Deniz Feneri'ne Artvin şoku

Artvin Şavşat'ta geçen hafta yaşanan sel felaketinden etkilenenlere yardıma geldiği belirtilen, Deniz Feneri Derneği görevlileri vatandaşların tepkisiyle karşılaştı.

YÜZYILIN SOYGUN HAREKETİ
Kaymakamlık önünde dün toplanan yaklaşık 200 kişi, “Suçlular yargılansın” sloganı attı. Eylemcilerin dağılması sırasında, üzerinde Deniz Feneri Derneği logosu bulunan bir minibüs alana girdi. Kalabalık, tepki gösterdiği minibüse doğru yürümeye başladı. Bunun üzerine araçtaki görevliler kaymakamlığa girdi. Bazı kişiler araç üzerindeki “Yüzyılın iyilik hareketi” yazısına sprey boya ile kapatırken, Deniz Feneri aleyhine de sloganlar atıldı.

ZAHİD AKMAN YARGILANSIN
CHP Konya Milletvekili Atilla Kart ise, Meclis'e verdiği soru önergesinde, eski RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın, Türk Ceza Kanunu'na göre (TCK), Türkiye'de de “resmi belgede tahrifattan” yargılanması gerektiğini savundu.

Akman'ın, Almanya'ya girişinde herhangi bir yasak ya da tedbir bulunmadığı konusunda Alman resmi makamlarının düzenlediği belgede tahrifat yaptığını anımsatan Kart, Akman'ın, bu belgeyi Türkiye'de de kullandığını ifade ederek, savcıları göreve çağırdı.

Deniz Feneri Derneği'ni kapatın gitsin

Geçtiğimiz hafta Artvin Şavşat'taki selzedelere yardım için kente giden Deniz Feneri derneği üyeleri protesto şoku yaşadı. Son yaşanan bu olayın ardından Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna bile isyan etti:
Yeter artık kapatın şu derneği..

ADIMIZ ÇIKMIŞ DOKUZA İNMEZ SEKİZE
Bekledim ki, bir kardeşimiz şu mevzua el atsın da, “farz-ı kifaye” hesabı, vebalden kurtulalım! Ne hikmetse şu saate kadar yazan çizen çıkmadı.
İş başa düştü!.. “Adımız çıkmış dokuza, inmez sekize” limanına demir atsak da, mecburen bigane kalmayacağız. Gelgelelim “mevzu” gerçekten de netameli: Artvin Şavşat'taki selzedelere yardım etmek için yola çıkan Deniz Feneri Derneği görevlileri muhtelif sataşmalara maruz kalmış geçen hafta.

İLK KEZ BİR YARDIM DERNEĞİ PROTESTO EDİLİYOR
Dikkat isterim: İlk kez bir yardım derneği, yardım eli uzattığı insanlar tarafından protesto ediliyor! Nerden baksanız bir acayip hal… Meramımı açıklamadan evvel biraz daha tafsilat verelim: Şavşat Kaymakamlığı önünde toplanan yaklaşık 200 kişilik bir grup hakaretamiz sloganlarla protesto etmiş dernek görevlilerini. Hatta spreyle “defolun” falan yazmışlar dernek aracına. Dernek yetkilileri ne yapmış peki? Ne yapacaklar; “Yardım ve iyilik karşıtı bu insanları, 'iyilik ve insanlık' adına kınıyoruz…” falan demişler.

KAPATIN ŞU DENİZ FENERİ DERNEĞİ'Nİ
İyi, güzel söylemişler; mamafih, benzer şeyleri korkarım ben de onlar için söylemek makamındayım. Yani… “İyilik ve insanlık adına, şu Deniz Feneri Derneği'ni artık kapatın!..” demek istiyorum.

Üstelik “Bir süredir asılsız iddialar ve gerçek dışı söylemlerle miting alanlarından, televizyonlardan ve gazete sütunlarından halkı bu denli yanlış yönlendiren ve bu olayın yaşanmasına sebep olan kişileri kınıyoruz…” şeklindeki tepkilerine hak verdiğim halde!

KİM HAKLI KİM HAKSIZDAN ÇIKTI MESELE
Ne ki, kimin haklı, kimin haksız olmaklığından çoktan çıkmış bir mesele bu. Ona bakarsanız, adı malum tezvirata bulaştırılmaya çalışılan, (mesela) Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Zekeriya Karaman'ın infak parasına, kul hakkı yemenin bu en müstekreh haline tenezzül edeceğine herkes inansa, ben inanmam.

BU SAATEN SONRA DURUM DEĞİŞMEZ
Gelgelelim “Şüyu'u vuku'undan beter!” diye de bir deyim var. Dolayısıyla, hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilemez. Çünkü hiçbir şey olmamışsa da, imaj bakımından “dava” kaybedilmiştir. Mezkur “açıklama” da bunun teyidi zaten. Demem o ki; sabah akşam, Almanya Deniz Feneri'yle alakamız yok dense de, bu saatten sonra durum değişmez…

Yardımlaşma faaliyetleri nihayetinde “gönül” işidir; veren el için de, alan el için de. İşin içine herhangi bir şekilde “gönülsüzlük” girmişse, kimseye “hayr” gelmez o işten. Kardeşin kardeşe yardım etmediği bu çağda, illaki yardım edeceğim diye tutturmak “fitneye” neden olur sadece. Diğer yardım kuruluşlarını töhmet altında bırakmanın yanı sıra, olmadık şeyler getirir insanın aklına.

ADINI DEĞİŞTİRİN BARİ
Sizden yardım istemeyen, dahası, aracınıza saldıran insanlara niçin, “Ne haliniz varsa görün!..” demiyorsunuz? Babalar evlatlarının “nankörlüğüne” tahammül edemezken, hiç tanımadığınız insanların “nankörlüğüne” niçin tahammül ediyorsunuz? Bu nasıl yardım aşkıdır Allah aşkına?! Nasıl bir takvadır ki bu, gördüğünüz muamelenin etkisiyle pire için yorgan yakacağınıza, yollara “yorgan” döşeyip “yardıma” koşuyorsunuz?

Biz alıştık; yardım yapmadan yaşayamayız diyorsanız, diğer yardım derneklerine katılmayı niçin düşünmüyorsunuz? Yok, dernek bizim olacak, biz yöneteceğiz diyecekseniz; o zaman derneğinizin adını değiştirin bari. Bunları söylüyorum diye de, fakire gönül koymayın.

DENİZ FENERİ YÜZÜNDEN YEDİĞİMİZ KÜFÜRLERİN HADDİ HESABI YOK
Kitabın ortasından konuşmuş, kalbinizi istemeden de olsa kırmış olabilirim. Yazık ki yazık, Ahmet Taşgetiren yumuşaklığında veya Fehmi Koru kuşatıcılığında bir “üslubumuz” yok! Lakin hatırımız olsun.
Zira… Deniz Feneri Derneği yüzünden yediğimiz küfürlerin haddi hesabı yok. Ergenekon hakkında her yazdığımızda, “Deniz Fener'ini de yazsana…” yollu sitemlerin ardından gelen küfürlerin bini bir para!

Gerçi aşktan, ölümden, ayrılıktan bahsetsek de durum pek değişmiyor. Ne alakası varsa, “Niçin Deniz Fener'ini yazmıyorsun?..” diyerekten başlıyorlar saydırmaya. Tamam, bu küfürbaz şebekleri iplemeyelim, ama, siz de suyu yokuşa akıtmaya çalışmayın.

Osmanlı'nın APO'su

Türkiye'nin yakın tarih belleği Soner Yalçın, Hürriyet'teki köşesinde Osmanlı'nın Öcalan'ı 'Yane Sandanski'yi yazdı.

OSMANLI MAKEDONU SANDANSKİ
Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun barışçıl çözümüne ilişkin ağustos ayında açıklayacağı “yol haritası” yazılıp konuşulmaya başlandı. Bundan tam 100 yıl önce Osmanlı Makedonu Yane Sandanski'nin de Şark Sorunu'nu çözecek bir reçetesi vardı! Sandanski, Osmanlı sosyalistiydi; dağa çıkmıştı. Ancak bağımsızlıktan yana değildi, çözümü dış güçlerde değil Osmanlı yönetimiyle ittifakta aradı. Bir dönem dağlarda çatıştığı İttihatçılarla masaya oturdu. Ve sonra...

OSMANLI'NIN KAHRAMANIYDI
YANE Sandanski bugün hem Bulgaristan'ın hem de Makedonya'nın milli kahramanıdır. Sandanski'nin adı şehirlere, stadyumlara, okullara verilmiştir. Her iki ülkede de heykelleri vardır. Bir dönem Osmanlı'nın da kahramanıydı.


1908 Temmuz Devrimi (II. Meşrutiyet) gerçekleştiğinde sokaklara çıkan Osmanlıların ellerinde hürriyet kahramanları Enver'in, Eyüp'ün, Resneli Niyazi'nin kartpostalları gibi, bir dönem Osmanlı askeriyle çarpışan Yane Sandanski'nin de fotoğrafları vardı!

Peki Osmanlı sosyalisti olan Yane Sandanski kimdi?..

GERİLLA SANDANSKİ
Tarih 31 Mayıs 1872.

Bugünkü Bulgaristan ile Makedonya arasındaki dağlık Pirin sınır bölgesindeki Vlahi Köyü'nde dünyaya geldi.

Makedonların 17 Ekim 1878'de, Osmanlı'ya karşı ayaklandıkları Kresna Olayları'nın önderlerinden biri de babası İvan'dı.

Osmanlı ayaklanmayı bastırdı; Sandanski annesiyle birlikte yeni özerk olmuş Bulgar Prensliği'ndeki Dupniça'ya kaçtı.

Yoksulluk nedeniyle pek okuyamadı. Amelelik yaptı. Amcasının bürosundaki bir avukatın yardımcılığı görevini yürüttü.

Babası gibi siyasal olaylarla ilgiliydi. Yirmi beş yaşında “Mladost” (Gençlik) derneğine üye oldu. Dernek daha çok Bulgar sorunuyla ilgilendiği için ayrıldı.

Gizli Makedonya Devrimci Örgütü'ne (IMARO) katıldı.

OSMANLI ŞAŞKINDI
Sandanski'nin hedefi Makedonya'nın kurtuluşuydu. Sürekli toplantılar düzenledi; köylüleri örgütledi; Makedonlara silah yardımı için para topladı. 1901'de Amerikan vatandaşı Mrs. Ellen M. Stone'u kaçırıp 14 bin lira fidye aldı. Bu parayla silahlı bir müfreze kurup dağa çıktı.

O artık Bulgaristan'daki Makedon göçmenlerin lideriydi.

Gerilla savaşı yaptı. “Kurtarılmış bölgeler” oluşturmaya başladı.

Makedonya; Bulgar, Yunan, Sırp ve Arnavutların hak iddia ettiği bir bölgeydi.

Osmanlı'ya başkaldıran Sandanski buralardan hep destek aldı.

En büyük desteği de Osmanlı askerleri sıkıştırdığında kaçıp saklandığı özerk Bulgar Prensliği'nden aldı. Kuşkusuz onların arkasında da Rus çarlığı vardı!

Diğer Batılı devletler de seyirci değildi. “Hasta Adam” Osmanlı İmparatorluğu paylaşım masasına yatırılmıştı.

Osmanlı ise şaşkındı. Nereye nasıl yetişeceğini bilemez haldeydi.

“İnsan haklarını ihlal ediyorsunuz” diyen Avrupalıların hışmına uğruyordu.

Diğer yanda...

Daha gerilla savaşını bile bilmiyordu.

Örneğin 1902'de Razlık bölgesi Şarapçı Boğazı'nda Sandanski tarafından pusuya düşürülen Osmanlı neferleri 10 şehit 20 yaralı verdi.

Evet Osmanlı şaşkındı...

SOLCULAR VE SAĞCILAR
Tarih 2 Ağustos 1903.

Makedon Devrimci Örgütü dünya kamuoyunun ilgisini bölgeye çekmek için (kuşkusuz bunda Osmanlı yönetiminin yeni koyduğu ehl-i hayvan ve şahsi verginin de rolü vardı) büyük bir ayaklanma başlattı.

Makedonların bugün hâlâ bayram olarak kutladıkları “İlinden Ayaklanması” Osmanlı'nın çok sert önlemleriyle bastırıldı.

İsyan bastırıldı ama Avrupa'nın bölgeye ilgisi daha da arttı. Ayaklanma Avrupalılara bir fırsat verdi. Osmanlı ile “Mürzsteg Reform Programı” üzerinde anlaştılar. Artık Balkanlar'ın bazı bölgelerinde Avrupalı jandarma güçleri görev yapacaktı!

SANDANSKİ'NİN ÇÖZÜMÜ: BALKAN FEDERASYONU
Avrupa'nın Balkanlara müdahalesi Makedon Devrimci Örgütü'nü böldü.
Yane Sandanski'nin başını çektiği sosyalistler (levitsi), Avrupa'nın Balkanlar'a müdahalesine karşı çıktılar. Makedonya'nın ve tüm Balkanlar'ın emperyalist büyük güçler tarafından paylaşılmak istendiğini söyleyerek; en iyi çözümün Osmanlı bayrağı altında eşit hak ve yükümlülükler ile, anayasal bir sistemde yaşamak olduğunu savundular.

Sandanski'ye göre çözüm; Osmanlı'nın liderliğinde tüm halklarının kardeşlik temelinde bir arada bulunacağı Balkan Federasyonu'ydu.

Örgütün sağ kanadı (desnitsi) ise Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını, Makedonların Bulgarlar ile birleşmesini istiyordu.

Kuşkusuz her iki grup arasında ideolojik ayrılıklar vardı; Sandanski, papazların eteklerinin öpülerek kazanılan zaferin özgürlük getirmeyeceğini söylüyordu. Laik eğitimden yanaydı. Resmi dilin Türkçe olmasını ama bölgesel dillerin de öğretilmesini savunuyordu.

İTTİHAT VE TERAKKİ İLE İTTİFAK YAPTI
Uzatmayayım...
Örgüt içindeki bu iki farklı görüş zamanla silahlı çatışmalara neden oldu. Nisan 1905'te Sandanski'ye suikast düzenlendi, ağır yaralı olarak kurtuldu. Görüşlerinden geri adım atmadı.

Üstelik Makedonları bile şaşırtarak, Osmanlı'nın modernist hareketi İttihat ve Terakki ile ittifak yaptı.

Ve bu nedenle 1908 Temmuz Devrimi'ne coşkuyla katıldı.

Dağdan indi; Selanik'te halka seslendi. Artık kardeşlik, eşitlik ve özgürlük dönemi başlamıştı. O da birçok Osmanlı gibi, Kanuni Esasi'nin yürürlüğe girmesiyle tüm sorunların ortadan kalkacağına inanıyordu.

SAVAŞTIĞI KOMUTANLA AYNI MASADA
Yane Sandanski Temmuz Devrimi'nden sonra bir bildiri yayınladı. “Köle halk efendi oldu” diyen Sandanski, toprak ve vergi reformlarıyla ıslah edilmiş güçlü Osmanlı'nın en büyük destekçisinin bölgesel özerkliğe kavuşacak Makedonya olacağını söyledi.

Temmuz Devrimi'nin sömürgeci büyük Batılı devletlerin yayılmacı oyunlarını bozacağına inanıyordu.

Sandanski, İttihatçılara sunulmak üzere “Nevrokop Programı”nı hazırladı.

İttihatçılar Selanik'teki görüşmeye, daha birkaç yıl önce Sandanski'yle silahlı çatışmalara giren Yarbay Tahsin (Uzer) Bey'i gönderdi.

Toplantılar sırasında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.

Sandanski her ne kadar “Makedonya Makedonlarındır” açıklaması yapsa da Makedonlar, bağımsız Bulgaristan'ın boyunduruğuna girmeye çok hevesliydi.

Sandanski, Sultan II. Abdülhamid ile Kral Ferdinand'ın farkı olmadığını söylüyordu ama artık onu dinleyen Makedon sayısı her geçen gün azalıyordu.

SANDANSKİ İSTANBUL'DA
Birlikten, eşitlikten, özgürlükten bahseden İttihatçılar daha tam iktidar olamadan, İstanbul'da 31 Mart 1909 gerici ayaklanması patlak verdi. Sandanski 1200 kişilik silahlı gücüyle Harekât Ordusu'ndaki Miralay Hasan İzzet Bey'in komutasına girdi; İstanbul'a geldi.

Sandanski İstanbul'daki ayaklanmayı bastırmaya yardım etti ama örgütü içindeki isyana engel olamadı. Bulgaristan'ın bağımsızlığı Makedon Devrimci Örgütü'nü parçaladı. Sandanski, Federal Halk Partisi'ni kurdu.

SUİKAST DÜZENLEDİLER
Bulgarlar kendilerine katılmayan Sandanski'ye suikast düzenlediler. Öldüremediler.

Fakat Bulgarlar Makedonların tamamen kendilerine katılmalarına engel olan Sandanski'yi yok etmeye kararlıydılar.

Ve Sandanski 22 Nisan 1915'te pusuya düşürülerek öldürüldü. Tabancalarını ateşleyenler Makedon Devrimci Örgütü'nün sağ kanat liderlerinden Todor Aleksandrof'un tetikçileriydi. Bizzat emri veren ise Bulgar Kralı Ferdinand'dı.

SONU OSMANLI'DAN FARKLI OLMADI
Halkların kardeşliğini savunan, Avrupalı emperyalistlerin Balkanlar'a girmesine karşı çıkan Yane Sandanski'nin sonu Osmanlı'dan farklı olmadı.

Her ikisi de kaybetti.

Şeyh Said-i Kürdi Nursi RUS AJANIYDI

Adı Nurettin Peker. Balkan Savaşı'nda, Çanakkale Savaşı'nda, Irak Cephesi'nde bulundu. Kurtuluş Savaşı'nın gönüllü subaylarından oldu.
İki kez ağır yaralandı, ölümden döndü. Irak Cephesi'nde esir düştü.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti'nin temeline ilk harç koyanlardan biriydi. Nurettin Peker'in anılarını yazdığı "Tüfek Omuza" adlı kitap Doğan Kitap'tan çıktı.

Kitabın 311'inci sayfasına bir göz atalım: "Kastamonu Valisi Ahmet Avni Doğan'dan aldığım gizli emir üzerine, kendisini daha önce askerden tanıdığımdan, Kastamonu'ya sürgüne gönderilen Şeyh Said-i Kürdi (Nursi) ile eski dost olarak görüşmeye başladım. Çünkü müftüler tarafından verdirilen vaazlar kimi zaman yeterli olmuyordu. Bu vaizler hala cemaate göre konuşuyordu ve Şeyh Said-i Kürdi'nin Nurcuları hala faaliyetteydi. Ruslar! Ruslar! Ah! Ruslar!

O MOSKOVA'DA GÖREVLENDİRİLDİ
Bu kişi babamın da arkadaşıydı ve 1. Dünya Savaşı'nda cephede benimle de beraber savaşmıştı. O Ruslara, ben İngilizlere esir düştük. 'O Moskova'dayken görevlendirildi' derim ben! O ise 'Kaçtım Rus hainlerden' der. Tarih ve devletimiz ne der?

TEŞKİLAT-I MAHSUSA'DANDI
Ben, 1916-1918 yılları arasında Kürtlerin yaşadığı Kuzey Irak, Batı İran ve bizim Osmanlı devletinin güneydoğusunda İngilizlerle, Ruslarla, Ermenilerle bunların aldatıp isyan ettirdikleri Kürt aşiretleri ve Şii asi Arap aşiretleriyle savaştım. 30 ekim 1918'de Dicle grubuyla Musul petrolünü teslim etmemiştik. Ben esir olmuştum. Peki Said-i Nursi neden bizim geçit bölgeden olarak gidip faaliyet yapmadı? Yapabilirdi çünkü gizli örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa'dandı.

SEN GİZLİ GÖREVİNİ YAP OĞLUM
Kendisiyle beş yıl boyunca görüştüm ama bana açılmazdı. 'Sen gizli görevini yap oğlum' derdi. Daha çok savaş anılarımızı konuşarak görüşürdük. Balkan Savaşı, Hamidiye Alayları, Edirne Olayı gibi özel görüşmeler yapardı.

BU KONUDA RAPORLARIM VAR
Kendisine Kastamonu sevenleri tarafından her öğün tepsiyle yemek getirilirdi. Çamaşırlarını yıkayan hizmetçisi de eski bir Kürt subayıydı.
Bu konu hakkında yazı ve raporlarım vardır. Allah rahmet eyleye..."

Nurettin Peker'in anılarında Said-i Nursi'ye ayırdığı bölüm bu kadar. Görünen o ki devletin istihbarat birimlerinde Said-i Nursi'nin "Rus Ajanı" olduğuna dair raporlar vardı.

Avrupanın 50 büyük yalanı

Mustafa Armağan'ın son kitabı “Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı”, Avrupa hakkında bilinen resmi tarihin sınırlarını altüst edecek tezlerle yayımlandı. Kitap, Avrupa'nın gerçeklik olarak ortaya sürdüğü bilgilerin, aslında hiç de doğruluk taşımadığını, bilakis kendi imajını koruma altına almak için sürekli gündemde tutulan uydurmalar olduğu iddiasını taşıyor.


Tarihi olayları kendine has üslubuyla inceleyen, belgelere ve arşivlere dayalı araştırmalarıyla Osmanlı tarihi, yakın tarih, şehircilik üzerine kitaplar ortaya koyan Mustafa Armağan, bu kez üslubuna hafif bir ironi de katarak, Avrupa'yı karşısına alıyor. Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı'nda, Batı etrafında efsaneleşmiş, bir mit haline gelmiş inanışları, yine o bilindik kuşkucu yaklaşımıyla yeniden sorguluyor. Kitabın giriş bölümünde, bu çalışmayı ortaya koymasındaki en önemli unsurun hayret etmek olduğunu söylüyor.

Artık bir dogma haline gelmiş bilgilere dahi kuşkuyla yaklaşmanın mümkün olduğuna, insanın hayret edebilme melekesini sürekli diri tutması gerektiğine vurgu yapıyor Mustafa Armağan. Hayret etmek insanı düşünmeye kışkırtan bir özellik. Düşündükçe de insan kendisine doğrultulan ne kadar fikir varsa, onları almadan önce bir sorgulama yoluna gider. O zaman nasır tutmuş ne kadar "gerçek" varsa yeniden tartışmaya açılır, yeniden o gerçeklere isimler verilir.

Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı beş bölümden oluşuyor.Avrupa Bilmecesi, Avrupa'nın Yalanları, Amerika'yı Kim Keşfetti?, İflas Eden Tanrıça ve Çağdaş Bilimsel Mitoloji. Kitabın ilk kısmında uzunca Avrupa'nın coğrafi aidiyeti tartışılıyor. Ardından İslam medeniyetinin, tarihi, kültürel açıdan Avrupa üzerindeki etkilerine sözü getiriyor Armağan. Bu satırlarda daha çok, Avrupa'yı bilimsel açıdan "ayrıcalıklı" kılan buluşların kaynağında yatanın İslam sanatı olduğu tezini sunuyor.

Diyor ki: "Avrupa ve İslam ilişkileri, 'Doğu-Batı Çatışması' veya 'Uygarlıklar Çatışması' şeklinde düşmanlık çerçevesinde yeniden üretmek yerine, alış-veriş ve etkileşim ağının temasları ve temassızlıklarının diyalektiği noktasında ele alınmalıdır. Daha doğrusu, Küresel Tarih'in yakın unsurlarının etkileşimleri şeklinde.

Eğer Gotik mima-rinin İslam'ın eseri olduğunu ya da Venedik'teki San Marco meydanının mimari dizaynının Şam'daki Emevi Camii çevre düzenlemesinden etkilendiğini; Müslümanların Avrupa'ya İspanya ve Portekiz kanalıyla sadece bilimsel ve felsefî abideleri değil, aynı zamanda sulama teknikleri ve tarım yöntemlerini de miras bıraktıklarını, daha önemlisi, 'polity', yani birlikte yaşama pratiğini bir tohum olarak diktiklerini görmezden gelirsek, ne Avrupa'yı, ne de "biz"i anla-ma imkânını bulabiliriz.

Bugün Avrupa'nın 18. yüzyıldan bu yana içine girdiği 'kısa devre'nin tamiri de İslam'la yeniden yüzleşerek mümkün olacaktır. Çarpıtılmış geçmişin salimen hatırlanmasıyla elbette…"

Yine bu bölümde Osmanlı'nın kendini Batı'ya kapattığı iddiasına bir karşılık veriyor yazar: "Osmanlı'nın kapılarını Avrupa'ya kapadığı söylenir. Bu lafları edenler nedense 'dil oğlanları'nın varlığını unuturlar. Tercüman olarak istihdam edilen dil oğlanları Hıristiyan kökenlidirler; kabiliyetli olanlar saraya alı-nır, orada bir Osmanlı olarak eğitilir ve yönetimi Avrupa ahvalinden haberdar ederlerdi. Mesela Macar kökenli olup Murat adını almış bir dil oğlanı, entelektüel ilgileri de gelişmiş biri olmalı ki, Romalı filozof Çiçero'nun De Senectute adlı eserini Türkçeye çevirmişti. Hem de ne zaman? Daha 16. yüzyılda!" sözleriyle büyük bir yalanı ifşa edip, örnekleme yoluna gidiyor.

Söylemin kendisinin zamanla bir gerçekliğe dönüşmesi meselesi üzerine kurulmuş bir kitap bu. Tarihin akışı içerisinde insanların nalıncı keseri gibi ellerinde imkân oldukça olayın aslını, menfaatleri gereğince bir gerçeğe yonttukları görülmüştür. 19. yüzyılda Avrupa'nın ekonomik istikrarı, bilime, sanata yansımış bu da Avrupa dışı toplumların üzerinde yeni ve yersiz söylem hakkına dönüşmüştür. Mustafa Armağan'ın da belirttiği gibi söylemin kendisi olup bitenleri yutuyor. Gerçekten varolmuş hadiselerin mahiyetine bakmaktansa, Avrupa dışında kalmış toplulukların psikolojik bir yenilmişliğin getirdiği duyguyla söylemin kendisine aldandığını görüyoruz.

Yunan Medeniyeti:
Romalı romantiklerin icadı
Kitabın ikinci bölümünde Yunan medeniyetinin Romalı romantikler tarafından icat edilen bir şey olduğunu, Manga Carta Sözleşmesi'nin bilinenin aksine ilk demokrasi metini olmadığını, o sözleşmenin düpedüz demokrasi adına bir gericilik olduğunu, Rönesans'ın ve devrimlerin zannedildiği gibi içlerinde bulunduğu toplumları refaha kavuşturmadığı tezleri tartışılıyor.

Kitabın son bölümlerinde bilimsel atılımların ve bilim adamlarının kaynaklarının doğu toplumlarında yaşamış bilgelerden alındığını savunuyor Mustafa Armağan. Kitabın en önemli özelliği de her yazının sonunda bir kaynakçanın olması ve iddia edilenlerin ekseriyetle Batılı bir bilim adamının yazdıklarından referansla söyleniyor olması. Kitabın belli kısımlarında da buna değinen Armağan, "Bunu biz söyleseydik adımız gericiye çıkardı." yollu ifadelerle, savunduğu tezlerde yalnız olmadığına dikkati çekiyor. Kitabın son kısmında harita çizimi hakkında da görüşlere yer veriyor yazar.

Haritaların masum olmadığını, Avrupa'nın emperyalist zihninin harita çiziminde de sürdüğünü ifade ettikten sonra "Kendi toprağını bir yarımada iken bir kıta olarak görüyor da Avrupalı, kendi sözde 'kıta'sının toplam nüfusundan çok daha kala-balık bir 'ülke' olan Hindistan'ı neden 'yarımada' konumuna layık görüyor dersiniz? Ya dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olan Çin neden bir 'ülke'dir sadece de onun onda biri kadar nüfusa sahip olan Avrupa, Avrasya'nın geri kalanına denk bir 'kıta' olarak resmedilir haritalarda?" diye soruyor.

Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı, şimdiye kadar okuduğunuz Armağan kitaplarının paralelinde, tartıştığı meseleler gereği ironiye kaçan üslubuyla sürekli el altında bulunacak önemli bir kitap. Çünkü hem gündelik meseleler hem de ilmi araştırmalarda bir çıkmaz olarak karşımıza iki Avrupa çıkıyor. Bir fikrin savunduğunu, diğeri hakir görürken ortada nefes tüketilen meselenin sonucu tuzla buz oluyor.

Başta da dile getirildiği gibi hayret makamına varmak, düşünceyi perçinler. Perçinlenen düşünce de önümüze sürüleni kabul etmede bizi uyarır, yol gösterir. Avrupa'nın Elli Büyük Yalanı da bize bu açıdan zenginlik katacak satırlarla dolu.

Akman artık RTÜK başkanı değil

Bülent Arınç'ın Deniz Feneri iddiaları nedeniyle "Yıprandı" dediği Akman'ın RTÜK Başkanlığı'nda süresi doldu, üyeliği 2013'te bitecek.

İKİ GÜN SONRA YENİ BAŞKAN SEÇİLECEK
Deniz Feneri soruşturması nedeniyle zor günler geçiren ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın, "görevden ayrılması gerektiğini" söylediği RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın görev süresi dün sona erdi. Kurul, iki gün sonra toplanarak yeni başkanını seçecek.

Başkanlık için Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı iken Başbakanlık danışmanı kadrosuna alınan RTÜK Üyesi Prof. Hasan Tahsin Fendoğlu en güçlü aday olarak gösteriliyor.

YENİ ÜYELER BAŞKAN SEÇECEK
Zahid Akman'ın RTÜK üyeliği ise 2013'te sona erecek. RTÜK'te üyeler Davut Dursun, Paşa Yaşar ve Şaban Sevinç'in de görev süreleri doldu. Bu isimlerin yerine TBMM Genel Kurulunda yapılan gizli oylamayla, AK Parti kontenjanından; Davut Dursun ve Hasan Tahsin Fendoğlu, MHP kontenjanından da Esat Çıplak seçilmişti. Görevlerine yarın başlayacak olan yeni üyeler, ilk iş olarak başkan seçecekler.

YIPRANDI
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bir televizyon programında, Akman'a, "Halk nazarında RTÜK Başkanı ile ilgili olarak Deniz Feneri bağlantısı artık kurumları yıpratır hale gelmiştir. Ben sizin görevinizden ayrılmanızı istiyorum. Ayrılsanız iyi olur" dediğini, Akman'ın da kendisine, "Ben de aynı kanaatteyim" karşılığını verdiğini söylemişti. Akman ise istifa etmek yerine görev süresinin dolmasıyla birlikte başkanlık için aday olmayacağını açıklamakla yetinmişti.

Öcalan: BENİ ÖLDÜ BİLİN

DEMOKRATİK Toplum Partisi'nin İstanbul'da başlattığı 'Barış Yürüyüşü' bugün Van'da devam etti. DTP Genel Başkan Yardımcısı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna, Başbakan Erdoğan'a yaptıkları randevu talebini değerlendirdi.
ÖCALAN'IN YOL HARİTASINI ANLATTI

Ayna Van'da Öcalan'ın yol haritasına da değinerek, “Sayın Öcalan, avukatları aracılığı ile herkesin düşüncelerin istiyor. Kürtlerin, Türklerdin düşüncelerini istiyor. 'Kamu kurumları, köşe yazarları, bunların düşüncelerini bana ulaştırın. Ben onların düşüncelerinden yola çıkarak bir yol haritası ortaya koymak istiyorum' diyor” dedi.
DTP'LİLER KORUDU
DTP'nin başlattığı 'Barış Yürüyüşü' bugün Van Jandarma Kolordu Komutanlığı yakınlarında başladı. Barış yürüyüşüne DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Demir Çelik, DTP Van Milletvekilleri Fatma Kurtulan, Özdal Üçer, Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş, Batman Milletvekili Bengi Yıldız, Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır'ın yanı sıra yaklaşık 3 bin kişi katıldı. Herhangi bir olayın çıkmaması için de DTP birçok kişiyi görevlendirdi. Yürüyüş sırasında orduevinin önünden geçen kalabalığın herhangi bir taşkınlık yapmaması için de DTP'nin görevlendirdiği görevliler kol kola girerek sıkı önlem almaları dikkat çekti. Polis de aynı noktada güvenlik önlemi aldı.

Yürüyüş, yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bulunan Beşyol Mevkii'nde sona erdi. Kalabalık yürüyüş boyunca, Kürtçe 'Biji Serok Apo' (Yaşasın Apo) sloganları attı. Genel Başkan Yardımcısı Ayna, burada DTP'nin seçim otobüsü üzerine çıkarak konuşma yaptı. Ayna, özgürlük ve demokrasi taleplerinin olduğunu söyledi, tüm kesimleri sorunların çözümüne çağırdıklarını belirtti. Ayna şöyle konuştu:

BAŞBAKAN'A BARIŞI ANLATACAKTIK
“Hep dedik ki; çözümü öldürmekte aramayın. Çözümü diyalogda, barışta ve demokraside arayın. Seçimlerden önce bazı çalışmalarımız oldu. Bu barışa ve demokrasiye olan çağrı çalışmalarımız kısmen cevap buldu, kısmen de bulmadı. Özellikle Başbakandan randevu talebimiz, hepinizin bildiği gibi kabul edilmedi. Seçimlere 2 ay kala PKK bir eylemsizlik kararı aldı. Dedi ki; 'Seçimler daha sakin bir ortamda geçsin diye ben elimden geleni yapmak istiyorum. Bu halkın iradesi seçime özgürce yansıyabilsin diye ben öldürülüyor olmama rağmen, operasyonlara rağmen, eylemsizlik kararı alıyorum' dedi. Seçime 1 ay kala eylemsizlik kararı resmi olmasa da, resmen bunun açıklaması yapılmış olmasa da, gayri resmi olarak cevap buldu. Operasyonlar da durdu. 29 Mart seçimlerinden sonra bu halkın büyük çalışması ve çabası sonucunda, büyük bedeller ödemesi sonucunda, DTP sandıktan bu halkın iradesi olarak çıktı.”

KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTİYORUZ
Ayna, Cumhurbaşkanı Gül'ün 'Kürt sorunu Türkiye'nin temel sorunudur. Çözülmelidir' dediğin de hatırlatarak, “Başbakanlığım döneminde acemiydim. Aslında o dönem bir şeyler yapabilirdim, ancak yapamadım' dedi. Yine Başbakan bir açıklama yaptı. Dedi ki; 'Niyetimiz iyidir. İyi niyetliyiz. Kürt sorununu çözmek istiyoruz' dedi. Hem siyasi hem de askeri operasyonlar devam ediyor olsada, biz Cumhurbaşkanı ve Başbakanın o bir cümlesinden yola çıkarak barış, demokrasi atağı başlatmak istedik. 'Niyetiniz iyi, madem Kürt sorununu çözmek istiyorsunuz' dedik biz de bunun yolu diyalogdan geçer' dedik. Başbakanla görüşebilseydik barışı anlatacaktık. Onları barışa, demokrasiye ve çözüme çağıracaktık. Barışın anlamını anlatacaktık” dedi.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEZSE BENİ ÖLDÜ BİLİN
DTP'li Ayna, cezaevindeki bölücübaşı Öcalan'ın avukatları aracılığıyla illettiği düşüncelerini ise şöyle açıkladı: “Öcalan, talepler istiyor ve herkesin düşüncelerin istiyor. Kürtlerin, Türklerin düşüncelerini istiyor. Avukatlarına da 'herkesin düşüncelerini bana iletin' diyor. 'Kamu kurumları, köşe yazarları bunların düşüncelerini bana ulaştırın ben onların düşüncelerinden yola çıkarak bir yol haritası ortaya koymak istiyorum' diyor. O yol haritasından sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti halen çözümsüzlükte ısrar ederse, halen operasyonlarda ısrar ederse ben 10 yıldır burada elimden geleni yaptım, barışın, çözümün gelişmesi için, insanların ölmemesi için elimden geleni yaptım. Bunlar olmazsa susacağım, 'beni öldü bilin' diyor. Bu bizi endişelendiriyor. Operasyonlar durmazsa bu savaşın devamı demektir. Bu kararı vermiş olan da
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır” dedi.

Akman'a RTÜK'ten suç duyurusu

RTÜK Daire Başkanı ve Uzman Denetçi Cengiz Özdiker, RTÜK Başkanlığı görevi bugün sona eren ancak RTÜK üyeliği devam eden Zahid Akman hakkında, RTÜK Başkanlığı döneminde resmi evrakta sahtecilik, görevi kötüye kullanmak, kanunları uygulamamak, denetim görevinin ihmali gibi suçları işlediği iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Özdiker, suç duyurusunda şu iddialara yer verdi:

- Şahsımla ilgili bir belgede oynanmış, resmi evrakta sahtecilik suçu işlenmiş, bu yolla mahkemeler aldatılmak istenmiştir. Şöyle ki; Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında edindiğim; Üst Kurul'un 20.04.2006 tarihli ve 27 Sayılı toplantısında alınan 2 Nolu karar 3 kez farklı olarak yazılmış ve RTÜK Başkan ve Üyelerince imzalanan örneğin dışında farklı olarak Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na beyanda bulunulmuş ve Kovuşturmanın yürütüldüğü Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimliği'ne de yazılı beyanda bulunulmuştur.

- Akman'ın başkanlığı döneminde RTÜK'ün gelirleri kısmen toplanmayarak görev kötüye kullanılmış, kanunun açık emirleri uygulanmayarak yönetim ve denetim görevi ihmal edilmiştir.

- Reklam ve sponsorluk gelirlerinin tahsilatında bir Üst Kurul kararıyla kamu zarara uğratılmıştır. Yıllardır tüm yayın kuruluşları tarafından reklam geliri olarak beyan edilen ve bunun üzerinden Üst Kurul payı ile Eğitime Katkı Payı olarak ödenen gelirler Üst Kurula beyan edilmemeye, ödenmemeye başlanmıştır.

-Kamu gelirlerinin tahsilat, tasarruf ve harcanmasında görev kötüye kullanılmış, kanun, yönetmelik ve genelgeler uygulanmayarak suç işlenmiştir.

- Tahsil olunan parasal kaynakların, banka faiz ve tasarruf işlemlerinin yürütülmesi işi/görevi hukuka, yasaya ve mevzuata aykırı bir eylem yoluyla gerçekleştirilmiştir.

-RTÜK'de kanunlarla verilmemiş bir yetki kullanılarak, devlet veznesine girmesi gereken bir tutar, esasen kimin karar ve iradesiyle olduğu bilinmeden bütçe dışında tutulmakta ve kullanılmaktadır.

-RTÜK'ün 3984 sayılı Kanununa 4756 sayılı Kanunla 2002 yılında eklenen Teftiş Kurulu Başkanlığı kurulmasına ve bu birimin başına “Müfettiş” bile olmayan bir görevlinin getirilmesine karşılık Teftiş Kurulu Yönetmeliği halen ve kasten çıkartılmamış, yıllardır kurum içi denetim yapılmamıştır.

-RTÜK adına yapılan tüm kamu harcamalarının, büyük alım ve onarım giderleri ile kişisel ve kurumsal seyahat harcırahlarının beyan, uygulama ve tahsilatlarında hukuka aykırı iş ve eylemlerde bulunulmuştur.

-RTÜK frekans ihalesini de yapamamış, bu yolla da kamu zararına yol açılmıştır.

Cengiz Özdiker, suç duyurusu metninin ekinde çeşitli doküman ve belgeleri de Cumhuriyet Başsavcılığına sundu.

Askere sivil yargı yolu Anayasa'ya aykırı


Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına olanak sağlayan yasanın, Anayasa'nın 145. maddesine aykırı olduğu iddialarıyla ilgili olarak, “Biçimsel olarak baktığımız zaman bir aykırılık olmadığını kimse söyleyemez ama Anayasa Mahkemesi nasıl değerlendirir, onu bilemiyorum” dedi.

Ankara Barosu'nun 85. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Türkiye Barolar Birliği'nde verilen resepsiyona katılan Gerçeker, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Gerçeker, “askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarına ilişkin düzenlemeye yönelik değerlendirmesinin” sorulması üzerine, daha önce bu konuyla ilgili açıklama yaptığını anımsattı. Bu tür değişikliklerin tartışılıp, değerlendirildikten sonra yapılabileceğini ifade eden Gerçeker, CHP'nin düzenlemeyle ilgili Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunduğunu, Yüksek Mahkeme'nin konuyu değerlendireceğini belirtti.

Gerçeker, “Bu tür değişikliklerin, mutlaka ilgili kurumların görüşleri alınarak yapılması gerekir. AB müktesebatına uygun değişikliklerin yapılması gerekiyor. Buna karşı değiliz, AB'ye girmeyi arzu ediyorsak bunları yapmamız gerekiyor. Yargı reformu yapılmasını biz de istiyoruz. Yargı reformuyla ilgili çalışmalarımız var, hükümetin de çalışmaları var. Bunların hep birlikte yürütülmesi gerekir.” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de düzenlemeyi onaylarken belirli çekinceler ortaya koyduğuna işaret eden Gerçeker, “Bu sıkıntıların olmaması için yasaların çok iyi düşünülerek yapılması gerekiyor. Yasalaşma prosedürü belli kurallara bağlıdır. Bu kurallara uyulsaydı zaten bu sıkıntılar ortaya çıkmazdı. Bu tartışmalar da olmazdı. Elbette iktidar ve muhalefet görevini yapacak. Demokrasiye inanıyorsak, demokrasi var diyorsak bunlar olacak. Kimsenin kimseye bir şey deme hakkı ve yetkisi yok” diye konuştu.

Gerçeker, bir gazetecinin, “Düzenlemenin Anayasa'nın 145. maddesine aykırı olduğu söyleniyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, bir aykırılık söz konusu mu?” sorusuna da şu yanıtı verdi:
“Elbette şimdi bunu bütün hukukçular kabul ediyor. Biçimsel olarak baktığımız zaman bir aykırılık olmadığını kimse söyleyemez ama Anayasa Mahkemesi nasıl değerlendirir, onu bilemiyorum. Bütün bunların tartışılıp, değerlendirilmesinin gerekmesi nedeni de o. Mesela, Anayasa değişikliğiyle birlikte yapılsaydı bunlar, o tartışmalar da ortadan kalkardı. Şimdiden bir şey söylemek istemiyorum. Orada değerli arkadaşlarımız var. Onlar elbette en iyi şekilde değerlendirecektir.”

Kuzey Irak Türkiye'nin olacak

Dün gazetelerde kendine önemli yer bulanKürt yetkililerin Türkiye'ye katılma isteğine dikkat çekilen rapor bugün Hürriyet yazarı Ertuğrul ÖZKÖK'ün de gündemindeydi. Özkök, Özal'ın "20-30 yıl içinde Gürcistan, Nahcivan ve Kuzey Irak, Türkiye'nin arka bahçesi olur" tezini hatırlattı.

Biz önceki gün bu haberi atlamışız
KUZEY Irak, Türkiye'ye bağlanır mı? Eğer konuşulacak bir haber istiyorsanız, işte tam budur.En entellektüel kulüpten kahvehane köşesine kadar konuşulacak bir haber. Dün birçok gazetenin manşetinde bu haber vardı.Dünyanın önemli düşünce kuruluşlarından biri son raporunda "Bazı Kürt yöneticiler", Kuzey Irak'ın Türkiye'ye bağlanabileceğini yazmış.

Düşünebiliyor musunuz, Musul ve Kerkük, Türkiye'nin bir eyaleti.Bunu söyleyen kim? "Adını açıklamayan bir Kuzey Irak yetkilisi..."İnsan merak ediyor, konuşan kişi gerçekten yetkili mi değil mi? İtiraf edeyim, biz önceki gün bu haberi fazla önemsememişiz. Hatta, "Atlamışız" bile diyebilirsiniz.Dün gazetelerin manşetinde görünce, biraz geriden gelip olayla ilgilendim.

Kimmiş bu yetkili
Bölgeyi en iyi bilen gazetecilerden biri Cengiz Çandar.Onun yazısını dikkatle okudum. Çandar, söz konusu raporu kaleme alan Uluslararası Kriz Grubu'nun Irak ve Ortadoğu sorumlusu Joost Hilterman ile konuşmuş. Ona direkt olarak, "Size bunları söyleyen Kuzey Iraklı yetkili kim" diye sormuş.O da adını vermiş. Çandar konuşan kişinin adını açıklamıyor.Ama bu kişinin kimler olmadığını yazıyor.

Bu sözleri kimler söylemedi
"Bu sözleri söyleyen ne Celal Talabani, ne Mesut Barzani, ne Neçirvan Barzani, ne de bir ay içinde onun yerini alması beklenen Barham Salih. Üstelik o atıf yapılan sözler, yaklaşık bir yıl önceki bir görüşmede bir fikir egzersizi bağlamında söylenmiş."

"Iraklı Kürtler Türkiye'ye katılmak istiyor" heyecanına gerek yok
Dolayısıyla Çandar'a göre, "Iraklı Kürtler Türkiye'ye katılmak istiyor" gibisinden özel bir heyecana vesile olması gereken bir durum yok. Bütün bunların dışında, şu sıralarda, Türkiye ile Kuzey Irak Kürtleri arasında, dışarı pek yansıtılmayan ciddi sorunlar varmış. Birkaç gün önce Erbil'deki Kürt parlamentosu, "Kürdistan Bölge Yönetimi Anayasası'nı" kabul etmiş.

Durum öyle bir noktada değil
Anayasa, Eski Musul vilayetinin kapsadığı toprakları, Kürdistan toprağı olarak kabul ediyormuş.Yine Cengiz Çandar'ın yazısından okuduğuma göre, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçtiğimiz pazar günü ABD Başkanı Obama'yla bir telefon konuşması yapmış ve Türkiye'nin rahatsızlığını dile getirmiş. Anlayacağınız durum, öyle "Kürtlerin, biz gelip size bağlanalım" diyeceği bir noktada değil.

Gürcistan, Nahcivan ve Kuzey Irak, Türkiye'nin arka bahçesi olur
Ancak, Kuzey Irak'ın Türkiye'ye bağlanması, hepimizin ağzına sakız gibi yapışacak bir konu.İnsan inanmasa bile hemen bu konuda fikir yürütmeye başlıyor. Bu haberleri okuduğum zaman rahmetli Turgut Özal'la yaptığımız bir sohbet aklıma geldi. Özal, "Olaylar bu şekilde gelişirse, önümüzdeki 20-30 yıl içinde Gürcistan, Nahcivan ve Kuzey Irak, Türkiye'nin arka bahçesi olur" diyordu.

Ama aradan geçen zaman, bu tezi zayıflattı
O tarihlerde Gürcistan'ın başında Şevardnadze vardı.Şevardnadze ABD ziyareti sırasında verdiği bir demeçte, "Gürcistan, Rusya'nın güney ucu değil, Türkiye'nin kuzey ucudur" demişti. Ama aradan geçen zaman, bu tezi zayıflattı.Putin bir hareketle, bu tezi belki de çok çok uzaklara attı.Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra Kuzey Irak, bu teze çok yakın bir noktaya gelmişti.Hatta o günlerde Kuzey Irak'ta Türk Lirası'nın resmi para birimi olarak tedavüle sokulması bile gündeme gelmişti.Ancak Türkiye Merkez Bankası bu fikre karşı çıktı ve proje gerçekleşmedi.

Özal'ın tezi er veya geç gerçekleşecek
Şimdi realite bizi nereye götürüyor? Bana göre, rahmetli Özal'ın tezi er veya geç gerçekleşecek.Türkiye bu bölgede giderek en kuvvetli cazibe merkezi haline geliyor. Ben, psikolojik sorunların aşılması halinde Ermenistan'ın bile er veya geç Türkiye ile gevşek sınırlara sahip bir ülke haline geleceğine inanıyorum.

Kuzey Iraklı Kürtler için de görüşüm budur. O nedenle Uluslararası Kriz Grubu'nun raporunda ortaya atılan bu görüş, belki kısa süre için bir anlam taşımıyor ama, uzun vadede mutlaka konuşacağımız bir konu olacaktır.

Türkiye'nin yeni bir başlangıca ihtiyacı var

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ''Memleketin en namuslu, dürüst insanlarına en ağır muameleler reva görülürken, yolsuzluklara göbeğine kadar batmış olanlar, ellerini kollarını sallayıp serbestçe bu ülkede dolaşıyorlar'' dedi.

Deniz Baykal, yerel seçimlerde partisinden Bandırma Belediye Başkanlığını kazanan Sedat Pekel'i ziyaretinin ardından, Cumhuriyet Meydanı'nda kurulan platformda vatandaşlara seslendi.

Türkiye'nin yeni bir başlangıca ihtiyacı var
Yerel seçimlerde seçmenin ''Hükümetin gidici olduğu'' mesajını verdiğini, seçimin ardından da ''Hükümetin yarısı''nın değiştiğini anlatan Baykal, ''İnşallah önümüzdeki seçimlerde kullanacağınız oylarla, Hükümetin tümünü götüreceksiniz. Türkiye'nin yeni bir başlangıca ihtiyacı olduğu, artık herkes tarafından görülür hale geldi'' diye konuştu.

Baykal, çalışan dört fabrikadan birinin kapandığı Türkiye'nin, işsizlikte dünya ikincisi olduğunu ifade ederek, ''Geçen 7 yıl ortada. Her geçen yıl daha battık, daha battık, daha battık'' dedi.

Ekonomide değişikliğin şart olduğuna değinen Baykal, seçim döneminde ekonomik sorunlar için çözüm yolları önerdiklerini, ancak aradan aylar geçtikten sonra hükümetin bu çözüm yollarını uygulamaya çalıştığını iddia etti.

Baykal, uygulamalara bakıldığında, mevcut ekonomik tablonun değişeceğini söylemenin mümkün olmadığını belirterek, yüksek faizle yabancı sermayenin Türkiye'ye çekildiğini ama ''Yabancının parasıyla kalkınma'' olmayacağının, şartlar değişince yabancıların parasını çekmesiyle ortaya çıktığını söyledi.

Hükümetin, devletin tüm tesislerini yani ''Altın yumurtlayan tavukları'' yabancılara sattığını iddia eden Baykal, ''Altın yumurtlayan tavuklar, şimdi yabancı ülkelerdeki kümeslere altınlarını koyuyor'' dedi.

Deniz Feneri davası
CHP Genel Başkanı Baykal, ''Deniz Feneri'' davasına da değinerek, şöyle devam etti:

''Alman adliyesi mahkum etti, 'Asıl elebaşları senin ülkende, isimleri de şunlar, bunların git hesaplarına el koy, bunların tüm evrakını ortaya koy, bana bildir ben yargılayacağım' dedi. Hala gerekeni yapamıyoruz. Niye diye soruyoruz, cevap alamıyoruz. Başbakan'a 'Almanya'daki Deniz Feneri sanıklarını tanıyor musun? Arkadaşların, akrabaların var mı? Onlar hakkında gerekeni yaptın mı?' dedim. Onların hepsi resmi himaye altında, hepsi görmemezlikten geliniyor.

Türkiye'de bu tablo altında adalet var diyebilir misiniz? Memleketin en namuslu, dürüst insanlarına en ağır muameleler reva görülürken yolsuzluklara göbeğine kadar batmış olanlar ellerini kollarını sallayıp serbestçe bu ülkede dolaşıyorlar... Bu tutarsızlıkların hesabını soracağız. Zaman doluyor. 1,5 yılda 8 puan düştüler. Önümüzde seçime 1,5-2 yıllık süre var. İnşallah daha fazlasını düşüreceğiz, Türkiye'de iktidarı hep beraber kuracağız.''

Deniz Baykal, kendi medyasını yaratmaya çalışan Hükümetin, aleyhine yayın yapan medyayı her türlü ''zulüm''le susturmaya çalıştığını öne sürdü.

Elini silahlı kuvvetlerden çek
Bir hakimin, bir davadan ''kurumsal baskı var'' gerekçesiyle çekildiğini ifade eden Baykal, şöyle konuştu:

''Adalet, demokrasi, onların gözünde bir anlam taşımıyor. Onlar demokrasiyi trene benzetiyorlar. 'Gideceğimiz istasyona kadar biner, sonra ineriz' diyorlar. Devletin kurumları birbirine düşürülüyor. Medyayı sindirmeye kalkan anlayış neyse, yargıya elini uzatan anlayış neyse, devlet kurumlarına da baskı yapmaya kalkan anlayış da aynısıdır. Hepsi de yanlıştır. İktidara söyleyeceğimiz, 'Elini medyadan çek, elini yargıdan çek, elini Silahlı Kuvvetlerden çek.''

Baykal, Bandırma'nın Sahil Yenice köyüne yapılması planlanan termik santrale karşı açılan pankartları göstererek, şunları kaydetti:

Onların tek düşüncesi var
''Türkiye'de yanlış enerji politikası uygulanıyor. Enerji, ithale dayalı enerji kaynaklarına bağlandı. Ya doğal gaz yakıyoruz ya da kömürü ithal ediyoruz. Bu yanlış. Hem yerel kaynaklarımızı israf ettiğimiz için yanlış hem Türkiye'nin en güzel sahillerinin kirlenmesine neden olduğu için yanlış. Bunların tek düşüncesi, acaba cebimi nasıl doldurabilirim. Kimsenin zengin olması için bu sahilleri teslim etmeyeceğiz.''

Bu arada, Baykal'ı Bandırma'ya getiren helikopter, kiralandığı firmanın gereken izni zamanında almaması nedeniyle, 6. Jet Hava Üs Komutanlığı yerine Bandırma Özel Hastanesi pistine indi.

Parti yetkilileri, son anda iznin alındığını, ama partililer hastane bahçesine geldiği için iniş yerinde değişiklik yapılmadığını bildirdi.

Filistin liderinden Rumlara destek

Beraberindeki bir heyetle resmi davetli olarak Güney Kıbrıs'a gelen Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Rum Yönetimi Lideri Dimitris Hristofyas'la görüştü. İki lider kendi ifadeleriyle işgalin sona erdirilmesi için ortak mücadele edeceklerini söyledi.

Rum halkına minettarım
Görüşmeden sonra yapılan ortak açıklamada Hristofyas, Filistin Yönetimi'nin Rum halkının “mücadelesine” verdiği destekten ötürü minnettar olduklarını söyledi. Rum tezlerini İslam Konferansı Örgütü'nde savunduğu için Mahmud Abbas'a ayrıca teşekkür eden Hristofyas, Ramallah'ta Rum temsilciliği açılacağını, Filistin'le ekonomi, turizm ve eğitim alanlarında ikili anlaşmaların hayata geçirleceğini açıkladı.

Hristofyas, “her iki tarafça uzlaşılan ilkeler temelinde, Filistin halkının cefasına son vermek ve Filistin'in kalbinde bulunduğu Ortadoğu sorununa barışçıl bir çözüm getirmek için yeniden yaratıcı bir diyaloğun başlamasını istiyoruz” dedi.

Hristofyas, Güney Kıbrıs'ın, Filistin halkının haklarıyla ilgili BM Komitesi üyeliğini sürdüreceğini, AB içerisinde de Filistinli “kardeşlerinin” davasını desteklemeye devam edeceğini söyledi.

Mahmud Abbas ise, Güney Kıbrıs'ın Filistin halkının haklarının geri alınması, iki devletli bir çözüm çerçevesinde, başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir Filistin devleti kurulması mücadelesine verdiği istikrarlı destek için Hristofyas'a teşekkür etti.

Çıtamızı yükselttik
Güney Kıbrıs'ın, Ortadoğu sorununda kendilerine verdiği desteğin İsrail'le müzakere çabalarında elini güçlendirdiğine işaret eden Abbas, “Filistin toprakları içinde, Ramallah'ta temsilcilik açma kararınız bizi ziyadesiyle memnun etti, aynı zamanda bize, aramızdaki ilişkileri daha da pekiştirme gücü verdi ve haklarımız için verdiğimiz mücadelenin çıtasını yükseltti” dedi.

Biz sana AK Recep de deriz

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Sakarya İl Kongre'sinde konuştu Bahçeli, iktidar partisine ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yüklendi.

Başbakan, sen kendin aklanmadan Ak Parti diyemezsin
Erdoğan'a gel dokunulmazlıkları kaldıralım diyen Bahçeli," AKP son yerel seçimlerde yüzde 38 almış ve oyları düşünmüştür. AKP oralardan da aşağı inerek, tıpış tıpış gidecektir. Başbakan, sen kendin aklanmadan Ak Parti diyemezsin. Gel dokunulmazlıkları kaldıralım." dedi.

AK Recep de deriz
Meclis'teki bugünkü yapısıyla da olsa, yüce adaletin önüne çık, orada aklandıktan sonra, MHP olarak biz de AK Recep, Ak Parti demeye başlayacağız. Ama bu Ak'latma stratejisi bir deterjana dönüşemeyecek, toplumsal karalamayla bu ülkede silinip gideceksin.

MHP bir ulu çınardır. Ne kadar budarsa buda, büyümeye devam edecektir.

İktidar da sensin muktedir de değimlisin
Türkiye'nin her tarafında bir ateş çemberi var. Her konuda ayrışmanın yolu aranıyor. Demokrasiler ile darbeciler adı altında bir ayrışma ortaya çıkıyor. Bunu iktidar İktidar da sensin muktedir de değimlisin. 338 tane milletvekilin var çalıştır TBMM'yi.

Dolmabahçe'yi açıkla
Erdoğan ve Büyükanıt arasındaki Dolmabahçe görüşmesine de değinen Bahçeli, "Darbecileri yakala, millete deşifre et. Bunu yapmıyorsun, kapalı kapılar altında ne konuşuyorsun belli değil. Dolmabahçe'deki görüşmeyi açıklamadan milleti kendine inandıramazsın Başbakan." dedi.

TSK darbe yapmaz yönetime el koyar

Radikal gazetesi bugün Mehmet Ali Kışlalı'nın köşesinde yer alan darbe çağrısıyla iyice dibe vurdu. 70'lerde ordudan atılan bir subay olan ve askere yakılığıyla bilinen Kışlalı, Asker darbe yapmaz, yönetime el koyar diyen Hüsamettin Cindoruk'a destek çıktı.

Karanlıkta ıslık çalmak
Ergenekon adıyla anılan tahkikat süreci 'darbe'yi gündemde tutuyor. Hemen herkes 'Türkiye'de askeri darbe olmaz' görüşünde ise de bu 'karanlıkta ıslık çalma'yı andırıyor.

Basın özgürlüğünün olduğu, bir demokrasi ülkesinde, yasalar içinde her şey konuşulmalı. Ama kamuoyuna seslenenlerden beklenen, üzerinde durdukları konu hakkında ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında biraz bilgiye sahip olmaları. Sadece peşin fikirlerle hareket etmemeleri.

Her düzeyden ismi darbe şüphelileri listesine koydular
Ülkede demokrasi geçerli de olsa, siyasi iktidarın uygulamalarından mutsuz olan insanların, demokratik yöntemlere uygun olmayan çıkar yollar, bu arada darbeler tasarlamalarını kim önleyebilir? Bu bakımdan 'darbe tasarlayıcıları' herhangi bir sivil kesimden olabileceği gibi, antidemokratik görüşlerini ulaşabileceği silah yardımıyla uygulayabileceğini düşünen, askeri kesim içinde de yer alabilir. Nitekim sürmekte olan, ne kadar ciddiye alınması gerektiği ancak yargılama sonunda belli olacak tahkikat, hemen her kesimden ve her düzeyden ismi darbe şüphelileri listesine koymuş bulunuyor.

Bu listeye bakıp ülkenin kendisinin olmasa bile, demokrasisinin ne kadar tehlikede olduğu düşünülebilir.

Türkiye'de artık darbe olmaz
Ama ister sağdan, ister soldan olsun bu konuda yazanlar ve konuşanlardan kimse tehlikenin ciddi ve geçerli olduğunu, yani darbe olasılığının bulunduğunu söylemeden "Türkiye'de artık darbe olmaz" deniyor.

O halde insanlar neden kaygılı?

Şu veya bu dönemde ülkenin ancak darbe yoluyla daha iyi yönetime kavuşabileceğini düşünmüş olanların ciddi bir tehdit yarattığı varsayımı nereden kaynaklanıyor?

TSK darbe yapmaz yönetime el koyar
Acaba gerçekten Türkiye'de darbe olabilir mi? Böyle bir olasılığı kim gerçekleştirebilir? Bugüne kadar hiç darbe gerçekleşti mi? Yoksa 'darbe' adı verdiğimiz şey TSK'nın emir komuta zinciri içinde, geleneğinden ve yasalardan aldığı bir görev anlayışıyla yönetime el koymasından ileri gelen bir olay mı?

12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi olaylara 'darbe' adı veriliyorsa..
Eğer 27 Mayıs olağanüstü olayı hariç, daha sonra 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat tarihlerinde ortaya çıkan ve demokratik yönetim tarzına ters düşen olaylara 'darbe' adı veriliyorsa, bu yanlış ifade düzeltilmelidir. Çünkü 27 Mayıs'tan sonra gerçekleştirilmek istenen çeşitli, gerçekten darbe adı verilebilecek girişim hep TSK'nın emir komuta zinciri dışında, kimi görece küçük rütbedeki subayların girişimiyle denenip başarısızlığa uğramıştır. Bu başarısızlıklar TSK içinde artık bir 'darbe' olasılığının ciddiye alınamayacağını da göstermiştir.

TSK
darbeye izin vermez gerekirse yönetime el koyar
Bu gerçek durumu en iyi, siyasi hayattaki dikkate değer yaşamı ve deneyimleriyle, Hüsamettin Cindoruk ifade etti; "Ülkede cuntalar eliyle bir darbe olmaz. Böyle bir şeye öncelikle TSK izin vermez. Ama gerektiğini düşünürse kendisi yapar (yönetime el koyar)" demiştir.

Cindoruk'un kullandığı TSK'nın yapacağına 'darbe' denmesi, günümüzde verilen anlamına uygun düşmez.

Ona "TSK'nın emir komuta zinciri içinde ülkenin yönetimine el koyması" demek gerekir.

TSK'ya görev düşebilir
Konuya doğru yaklaşım bu açıdan olmalıdır.
Türkiye, daha önceki TSK müdahalelerinde olduğu gibi demokratik yöntemlerle yönetilemez de, ülkeye kaos havası egemen olursa, ya da herhangi bir isimle 'devrim' adına, özümsediğimiz demokrasi-özgürlükler rejimine karşı, içten ya da dıştan gelecek tehdit önlenemezse, görev TSK'ya düşebilir.

Bunun adına darbe denmeyecektir.
Öncelikle 'Sıkıyönetim ilanı' ve o yoldan da Cumhuriyet'in varlığının muhafaza edilememesi halinde, TSK'nın geleneksel disiplini içinde 'yönetim üstlenmesi' gündeme gelebilir.

Demokratik koşulların geçerli olduğu anayasal rejimin, yasal yönetim uygulamasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşamını garanti edemeyecek noktaya varması dışında, TSK 'nın yönetime müdahalesi söz konusu olmayacaktır.

TSK bu misyon için yetişmiştir. Oluşabilecek cuntalar, nerede ve ne düzeyde olurlarsa olsunlar, TSK'yı asla kendi amaçları için kullanamayacaklardır.

Bunu yakın tarih defalarca göstermiştir.

AKP'lilerin ayırt edici altı özelliği

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan bugünkü köşesinde AKP'lilerin özelliklerini yazmış. AKP'lilerin ayırt edici altı özelliğini yazan Hakan, bu yazıyla AKP'lileri kızdıracak gibi görünüyor.

AKP'lilerin ayırt edici altı özelliği
* BİR: Bütün işi gücü Tayyip Erdoğan'ın sırtına yükleyip yan gelip yatmak...

* İKİ: Bütün öfkeyi Tayyip Erdoğan'a bırakıp, muttasıl gülümsemek...

* ÜÇ: Bütün polemikleri Tayyip Erdoğan'dan bekleyip, etliye sütlüye karışmamak...

* DÖRT: Bütün zaferi Tayyip Erdoğan'dan bekleyip, hezimet anında paçayı şimdiden kurtarmak...

* BEŞ: Bütün oyların Tayyip Erdoğan'a verildiğini kabul edip, izzetinefsini ayaklar altına almayı başarmak...

* ALTI: Tayyip Erdoğan kiminle kavga ederse, onunla ilişkiyi anında kesmek...

Devletten satılık OKUL

Milli Eğitim Bakanlığı, uzun zamandır tartışılan okul satışları için düğmeye bastı. İstanbul'da, Nişantaşı, Etiler, Ortaköy, Teşvikiye, Ataköy, Erenköy, Çamlıca ve Bağdat Caddesi gibi gözde semt ve caddelerde yüzlerce milyon dolar değerindeki iş merkezleri ve lüks konutların arasında kalan 18-20 dönüm araziler içerisindeki okulların satışı için listeler hazırlandı. Satıştan yaklaşık 5 milyar dolar gelir elde edilmesi bekleniyor.

Satış için start verildi
İSTANBUL'da şehrin göbeğinde kalan ve değeri milyarlarca dolara ulaşan okullarla arazilerinin satışı için start verildi. Şehrin göbeğinde kaldıkları, trafik sıkışıklığına yol açtıkları ve öğrenci sayılarının az olduğu gerekçesiyle satışı önerilen okullar, Kızılcahamam Kampı'nda geçen hafta görüşüldü. Kapalı kapılar ardında, satılacak okulların listesine son şekil verildi. Maddi değerlerinin yanı sıra, ünlü mezunları ve tarihi yapıları ile eğitim tarihinde önemli yer tutan köklü okullar da satış listelerine girdi.

Hedeflenen 45 okul
İstanbul'da satılması hedeflenen 45 okuldan 22 lise ve ilköğretim okulu üzerinde satılması amaçlı çalışmalar hızlandırıldı. Kabataş Lisesi ve Pertevniyal Lisesi gibi köklü okulların da yer aldığı 15 okulla ilgili çalışmanın ise sürdüğü öğrenildi. Çamlıca Kız Lisesi ve Kandilli Kız Lisesi gibi toplam 60 bin metrekare alan üzerine kurulu iki köklü okul da satılacak okullar arasında yer alıyor.

İlk sırada 22 okul
Satış listesindeki 22 okulla ilgili çalışma, Bakan Nimet Çubukçu'ya sunulmak üzere tamamlandı. Çubukçu'nun değerlendirmesi ve Başbakanlığa bilgi vermesinin ardından İstanbul Valiliği, Bayındırlık İl Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Milli Emlak Daire Başkanlığı ve Umum Emlakçılar Odası'ndan bir ekspertiz ekibi kurulacak. Bazı okullarla ilgili bu saptamaların son 3 aydır sürdüğü öğrenildi.

İmar planları değiştirilecek
Milli Eğitim Bakanlığı, mülkiyeti İl Özel İdare ve Hazine adına kayıtlı okulları satabilmek için önce Milli Emlak Daire Başkanlığına devredecek. İmar planlarında değişiklik yapılmadan satışa çıkılması halinde, açık artırma yöntemiyle satışa çıkacak okullara talipli çıkmaması veya bedelinin çok altında satılması riski bulunuyor. İstanbul Umum Emlakçılar Odası Başkanı Sabri Ateş, "Plan tadilatı yapılarak okul alanı dışına çıkartmazlarsa, iş ve alışveriş merkezi yapılamaz. O zaman da o paraları etmezler" dedi.

Emlakçıların tespit ettiği rakam, eksperlerin 4 katı
Satışlarıyla ilgili daha önce yine aynı komisyon tarafından yapılan ve kamuoyuna açıklanmayan ekspertiz raporlarında ise muhammen bedellerin düşük gösterildiği de iddia ediliyor.

Bağımsız emlakçılar, okul satışı yapılacak olan lüks semtlerdeki eşdeğer yapılara göre fi-yatlandırma yapmaya başladı. Koç Holding'in daha önce müze yapmak için talip olup sonra geri çekildiği Teşvikiye'de 20 dönüm arazi içindeki Maçka Akif Tuncel Endüstri Meslek Lisesi için komisyon 123 milyon dolar değer biçmişti.

Ancak bölgedeki emlak uzmanları, "550 milyon dolardan aşağı satılırsa devlet zarar eder" diyor. Aynı durum Etile-r'deki 3 lise için de yaşanıyor. En yüksek bedel Etiler Otelcilik Turizm Meslek Lisesi için 250 milyon dolar dolarak biçilirken, bölgedeki emlakçılar, "1 milyar doların altında satış, bedava gitmesi demektir" diyor. (HT)

İSTANBUL'DA SATILMASI PLANLANAN 22 OKUL
OKUL ADI İLÇESİ TAPU ALANI (m2) MUHAMMEN BEDEL
Çamlıca Kız Lisesi
Üsküdar 30.823 320 milyon $
Kandilli Kız Lisesi Üsküdar 27.174 300 milyon $
Etiler Ot.Tur.M.Lİs. Beşiktaş 18.800 250 milyon $
İlhami A.Örnekal İ.Ö.O.Kadıköy 15.651 250 milyon $
Fenerbahçe Lisesi Kadıköy 15.651 180 milyon $
Mermerci And.O.T.M.L Z.burnu 53.693 180 milyon $
Etiler Lisesi Beşiktaş 9.620 175 milyon $
Levent Kız Mes.Lis. Beşiktaş 10.000 170 milyon $
Bakırköy Kız M.L. Bakırköy 13.728 150 milyon $
Rüştü Uzel K.M.L. Şişli 4211 25 milyon $
Nilüfer Hatun İ.Ö.O. Şişli 6.590 18 milyon $
Paşamandıra İ.Ö.O. Beykoz 8344 8 milyon $
Ziyapaşa İ.Ö.O. Kağıthane 5905 8 milyon $
Kartaltepe İ.Ö.O. Bakırköy 4.809 5 milyon $
Oruçgazi İ.Ö.O. Fatih 4133 5 milyon $
İbrahim Ökten İ.Ö.O. Kadıköy 1944 4.5 milyon $
Küçükyalı Merk. İ.Ö.O. Maltepe 2.351 4 milyon $
Kemal Atatürk Lis. Kadıköy 1752 4 milyon $
Çağlayan İ.Ö.O. Kağıthane 2302 4 milyon $
Maçka İ.Ö.O. Şişli 800 3 milyon $
Sait Çiftçi İ.Ö.O. Şişli 776 2.5 milyon $
Polonezköy İ.Ö.O. Beykoz 1725 2 milyon $

Bayrağımızı taşıyorlar TÜRKİYE SAHİP ÇIKMIYOR

Müslüman Uygurların Çin'in etnik baskısına karşı defalarca ayaklandığı Sincan özerk bölgesinin başkenti Urumçi kana bulandı. Resmi rakamlara göre 156 ama bölgeden gelen haberlere göre 1000'e yakın..
Kanla bastırılıyor
2 gündür Urumçi'de Han Çinlileri ile Uygur Türkleri arasındaki olaylar, Çin güvenlik kuvvetlerince işte böyle kanlıca bastırılmaya çalışıyor. Bu arada olayların sürmesi üzerine Urumçi'de gece sokağa çıkma yasağı ilan edildi.



Türkiye sahip çıkmıyor
Katliam sürerken Türkiye'nin sokaklarından da tepkiler yükselmeye başladı. Türkiye'de yaşayan Uygur Türkleri İstanbul'da, Ankara'da seslerini yükseltmeye başladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bir hafta önce ziyaret ettiği Çin'in kuzey batısındaki Sincan Uygur özerk bölgesinin başkenti Urumçi'de, tam bir Türk katliamı yaşanırken diplomatik alanda ciddi bir kınama durumu söz konusu değil. Türkiye gibi ay yıldızlı ybayrak taşıyan Uygur Türkleri şimdi Türkiye'nin ona sahip çıkmasını bekliyor.

Çin'e de 'one minute' deyin


Çin'in Sincan bölgesinde yaşayan Uygur Türklerine yönelik tedhiş eylemleri ABD'nin başkenti Washington'da protesto edildi. Çin Büyükelçiliği önünde toplanan Uygurlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan Gazze saldırıları nedeniyle Davos'ta İsrail'e gösterdiği tepkinin benzerini Çin'e de göstermesini istedi.

Çinliler, Uygur Türklerinin evlerini basıyor



Çin'in kuzeybatısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde başlayan ve Çin resmi rakamlarına göre 150 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların ardından bölgede sokağa çıkma yasağı uygulandığı bildirildi. Sadece Uygur Türklerine yönelik uygulanan bu yasağı fırsat bilen Han Çinlilerinin Türklerin evlerine baskınlar yaparak katliamlara devam ettiği belirtildi