralık sevki doğru değildir. Arâzîyi kat‘iyyen gördüm, kâ’im-i makâmlarla da bu def‘a muhâbere etdim. Takuravya ve Humaru nâhiyelerinden geçmek imkânı yokdur. Bugün taburlar buradan hareket etse yirmi günde, bir ayda Şemdinân’a vâsıl olabilecekdir. Yollarda köy konak yokdur. Bu hasta asker yollarda kırılır, yazık olur. Barzan şeyhi kat‘iyyen bu tarafa geçemez. Geçse bile Şemdinân’da Gevâr’da birer tabur ayrıca hudûd bölük askerleri vardır, kaçmak imkânı yokdur. Binâ’en-aleyh mâdâm ki Musul vilâyetince de buradan asker sevkine lüzûm kalmamışdır. Der-dest-i hareket bulunan iki taburun hiç değilse daha yirmi gün te’hîr-i sevki askerin sıhhat ve selâmeti nâmına müsterhamdır. Bu husûsu re’sen Enver Paşa hazretlerine de mürâca‘at etdim. Arâzî ve ahvâle ve askerin sıhhatine vukûf-ı tâmmeme istinâden vukû‘ bulan ma‘rûzâtımın nazar-ı ehemmiyyete alınmasını istirhâm ederim.

Fî 25 Şubat sene [1]329 Vâlî

Tahsin

Verilen emri geri almıyorlar. İki bin lira göndermişdir. Sevkleri zarûrîdir.

Dâhiliye Nezâreti

Târîh: 26 Şubat sene [1]329

Van Vilâyeti’ne (şifre)

25 Şubat sene [1]329. İki telgrafınıza cevâbdır. İki bin lira ile te’mîni mümkin olduğu Harbiye Nezâreti’nden bildirilmesine mebnî o mikdar para gönderilmişdir. Verilen emri geri almıyorlar sevkleri zarûrîdir.

[imzâ]

Hasan Fehmi

BOA. DH. KMS, nr. 3/34, Belge sıra nr. 32, 33.22

KAYNAKLAR

Burhaneddin Yasin : Vision or Reality? The Kurds in the Policy of Great Powers, 1941 – 42 , Lund University Press, Lund, İsveç 1995.

Edgar O’Ballance : The Kurdish Struggle: 1920 – 1994, Macmillan Press Ltd., Londra 1996.

Edmund Ghareeb : The Kurdish Question in Iraq, Syracuse University Press, New York 1981.

————————- : “The Roots of Crisis: Iraq and Iran”, Christhopher C. Joyner (Der.) : The Persian Gulf War: Lessons for Strategy, Law and Diplomacy, Greenwood Press, New York 1990 içinde s. 21 – 38.

Fadıl El-Berrak : Mustafa El-Barzani: El Usturah Vel Hakika (Mustafa Barzani: Efsane ve Gerçek), Dar’el Şu’un El Takafia El Amme, Bağdad 1981.

Kenneth R. Timmerman : The Death Lobby : How the West Armied Iraq, Houghton Mifflin Company , New York 1991.

Mahmut Çetin : Kart Kurt Sesleri, İsyancı Bedirhan Beyin Yaramaz Çocukları ve Bir Kardeşlik Poetikası, Marifet Yayınları , İstanbul 2002.

Musul ve Kerkük ile İlgili Arşiv Belgeleri , T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü , Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Yayın Nu : 13, Ankara 1993 , internet adresi : http://www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/musul/2b_75.htm , indirilme tarihi : 19.07.2006.

Nicola El Ferzali (Der.) : Es Sira El Arabi-El Farsi (Arap – Fars Mücadelesi), The Arap World Publications, EMA, Paris 1982, s. 229 – 246.

Rohat Alakom : Şerif Paşa, Bir Kürt Diplomatın Fırtınalı Yılları (1865 – 1951), Avesta – İnceleme : 40/8, Beyoğlu İstanbul 1998.

Sa’ad El Bazzaz : Gulfwar : The Israeli Connection, Dar El Ma’mun, Bağdat 1989.

U.S. Senate Committee on Foreign Relations : War in the Persian Gulf : The U.S. Takes Sides, U.S. Printing Office, Washington 1987.

1 “Sadece birkaç Kürt lider onlara Irak’ı İsrailden uzak tuttukları için onlara yardım ettiğimizi bileceklerdi.” Bkz. Edmund Ghareeb : The Kurdish Question in Iraq, Syracuse University Press, New York 1981, s. 144.

2 Şeyh Abdüsselam Barzaniyi Musul’a vali olarak atanan Süleyman Nazif idam ettirir. Bkz. Rohat Alakom : Şerif Paşa, Bir Kürt Diplomatın Fırtınalı Yılları (1865 – 1951), Avesta – İnceleme : 40/8, Beyoğlu İstanbul 1998, s. 61.

Bkz. Ekler : Abdüsselam Barzaninin yakalanması için İçişleri Bakanlığından (Dahiliye Nezareti) Van Vilayetine çekilen mesaj.

3 Bkz. Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 32 – 33. , Ayrıca bkz. Fadıl El-Berrak : Mustafa El-Barzani: El Usturah Vel Hakika (Mustafa Barzani: Efsane ve Gerçek), Dar’el Şu’un El Takafia El Amme, Bağdad 1981, s. 27 – 37 ve 63 – 85.

4 Kendi ifadeleri daha ilginçtir : “Bir oğlun babasının sözünün dinlediği gibi İngiliz Büyükelçisinin sözünü dinleyeceğini ve emirlerini hemen yerine getireceğini ifade etmiştir.” Daha fazla bilgi için bkz. El-Berrak : a.g.e. , s. 98 – 105.

5 Bkz. El-Berrak : a.g.e. , s. 135 – 151. , Ayrıca bkz. Burhaneddin Yasin : Vision or Reality? The Kurds in the Policy of Great Powers, 1941 – 42 , Lund University Press, Lund, İsveç 1995, s. 208 – 219.

6 İran sınırları içinde kalan, İran – Irak Savaşında da yoğun çarpışmaların yaşandığı yerlerden birisi olan Huzistan Bölgesine İranda “Arabistan” da denilir. Adından da anlaşılacağı üzere bölge nüfusunun çoğunluğu Araptır. Huzistan 1925 yılına kadar Şeyh Haz El Bin Merdav tarafından yönetilmiş bir şeyhliktir. 1925 yılından sonra yapılan sınır düzenlemeleri ile İran’a bırakılmıştır.

7 Bkz. El-Berrak : a.g.e. , s. 167 – 178. , Ayrıca bkz. Edgar O’Ballance : The Kurdish Struggle: 1920 – 1994, Macmillan Press Ltd., Londra 1996 , s. 94 ve Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 43, 60 – 65.

8 Bkz. Kenneth R. Timmerman : The Death Lobby : How the West Armied Iraq, Houghton Mifflin Company , New York 1991, s. 17 – 19.

9 Şattül Araptaki İran – Irak Sınırı 1913 – 1914 yıllarında yapılan anlaşmalarla çizilmişti. O zaman varılan anlaşmaya göre İran sınır nehrin doğu kıyısından başlayacaktı. Bu nehir boyunca aynı şekilde olacaktı; fakat 1937 yılında yapılan kısmı düzenleme ile sınır Hürremşehir ve Abadan kısımlarında sınırın nehrin ortasından geçmesi kararlaştırıldı. 1975 yılında varılan anlaşma ile bu uygulamanın tüm suyolu boyunca geçerli olması kabul edildi. Bkz. Edmund Ghareeb : “The Roots of Crisis: Iraq and Iran”, Christhopher C. Joyner (Der.) : The Persian Gulf War: Lessons for Strategy, Law and Diplomacy, Greenwood Press, New York 1990 içinde s. 26 – 29 , Ayrıca bkz. Nicola El Ferzali (Der.) : Es Sira El Arabi-El Farsi (Arap – Fars Mücadelesi), The Arap World Publications, EMA, Paris 1982, s. 229 – 246. ve U.S. Senate Committee on Foreign Relations : War in the Persian Gulf : The U.S. Takes Sides, U.S. Printing Office, Washington 1987, s. 7.

10 Bkz. El-Berrak : a.g.e. , s. 269 – 270. , Ayrıca bkz. O’Ballance : a.g.e. , s. 123, 134 – 135.

11 Bu görev gücünün farklı isimleri vardı ; Amerikalılar “Operation Poised Hammer”, İngilizler “Operation Provide Comfort” adını verirken, Türkiyede ise “Çekiç Güç” adıyla anılıyordu. Bkz. O’Ballance : a.g.e. , s. 189.

12 Bkz. O’Ballance : a.g.e. , s. 185 – 202.

13 Bedirhanlılar için bkz. Mahmut Çetin : Kart Kurt Sesleri, İsyancı Bedirhan Beyin Yaramaz Çocukları ve Bir Kardeşlik Poetikası, Marifet Yayınları , İstanbul 2002.

14 Bkz. Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 142.

15 Bkz. Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 142.

16 9 Kasım 1987’de İsrail gazetesi Maariv Barzaninin 1968 yılında yaptığı İsrail gezisini haber yaptı. Habere göre gezinin amacı İsraille Kürt ayrılıkçı hareketi arasındaki işbirliği ve irtibatı güçlendirmekti. Gezi sırasında Barzani eski dostu Kuzey Iraklı Yahudi David Garai (Ghannu) ile Tiberias’taki evinde görüştü. Yapılan görüşmede Kuzeydeki doğal kaynaklar konusunda konuşuldu; Garai Kuzey Irakta zengin altın yatakları olduğunu iddia etti ; Barzani ise bu iddiayı bir adım ileri taşıdı ve petrol, gümüş, demir, bakır ve kömür olduğunu da ekledi. Ama bunları kullanabilmemiz için önce bir devletimiz olması lazım demeyi de ihmal etmedi. 1973 yılında yaptığı ikinci ziyaretinde ise Barzani Garai’yi tekrar ziyaret etti. Garai’nin evinde bu görüşmede İsrail vatandaşı Kürtler de hazır bulundular. Barzani Moşe Dayan’a düğün hediyesi dahi verdi. Daha fazla bilgi için bkz. El-Berrak : a.g.e. , s. 290 ve 300 – 301.

17 Bkz. El-Berrak : a.g.e. , s. 205 – 253, Ayrıca bkz. Sa’ad El Bazzaz : Gulfwar : The Israeli Connection, Dar El Ma’mun, Bağdat 1989 , s. 136 ve 147 – 148.

18 Bkz. Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 143.

19 Bkz. Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 138 – 140

20 Bkz. Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 140 – 141.

21 Bkz. El-Berrak : a.g.e. , s. 205 – 253. , Ayrıca bkz. Ghareeb : The Kurdish Question… , s. 140 ve O’Ballance : a.g.e. , s. 93.

22 Bkz. Musul ve Kerkük ile İlgili Arşiv Belgeleri , T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü , Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Yayın Nu : 13, Ankara 1993 , internet adresi : http://www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/musul/2b_75.htm , indirilme tarihi : 19.07.2006

Mehmet Erkam KILLIOĞLU

www.kerkukfeneri.com

2025

Ülkemizin yirmi yıl sonraki (2025) demografik yapısı Amerikan Nüfus
Bürosunun Uluslar arası Veri Tabanına göre incelendiğinde her 1000 nüfus
için olan doğum sayısı 2005’te 17 iken 2025’te 12’ye düşeceği tahmin
edilmektedir. Her 1000 nüfus için ölüm sayısı 2005’te 6 iken 2025’te 7’ye
çıkacaktır. Yıllık nüfus artış hızı 2005’te % 1.1 iken 2025’te %0.6’ya
gerileyecektir. Doğumdan ortalama yaşam beklentisi 2005’te 72.4 yıl iken
2025’te 77 yaşa çıkacaktır. Her 1000 doğumda çocuk ölüm oranı ise 2005’te
41 iken 2025’te 20’ye gerileyecektir. Her kadın için doğurganlık oranı ise
2005’te 1.9 çocuk iken 2025’te 0.7 çocuğa düşecektir. Sonuç olarak 20 yıl
sonra doğum oranı önemli derecede (%30) azalacak, ölüm oranı kısmen
artacaktır. Yıllık nüfus artış hızı hemen hemen yarıya inecektir. Yetişkin
insanlar ortalama 4.6 yıl daha uzun süre yaşayacak, bebek ölümleri yarıya
azalacak ve kadınlar ortalama daha az çocuk doğuracaktır.

2005 yılı ortası itibarıyla 69661000 olan nüfus 2010’da 73322000, 2020’de
79679000 ve 2030’da 84195000 olacağı tahmin edilmektedir. 2000-2010
periyodunda ortalama yıllık nüfus artış oranı %1.1, 2010-2020 arasında
%0.8 ve 2020-2030 arasında %0.6 olacaktır. 2040-2050 yılları arasında ise
ortalama nüfus artış hızı %0 olacağı tahmin edilmektedir. 2050 yılında
86474000 olacak olan ülke nüfusu bundan sonra düşüşe geçecektir.

Yaş ve cinsiyete göre nüfus dağılımı incelendiğinde ülkemizde kadın ve
erkek nüfusunun her yaş grubunda birbirine yakın olduğu görülmektedir.
2005’te en fazla nüfus 10-29 yaş grubu arasında iken 2025’te 30-49 yaş
grubuna kayacaktır. 2005’te ülke nüfusu genç yani üretken/aktif işgücü
yapısına sahipken 2025’te nüfusun büyük kısmı 30-49 yaş grubuna
kayacağından hem yaşlı hem de üretim dışı olacaktır. Gelişmiş ülkelerde
olduğu gibi ülkemizde de yaşlı (üretim dışı/tüketici/emekli) insan yapısı
hakim olacaktır. Tabanı geniş nüfus piramidinden (2005’teki durum) ortası
geniş nüfus piramidine (2025’teki durum) kayma insanların daha iyi yaşam
standardı için idealdir ancak bunun ülkenin ekonomik durumunun iyileşmesi,
kalkınma ve refahla desteklenmesi şarttır. Maalesef bu destekte ülkemiz
yavaş yol almaktadır. Üretim, yatırım, istihdam ve ihracat artışını nüfus
artışına uyduramamaktadır/yetiştirememektedir.

Bugün ülkemizde iş piyasasına yaklaşık her yıl 650-700 bin kişi
katılmaktadır. 2005’te ülkemizde çalışmaya başlama yaşı olan 20-29 yaş
grubunda yaklaşık 13 milyon kişi vardır. Bunların yaklaşık yarısı kadın
diğer yarısı da erkektir. Resmi rakamlara göre ülkemizde yaklaşık 2294000
işsiz, 889000 eksik istihdam ve 1903000 mevsimlik işçi/çalışan vardır.
Kısacası ülkemizde 5 milyon civarında çalışabilecek durumda işsiz
bulunmaktadır. Yani her 4 gençten 1’i işsiz hatta 1’de mesleksizdir.
Evrensel bir sorun olan işsizlik kişisel bir kusur olmayıp, toplumsal alt
yapının zamanında oluşturulamadığı ve çözümü de çok zor bir sorundur.
Yirmi yıl sonra nüfusu yaşlanacak olan ülkemizde bugünün işsizlerinin
yarın nasıl bir yaşam mücadelesi içinde olacakları mechuldür. Yirmi yıl
sonra yaşlı nüfusa bakmak zorunda olacak olan genç nesiller çok daha az
olacaktır. Bugünü kurtarmakta zorlanan ülkemiz yaşlı nüfusuyla gelecekte
daha büyük sorunlarla karşılaşmaması için gerekli tedbirleri en kısa
sürede almak zorundadır.

Türk Milliyetçiliği İnsanlık Değerlerini Temel Alır

Dünyadaki birçok basın yayın organında yayınlanan bir haber-analiz yazısında Türk milliyetçiliği ile ilgili bazı değerlendirmeler dikkat çekicidir. Yazıda işlenen tema, Türk milliyetçiliğinin kötü olduğu ve Türkiye’nin ilerlemesinin önündeki engellerden birini oluşturduğudur. Bir bütün olarak incelendiğinde, dünya kamuoyuna Türkiye’de ırkçı ve kafatasçı bir Türk milliyetçiliğinin hâkim olduğu mesajını vermeye çalıştığı görülmektedir.

Okullarda her sabah ant içerek derslere başlanması nedense bazı “reformculara” dokunmaktadır. Andın sözlerine bakınca bunun nedenini anlamak zor değildir. Kimilerine göre, her sabah öğrencilerin “Türküm, doğruyum, çalışkanım” demesi kaçınılmaz olarak bu çocukların ileride aşırı milliyetçi olmaları sonucunu getirmektedir. Halbuki, doğruluk ve çalışkanlık gibi ahlaki değerlerin vurgulanması, ileri sürülenin tam tersine, Türk çocuklarına ve gençlerine diğer insanların yaşam haklarına saygı duymayı en başından öğretmektedir.

Yazıda kurnaz bir üslupla, reform yanlısı Türklerin bu andın kaldırılması gerektiği yönündeki sözlerine yer verilmektedir. Bizim reform yanlısı eğitimcilerimiz zaten eğitim sistemindeki gerçek sorunlarla uğraşmak yerine böyle yapay konularla ilgilenmeyi görev bilirler. Hele işin içinde AB yetkilileri varsa ve onlar da bu andın kaldırılmasını istiyorlarsa… Acaba yenilikçi eğitimcilerin eğitimin kalitesini arttırmak konusunda şimdiye kadar hangi projelerine engel olunmuştur?

Batıda ortaya çıkan milliyetçilik tarihsel olarak ırkçıdır, diğer milletlere düşmanlık temelinde yükselmiştir. Diğerlerini reddeder. Oysa Türk milliyetçiliği Batıdaki milliyetçilik anlayışından farklıdır. Atatürk’ün kucaklayıcı “Ne mutlu Türk’ün diyene!” sözüne dayanır. Temelinde bütünleştirici bir insan sevgisi vardır. Kendini Türk sayanı Türk olarak kabul eder. Etnik veya ayrımcı temele dayanmaz. Diğer milletlerle insanca ve eşit koşullarda birlikte yaşamayı vurgular. Batıdaki gibi üstünlük taslamaz. Bu nedenle Batının Türk milliyetçiliğini anlaması beklenemez. Çünkü onların milliyetçiliği üstün ırk ve sömürgeci millet kavramlarına dayanır. Diğerlerini köle, ikinci sınıf ve yönetilmesi gereken etnik gruplar olarak görürler.

Dünyanın bütün ülkelerinde çocuklara ilk önce kendi milletini sevmeleri öğretilir. Bunu kendi benliğine düşman unsurlarla mücadele etme gereği izler. Zaten Atatürk’ün, “Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz eğitimin sınırı ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce milli benliğimize düşman olan unsurlarla mücadele etme gereği öğretilmelidir,” sözü de bu anlamda en büyük yol göstericidir. Çocuklarımız ve gençlerimiz doğal olarak ülkemize ve milletimize yönelik tehlikelere karşı uyanık olmak zorundadır. Aslında Türk Milliyetçiliğinden çekinenleri rahatsız eden can alıcı nokta da budur. Yani onlar, ülkede milli ne varsa onun ortadan kalkmasını, dolayısıyla kültür emperyalizmi için ortamın hazır olmasını istiyorlar.

Lisede verilen Milli Güvenlik Dersi de yazıda eleştirilerden aynı nedenle nasibini almış görünmektedir. Türk subaylarının lise öğrencileriyle sadece bir sınıfta ve haftada bir saat birlikte olmaları malum çevreleri rahatsız etmektedir. Eleştiri ise “Türk eğitimi militarist” şeklinde olmaktadır. Türk milleti dünyanın en barışsever halkıdır. Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sözü doğrultusunda kendi ülkesini ve milletini savunmak dışında savaşı bir cinayet kabul eder. Türklerin militarist değil, her an vatanlarını savunmaya hazır olması da bazı çevreleri rahatsız eder!

Atatürk milliyetçiliğinin tohumlarının okullarda atıldığı doğru değildir. Çünkü bu iş önce ailede başlar, doğrusu da budur. Türk olmaktan utanan ve Türklerden korkanların bunu anlamasını beklemek ise hata olur. Bu düşünceleri maksatlı olarak ortaya koyan ve Türk Milliyetçiliğini hedef alanları, Türklerin engin yardımsever, dayanışmacı, insancıl ve barışçı niteliklerini iyi incelemeye ve örnek almaya davet ediyoruz…

http://www.irtica.org/index.php?option=com_content&task=view&id=980&Itemid=70


Akp Milletvekilleri ve Toki

İŞTE TOKİ TOPLU KONUTLARININ NERELERE GİTTİĞİNİN BELGESİ !. .




ERLER Mahallesinden Konut Sahibi Olanların Listesi






BLOK

KAT

BAĞ.BÖLÜM

ODA SAYISI

KONUT ALICISININ ADI, SOYADI




C-K2

5.KAT

22

4+1

EGEMEN BAĞIŞ

AKP İstanbul Milletvekili Egemen Bağış



C-K2

5.KAT

23

4+1

ŞADİYE KOÇ

Turizm Bakanı Atilla Koç’un eşi



C-K2

1.KAT

6

4+1

NEVZAT PAKDİL

AKP Milletvekili, Meclis Bşk. Vekili



C-K2

2.KAT

10

4+1

SUAT KILIÇ

AKP Samsun Milletvekili



C-K2

3.KAT

16

4+1

SÜLEYMAN ÇİL

AKP Kastamonu Milletvekili



C-K3

5.KAT

23

4+1

SABRİ VARAN

AKP Gümüşhane Milletvekili



C-K2

6.KAT

26

4+1

SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU

AKP Muğla Milletvekili



C-K2

8.KAT

34

4+1

ZEYNEP TEKİN BÖRÜ

AKP Milletvekili



C-K2

11.KAT

46

4+1

MEHMET DANIŞ

AKP Çanakkale Milletvekili



C-K2

11.KAT

47

4+1

BEKİR BOZDAĞ

AKP Yozgat Milletvekili



C-K2

12.KAT

51

4+1

MEVLÜT AKGÜN

AKP Karaman Milletvekili



C-K3

1.KAT

5

3+1

SUAT PAMUKÇU

AKP Bayburt Milletvekili



C-K3

2.KAT

10

4+1

MEBRURE SUNA KUTAN

Recai Kutan’ın Eşi



C-K3

5.KAT

22

4+1

LÜTFİ ESENGÜL

Eski Refah Partisi Milletvekili



C-K3

9.KAT

40

4+1

AHMET CEMİL TUNÇ

Eski Refah Partisi Milletvekili



C-K3

7.KAT

32

4+1

EMİN ZARARSIZ

Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı



B-K1

ZEMİN

3

3+1

ÖMER FARUK DOĞAN

DTM Müsteşar Yardımcısı



C-K1

2.KAT

11

4+1

ORHAN GÜMRÜKÇÜOĞLU

Sağlık Bk. Müst. Yrd.



B-K1

11.KAT

46

3+1

MAKSUT METE

Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı



C-K3

12.KAT

51

4+1

JALE AYGÜL

Devlet Personel Başkanı



C-K4

3.KAT

14

4+1

AYKUT ZAHİD AKMAN

RTÜK Başkanı



B-K1

3.KAT

14

3+1

İLYAS ARLI

Milli Emlak Genel Müdürü



C-K1

1.KAT

7

4+1

YUSUF BEYAZIT

Vakıflar Gen. Md.



B-K2

1.KAT

6

3+1

AHMET ANYOLAÇ

Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı



B-K2

1.KAT

8

3+1

KENAN KARADENİZ

Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı



B-K2

3.KAT

16

3+1

AHMET ERDAL TEZCAN

Başbakanlık Basın Müşaviri



B-K2

11.KAT

46

3+1

VEYSEL EROĞLU

DSİ Genel Md.



B-K2

4.KAT

17

3+1

CEMAL NOĞAY

DSİ Genel Müdürlüğü Basın Müşaviri



C-K3

11.KAT

47

4+1

BEDRETTİN YILDIRIM

Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği
Genel Müdürü



B-K2

3.KAT

15

3+1

YÜKSEL ÖZTÜRK

Kanunlar ve Kararlar Genel Müdür V.



C-K1

2.KAT

10

4+1

ELVAN TURAGAY

Eski TOKİ Bşk. Eşi



CK-3

2

9

4+1

HAKAN BİLİR

Rekabet Kurumu Uzman