AKP dünyanın en başarısız hükümeti

AKP'den ayrılıp Türkiye Partisi'ni kuran Abdüllatif Şener, "Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, dünyanın en başarısız hükümetidir" dedi.
Türkiye Partisi Genel Başkanı Şener, ekonomi gündemli bir basın toplantısı düzenledi; toplantıda hükümeti hedef aldı.

Büyüme rakamları MGK'yla aynı gün
Hükümetin mevcut ekonomi politikalarını eleştiren Şener, 2009 yılı birinci çeyrekteki büyüme rakamlarının açıklanmasının MGK ile aynı güne denk gelmesine dikkat çekti.

Bu durumun planlı bir hareket olabileceğine işaret eden Şener, hükümetin ekonomik olumsuzlukları diğer gündem maddeleri arasına serpiştirdiğini iddia etti.

15. madde değişsin
Şener'in gündemi ekonomiydi ama, gazetecilerin soruları üzerine son dönemdeki siyasi tartışmaları da değerlendirdi. "Müdahale dönemleri yargılanabilmelidir" diyen Şener, anayasanın 15. maddesinde değişiklik yapılmasını istedi.

Abdüllatif Şener, her halükarda demokrasi ve hukuk devletinden yana olduklarını belirterek, kurumlararası güvenin önemine dikkat çekti.

28 ŞUBAT sürecinde bir medya patronu: Size teslim olmaya geldim Paşam..

Taha Kıvanç mahlasıyla Yeni Şafak gazetesinde yazan Fehmi Koru bugünkü köşesinde 28 Şubat sürecinde bir medya patronunun yaşadıklarını yazdı. "Herkes bildiklerini anlatsa ne güzel olacak" başlıklı yazısında 28 Şubat sürecinde İhlas Grubu'ndan Enver Ören'le 28 Şubat'ın paşası Çevik Bir arasında geçen bir anektodu da aktarıyor.

Cumhurbaşkanı'na teessüf
Demirel sevmediği yazarlar hakkındaki kanaatlarını etkili olacağını düşündüğü kişilere açıkça söylerdi. O sırada Türkiye gazetesinin başında şimdi İhlas Haber Ajansı genel müdürü Fevzi Kahraman bulunuyordu ve büyük yenilikler planladığı biliniyordu. Planlar henüz niyet safhasındayken Kahraman görevden alındı. Eski cumhurbaşkanına teessüflerini bildirmek için Ankara'ya kadar gittiğini hatırlıyorum Fevzi Kahraman'ın...

Size teslim olmaya geldim Paşam
Bana bu düzeltme fırsatını Yeniçağ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar verdi; “Yalçın Özer'in Türkiye gazetesindeki işine son verilmesi dönemin güçlü kişisi Org. Çevik Bir'in gazete patronuyla görüşmesi sonrasında gerçekleşti” bilgisini sunan Önkibar...

Okuyalım: “Olayın içinde olan biri olarak gerçek şudur: 28 Şubat sürecinde İhlas Grubu da yakın izlenmedeydi. Bendeniz Mehmet Ağar'ı araya sokarak Çevik Bir'den randevu aldım. Randevuya Enver Ören'le beraber gittik... Enver Bey Genelkurmay'da 'Size teslim olmaya ve emirlerinizi almaya geldim' dedi. Bu arada Enver Bey dolu sürahiye çarptı, sürahi yere düştü ve Erol Özkasnak bir miktar ıslandı. Çevik Paşa bir müddet sonra 'Sizden hiç bir ricam yok; sadece Yalçın Özer bizi Emniyet'le korkutmasın, polisle bizi mukayese etmesin. Onların da silahı var demesin yeter' dedi. Enver Ören bunun üzerine; 'Mesajımı aldım, Yalçın Özer bittiii' dedi. Çevik Paşa 'Hayır ikaz edin yeter' dedi...

Yalçın Özer'in yazıları kesildi
“Görüşmenin yapıldığı akşam Yalçın Özer'in yazıları ânında kesildi ve merhum Özer, Enver Bey'in bu tutumu nedeniyle bir süre sonra kahrından öldü. Ören de utancından Yalçın Bey'in cenazesine bile katılamadı.”

Benim sana güvenim yok Erdoğan

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin Meclis'teki grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulunuyor. İşte Baykal'ın açıklamalarından satırbaşları:

Türkiye siyasetinin gerçeklerden kopmuş biçimde çok yapay bir düzlemde sahte tartışma belgeler ve suçlamalarda, gerçeklerle tamamen kopmuş bir noktada olduğunu görüyoruz.

Bugün bu çarpıklığın ortaya çıkmasına yardımcı olan ciddi bilgilerin belgelerin açıklandığı bir gün oldu. Türkiye'nin ekonomik tablosu görüldü, siyasi tartışmalar malum.

Bugün Emekliler Günü
Önce bugün Emekliler Günü, yani Mustafa Kemal Paşa'nın emekliye ayrılışının yıl dönümü. Bugün emeklileri hatırlayacağımız sorunlarını konuşacağımız bir gün. Önce Türkiye'deki emeklilerimizin bu gününü yürekten kutluyor, saygıyla selamlıyorum.

Emeklilik bir toplumun kadir bilirliğinin, sorumluluk düzeyinin, insana saygısının, geçmiş emeği takdir edişinin ve geleceğe yönelik umudunun inancının bir arada değerlendirileceği bir gün.Toplumun yaş süreci değiştikçe, sağlık koşulları düzeldikçe insan ömrü uzadıkça emekli sayısı toplumda artıyor. Emeklilik konusu bundan sonra Türkiye'yi daha çok meşgul edecektir. Emeklilerin sorunları konumları Türkiye'nin en önemli sorunu haline dönmüştür.

Emeklileri görmezden geliyorlar
Emekliler en güç dönemde bu ülkeyi ayakta tuttular. Türkiye'yi bugünlere taşıdırlar. Olağanüstü güç koşullar içinde bugünlere taşıdırlar. Ancak görmemezlikten gelinen kesimin başında yer alıyorlar.

Emeklilerin mütevazı aylıkları ailelerin umudu haline dönüşmektedir. İşsiz kalan aileler ailelerindeki emeklilerin parasından medet ummaktadırlar. Emekliler bu çağlarında da yeterli olmayan emekli aylıklarını başkalarıyla da paylaşmak zorunda kalmaktadırlar.
Bilmiyorum Başbakan'ın bu konuda ikna edilmeye ihtiyacı var mı? Kendisi milletvekili maaşından şikayet ediyordu. Şimdi herhalde emeklilerin maaşlarının onların geçimini sağlamaya yetmeyeceğini bilmektedir.

Bırakınız maaşlarını düzeltmeyi, hakkı olan paraları bile emekliye vermediği, alacaklarını dahi Maliye'nin ödemediğini biliyoruz. Sosyal güvenlik destek primi uygulamasına son verilmelidir. Sosyal güvenlik için emekli olana kadar zaten gereken katkıyı yapmıştır.

Emekli maaşı kesilmeden insanlar çalışma imkanına sahip olmalıdırlar.
Maalesef bütün kesimlere milli gelir artışından pat verilmesi kabul edildiği uygulandığı halde, gerçi son dönemlerde milli gelir artışı olmamıştır, ancak emeklilere aktarılmaması gerektiği çok temel bir gerçek gibi kabul edilmiştir. Yani bu emekli olanın toplumdaki kalkınmada payı yoktur anlayışıdır.

Ekonomide tarihi küçülme
Ekonomimizle ilgili acı gerçek ortaya çıkmıştır. Küçülme daralma oranı tarihi bir rekor düzeyindedir. Türkiye bu yılın Ocak – Şubat – Mart ayları içinde 13.8'lik bir daralma yaşamıştır. Kalkınma büyüme artık gündemden düşmüştür.
Türkiye bu konjonktürde, dünyanın en çok etkilenen krizden sorunlardan, ülkelerin başında gelmektedir. Bu küçülme oranı çok yüksek bir orandır. Sürece kısaca dikkatinizi çekeyim. 2008'de Türkiye 7.3 birinci çeyrekte büyümüştü, ikinci çeyrekte 2.8'e düşmüştü. Üçüncü çeyrekte 1.2'ye düşmüştü ve dördüncü çeyrekte yüzde 6 küçülmüştü. 2009'un ilk çeyreğinde şimdi 13.8'lik bir küçülme yaşamıştır.
2001 yılıyla mukayese edildiği zaman bunun çok daha yüksek bir daralma olduğuna tanık oluyoruz. Bu yeni seriyle, büyüme rakamlarının ilan edildiğinden bu yana bu seviyede bir küçülme yaşanmamıştır.

Krizin geldiği görülüyordu
Türkiye bu krizden en az etkilendi iddiasını ciddiye alma imkanı var mı? Ekonomik krizin gelmekte olduğu belliydi. Türkiye'nin büyüme politikasının yanlış olduğunu söylemiştik.
Dışardan para geldiği zaman içerdeki ekonomik aksaklıkları ört bas edebiliyorsunuz. Dışardan sermaye gelmiyor bütçede açık veriyor. Ne olmaya başladı? Devlet borçlanmaya başladı. Bir ara durmuştu, ama şimdi tekrar borçlanmaya başladı.

Kayıp yıl 2009
Yabancı para borçlanması yapamıyorsun, yabancı sermaya yabancı para gelmediği için. Yerli parayla borçlanmaya başlıyorsun. 2009 yılı bir kayıp yılı olacaktır.

Türkiye'de bugüne kadar çok iktidarlar geldi geçti. Böyle bir tabloyu o zaman yaşamadık. Ne Demirel iktidarlarında ne Özal iktidarlarında yaşadık. Türkiye'nin ana kurucu temel noktaları altında bir kafa karışıklığını Türkiye yaşamadı şimdi yaşıyor. Bu kadar çok güç, bu kadar çok oy, birilerini yeni yeni maceralara doğru davet ediyor. Kendisine verilen siyaset alanı yetmiyor, elinde olduğunu düşündüğü güç doğrultusunda, çevresini dağıtarak bir mutlak hegemonya haline dönüştürmeye gayret ediyor.

Sahte belgenin peşinden gidiyor
Sahte belgelerin peşinden gidiyor, Türkiye'yi karıştırıyor. Sen onun peşinden gideceğine, ekonomiyle ilgili otur konuş.Önce ortaya bir iddia atılıyor. İddia akıl ve mantık dışı. Genelkurmay belgesi deniliyor. Genelkurmay'a uygun değil. Hem AKP'yi bitirecek hem de bir cemaati bitirecek ve ikisini de 4 kağıdın içinde bitirecek.

Ciddiyeti olmadığı başta belli olan bir şey. Ama altında imza var.
Bu belge çıkınca Başbakan işi gücü bırakıyor. Bu belgeyi kabul ederek hükümler vermeye, siyasi tartışma açmaya başlıyor. Sakin olmak, soğukkanlı olmak lazım. Hele böyle garip özellikler taşıyan iddialar karşısında daha bir dikkatli, daha bir önünü arkasını incelemek gerekir ve Şanlıurfa kongresinde veriyor veriştiriyor. Bütün Türkiye'yi ayağa kaldırıyor.

Gece yarısı belgesi
Bunları yaşarken yepyeni bir manzara ortaya çıktı. Ceza kanununda değişiklik yapılması amacıyla hazırlanmış bir Adalet Bakanı tasarısı… Komisyonda konuşuldu, tartışıldı ve şekillendi ve parlamentonun tatile gireceği son günün son saatlerinde Meclis tatile girmeden o konuyla ilgili konuşulmuş konular üzerinden Genel Kurul müzakerelerine geçildi.

Denildi ki 2 konu daha var. Önergelerden birisi sivil şahısların askeri mahkemelerde yargılanmasını engellemeye yönelik. İşlediği suçlar asker şahıslarla, askeri mahallerde, askeri nitelikli olsa da… Bu düzenlemeye biz CHP olarak destek veriyoruz. Bu konu zaten Genelkurmay ile konuşulmuş, AB'nin bu konuda belli kararları var, hiçbir tereddüt yok. Elbette deniliyor ve kabul ediliyor.

Bir önerge daha var. Bu da bir dil düzenlemesi… Onu da konuşacağız deniliyor. Parlamentonun tatile girilmesinin son saatleri. Bir oldu bittiyle o önerge geçiriliyor. Sabah kıyamet kopuyor. O üzerinde durulmayan, Genel Kurul'da sanki daha önceki düzenlemenin devamı gibi sunular önergenin aslında asker kişilerin durumlarının da sivil mahkemelerde görüşülmesine izin veren düzenleme.

Peki bu düzenleme daha önce komisyonda tartışıldı mı, hakkında bilgi verildi mi, komisyon bu konuyu anladı kavradı mı? Hayır komisyonda böyle bir çalışma yapılmadı. Peki bu düzenlemeyle ilgili kurumlara bilgi verildi mi? Sorulmadı. Bilgi verilmedi. Fevkalede önemli bir düzenleme yapacaksınız, bu düzenlemeyle ilgili devlet kurumlarının hiçbirine bilgi vermeyeceksiniz, geceyarısı bir önergeyle kabul edilmiş laf cambazlıklarıyla aniden bir tek kişinin bile Meclis'te söz söylemesine izin vermeden karara bağlayacaksınız.

Meclis Başkanı diyecek ki bu önergeden benim de haberim yok. Komisyonun da haberi yok. İlgili mercilerin haberi yok. Bir karar alacaksanız ve Türkiye'deki çok temel bir düzenlemeyi hiç kimseye haber vermeden değiştireceksiniz.

Bu AKP'liler sahte oy da kullanmıştır
Bu bazılarının dediği gibi "gol atma" olayı değildir. Bu ciddi bir konudur. Bu bir kutlama yapmayı gerektirecek durum değildir. Biz biliyoruz ki geçmişte AKP milletvekilleri sahte oy kullanmıştır.

Peki bizim hiç kabahatimiz yok mu? Evet bizim de kabahatimiz var. Nedir? Meclis'in tatile girmesine karar verilmiş. Bir centilmenlik anlaşması yapılmış. Ama siz karşınızdaki insanların o mutabakata bir centilmen gibi uyacağına inanırsanız yanlış yaparsınız. Birileri ne güzel aldattık diyor, ötekiler de alkış tutuyor.

İktidar Türkiye'yi aldatma peşinde
Asıl önemli olan şu: Bu öneriyi Adalet Bakanlığı yapıyor. Bu iktidar CHP'yi aldatma peşinde değil; Türkiye'yi aldatma peşinde. Yaptığı işi önceden ilan edecek bir özgüvende değil. Vur kaçla iş yapıyor. Çık söyle önceden askeri yargıyla - sivil yargı arasındaki görev paylaşımını düzenleyeceğiz diyemiyor.

DGM'nin sadece adı değişti
Askerlerin askeri mahallerde askerlerle birlikte askeri nitelikte suçlarının bir kısmını elinden almaktır... Siz bu şekilde bağımsız yargıyı sağlayamazsınız. Geçenlerde bir hakim açıkladı. Özel yetkili bir DGM idi. Şimdi adı değişti. Hakimin biri üzerimde kurumsal baskı var dedi. acaba o kurumsal baskı bundan sonra o mahkemelerde işlemeyecek mi? O baskı sadece o hakime mi yapıldı. Eğer kurumsal baskı üzerine geliyorsa başka bazı hakimlere gelemez mi?

Senin TSK'ya var mı bilmem ama benim sana güvenim yok
Siz mevcut uygulamayla yetinmiyor şu an uygulanan davayı da kapsasın diyorsanız bu falan davayı filan davayı ellerine almak anlamına gelir.. Olayın esasına bakmak lazım. Geçici madde konuldu. Askeri yargı ile ilgili bir düzenleme var.. Bu askeri yargının hangi şartlarda işleyeceğini ortaya koymuş, bu anayasal düzenlemenin tamamen dışında... Kimsenin bilgi sahibi olmadığı zamanda yapacaksınız kararname boşta kalacak. Ne akıllılar bunlar? Yapıyorsunuz da beni ilgilendiren şu... Neden yapıyorsunuz? telaş ve heyecanınız nerden kaynaklanıyor belli davaları elinize almak mı istiyorsunuz. Buna inanmamızı nasıl istersiniz. Ayrıca siz askeri yargıtayın alacağı kararlarla ilgili bir tereddütü neden yaşıyorsunuz? Bu mahkemeyle mi ilgili o anlayışla mı ilgili bunun hukuk ve demokrasideki anlamı ne? Kurumlar arasında tam güven var diyorsun ama bunu yapıyorsun... Senin TSK'ya güvenin var mı yok mu bilmiyorum ama benim sana güvenim yok.

Erdoğan'ın Çölaşan'a açtığı dava reddedildi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, bir televizyon programındaki sözleriyle kişilik haklarına hakaret ettiği iddiasıyla gazeteci Emin Çölaşan aleyhinde açtığı manevi tazminat davası reddedildi.

Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesindeki duruşmaya, Erdoğan'ın avukatı Muammer Cemaloğlu ile Çölaşan'ın avukatı Serhan Özdemir katıldı.

Siyaset için önemli bir karar
Erdoğan'ın avukatı Cemaloğlu, Çölaşan'ın, davaya konu sözleriyle eleştiri sınırlarını aştığını ifade ederek, ''Burada verilecek karar, siyaset ve siyasetçiler için önemli olacak. Bu da dikkate alınarak, davanın kabulünü istiyoruz'' dedi.

Basın ve ifade özgürlüğü için de önemli
Çölaşan'ın avukatı Özdemir ise müvekkilinin sözlerinde Erdoğan'ın kişilik haklarına saldırı bulunmadığını kaydederek, ''Biz de kararın basın ve ifade özgürlüğü açısından önemli olacağını düşünüyoruz'' dedi.

Yargıç Mehmet Cengiz Çiftçi, davanın reddedildiğini açıkladı.

10 bin TL manevi tazminat istiyordu
Başbakan Erdoğan, bir televizyon programında kişilik haklarına saldırıda bulunduğu gerekçesiyle Çölaşan'dan 10 bin TL manevi tazminat talep ediyordu.

Paşa'nın komşusundan UZİ çıktı

İzmir Urla'da, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök'ün villasının da bulunduğu siteye, Hint keneviri yetiştirildiği ihbarı üzerine operasyon düzenlendi. Emekli orgeneral Özkök'e komşu villanın müştemilatında yapılan aramada, Uzi marka otomatik tabanca ele geçirildi. Özkök'e suikast planlanmış olabileceği olasılığı üzerine alarma geçen polis, silahın organize suç örgütüne ait olduğunu tespit etti. Gözaltına alınan iki zanlı tutuklandı.

İhbar geldi
Emniyet'e, “Mustafa E. adlı kişinin Yenice Mahallesi'ndeki villasının giriş kapısı yakınında Hint keneviri yetiştirildiği” yönünde bir ihbar geldi.
Bunun üzerine 18 Haziran'da mahkeme kararıyla siteye baskın yapıldı. 115 kök Hint keneviri ele geçiren polisler, Mustafa E.'nin, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Özkök'e komşu villada bekçilik yapan Y.A.'nın kaldığı müştemilatta da arama yaptı.
Kiler olarak kullanılan odadaki bir kutuyu açan polisler, genellikle gizli servis ajanlarınca kullanılan İsrail yapımı Uzi marka otomatik tabancayla karşılaştı.

Susturucu takılıydı
Susturucusu ile 20 mermi alabilen şarjörünün de silahın üzerinde olduğu kaydedildi. Kutudan, namlusuna mermi sürülü durumda bekletilen ve Mavzer olarak bilinen 7.62 milimetre çapında bir tabanca ile bir otomatik av tüfeği de çıktı.
Ayrıca bu silahlara ait 150 mermi daha bulundu. Çekyatın altında ise 6.35 milimetre çapında, yine kullanıma hazır Maxim marka İtalyan tipi bir tabanca daha ele geçirildi.

Soruşturma genişletildi
Hakkında daha önce de suikast ihbarları alınan Özkök'e yönelik bir eylem planlanmış olabileceği ihtimalini değerlendiren polis, soruşturmayı genişletti. Bekçi Y.A. ile inşaat işçisi A.Ö. gözaltına alındı.
Y.A, polis ifadesinde, silahları yaklaşık üç ay önce Ziya E. adlı kişinin saklaması için kendisine teslim ettiğini söyledi. Hırsızlık suçundan yedi, yağmadan ise iki kaydı bulunan Y.A. ile A.Ö., tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Tarihi eser de bulundu
Zanlıların tutuklanmasına karşın araştırmalarını sürdüren polis, silahların organize suç örgütüne ait olduğunu tespit etti. Bu çerçevede, villaları inşa eden Mustafa E.'nin Zeytinalan Mahallesi'ndeki evinde arama yapıldı. Yaklaşık 240 boş kovan ile 10 parça tarihi eser bulundu.

Özkök'e bilgi verildi
Polis, müteahhit Mustafa E.'nin, bir organize suç örgütü lideriyle bağlantısı olduğunu tespit etti. Operasyonla ilgili olarak Özkök'e de bilgi verildiği ve korumalarının uyarıldığı öğrenildi.
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök'ün, İzmir Hava Er Eğitim Tugayı sınırları içinde de bir lojmanı bulunuyor.

Melih Gökçek'e 3 yıl hapis

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında, ABD Büyükelçiliğini çevreleyen yapılaşmaya ilişkin idari yargının verdiği yürütmeyi durdurma kararına uymayarak, ''görevini kötüye kullandığı'' iddiasıyla 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, davanın iddianamesinde, müşteki Tezcan Çakır tarafından Başsavcılığa sunulan suç duyurusu dilekçesinde, ''Atatürk Bulvarı'ndaki ABD Büyükelçiliğini çevreleyen, üzerinde araç ve yaya trafiğini engelleyen, hukuka aykırı yapılaşmanın durdurulması için Ankara 12. İdare Mahkemesinde dava açıldığının ve mahkemece yürütmenin durdurulması kararının verildiğinin'' kaydedildiği anlatıldı.

İÇİŞLERİ SORUŞTURMA İZNİ VERMEDİ
Suç duyurusu dilekçesinde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına 30 Mayıs 2005 tarihinde tebliğ edilmesine ve aradan 1 yıl süre geçmesine rağmen kararın uygulanmadığı, bu nedenle Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında soruşturma yapılarak kamu davası açılmasının talep edildiği hatırlatılan iddianamede, Başsavcılıkça, İçişleri Bakanlığından soruşturma izni istendiği, İçişleri Bakanlığının ise soruşturma izni verilmemesine karar verdiği belirtildi.

İddianamede, karara yapılan itiraz sonucu, Danıştay 1. Dairesince, ''Ankara 12. İdare Mahkemesinin 2 Mayıs 2005 gün ve 2005/495 sayılı kararının uygulanmadığının sabit olduğu tespit edildiğinden, bu kararın idareye tebliğini takip eden 30 gün içerisinde uygulamayan ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığının başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olan ilgiliye isnat edilen suçu işlediği yönünde soruşturma yapılmasına yeterli delil bulunduğu anlaşıldığından, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın kaldırılmasına ve itirazın kabulüne'' karar verildiği kaydedildi.

SUÇLAMALARI KABUL ETMEDİ
İddianamede, Melih Gökçek'in, savunmasında, ''soruşturmaya konu bariyerlerin konulması konusunda Büyükşehir Belediyesi tarafından alınmış bir karar olmadığını, bu konudaki yetkinin İl Trafik Komisyonuna ait olduğunu, yasanın değişmesiyle birlikte bu konudaki yetkinin Ulaşım Koordinasyon Merkezine geçtiğini, bu bariyerlerin kaldırılmasıyla ilgili yapılan müracaat üzerine, Ulaşım Koordinasyon Merkezi tarafından direkler arasındaki bariyerlerin kaldırılması yönünde karar alındığını, zaten bu konudaki Ankara 12. İdare Mahkemesinin kararıyla ilgili olarak da Danıştay 8. Dairesi tarafından esastan bozma kararı verildiğini, dolayısıyla yapılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını, suçlamayı kabul etmediğini ifade ettiği'' aktarıldı.

Davanın iddianamesinde, Danıştay 8. Dairesinin bozma kararının ardından yeniden yapılan yargılama sonucunda, Ankara 12. İdare Mahkemesi tarafından davanın reddine karar verildiği, ancak kararın henüz kesinleşmediği belirtildi.

GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA İDDİASI
Gökçek'in, Anayasa'nın 138. maddesi ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin bağlayıcı hükmüne rağmen yürütmeyi durdurma kararının gereğini yerine getirmediğinin sabit olduğu savunulan iddianamede, Melih Gökçek'in, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına tebliğ edilmesine rağmen Ankara 12. İdare Mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararını süresinde uygulamayarak kamu zararına sebebiyet verip, ''görevi kötüye kullanma'' suçunu işlediği ileri sürüldü.

İddianamede, Gökçek'in, TCK'nın 257/1. maddesi uyarınca 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması ve TCK'nın 53. maddesine göre ''belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılması'' talep edildi.

Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesine sunulan iddianamenin kabul edildiği ve Gökçek'in yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlanacağı öğrenildi.

PKK bir bir dağılıyor

Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde yeralan terörle mücadele verileri ve yapılan hesaplama, yılın ilk 6 ayında PKK'da büyük bir çözülmenin yaşandığını ortaya koydu. 2009'un ilk 6 ayında toplam 135 PKK'lı etkisiz hale getirildi. Bu süre içerisinde 30 PKK'lı ölü ele geçirilirken, 43 PKK'lı da sağ yakalandı. Aynı süre içerisinde 62 PKK'lı da örgütten kaçarak güvenlik güçlerine teslim oldu. Güvenlik güçleri PKK'ya en büyük kaybını Nisan ve Mayıs aylarında yaşattı. Nisan ayında 9, Mayıs ayında da 18 PKK'lı ölü ele geçirilirken, her 2 ayda teslim olan ve yakalanan PKK'lı sayısı toplam 68 oldu.

Türkiye süper güç oldu ABD baskı yapamaz

KKTC ve Kıbrıs Rum kesiminde temaslarda bulunan ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mathiew Bryza, Kıbrıs konusunda tutumunu değiştirmesi için ABD'nin Türkiye'ye baskı yapmasını isteyen Rum Meclis Başkanı Marios Karoyan'a, ''Türkiye süper güç oldu, ABD baskı yapamaz'' karşılığını verdi.

Rum basınına göre, Rum Meclisi ve Demokratik Parti (DİKO) Başkanı Marios Karoyan, ABD'nin Türkiye'nin Kıbrıs sorununa ilişkin tutumundan vazgeçmesi yönünde baskı uygulaması gerektiğini savundu. Bryza ise Türkiye'nin bölgede süper güç olduğunu ve ABD'nin bu ülkeye artık baskı yapamayacağını kaydetti.

Bryza, Karoyan'la görüşmesinde, ''ABD'nin Türkiye'ye baskı yapmasının mümkün olmadığını'' ifade ederek, şunları söyledi:

''ABD Türkiye'ye baskı yapamaz. Eğer 70'ler, 80'ler ya da 90'larda olsaydık olabilirdi, ancak şu anda kendi bölgesinde süper güç haline gelen Türkiye tamamen kendi gücüyle bağlıdır ve baskı yapmamız söz konusu değildir.''

Bryza'nın bu sözleri üzerine Karoyan, ''Türkiye'ye ABD tarafından baskı yapılamayacaksa kimse tarafından yapılamaz. Bu koşullar altında ne Kıbrıs sorununun çözümü ne de Türkiye'nin AB üyeliği mümkün olur'' ifadesini kullandı

Özkök'ün Erdoğan'a soracağı soru

Erdoğan'ın, "Emniyet teşkilatımız genel anlamda rejimin sarsılmaz güvencesidir" sözleri hem Özal'ın başbakanlığı döneminde sarf ettiği, "Darbeleri önlemek istiyorsanız polis teşkilatını güçlendirmelisiniz" çıkışını hatırlattı hem de hukukçu ve siyasileri böldü. Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'te, Başbakan Erdoğan'ın tartışma yaratan sözlerini değerlendirdiği yazısında Başbakan "Erdoğan iktidar koltuğundan kalktığında yine aynı şeyi düşünecek mi" diyor.
Ömrüm yeterse Erdoğan'a soracağım
EĞER ömrüm yeterse, Eğer o gün hálá gazetecilik yapabiliyor durumdaysam; İktidar koltuğundan kalktığı gün Başbakan Erdoğan'a soracağım soru şu olurdu: "Bugün de 'Türkiye'de demokratik rejimin teminatı polistir' diyor musunuz..."Ama bu soruyu sormadan önce, konuya açıklık getirmek lazım. Pazar sabahı Ankara Temsilcimiz Enis Berberoğlu ile Başbakan'ın bu cümlesini uzun uzun tartıştık.

Başbakan'ın bu cümlesi beni şaşırttı
Ankara temsilcileri haklı olarak, iktidarla ilgili konularda çok temkinlidir. Ben, "Başbakan'ın bu cümlesi beni şaşırttı" dediğim zaman, o "Bu cümleyi hangi kontekste söylemiş, ona iyi bakmak gerekir" cevabını verdi. Hangi kontekste ve nerede söylemiş?"Bu konuşmayı, polisin kongre merkezinin açılışında söyledi. Orada onların gururunu okşayacak bir şeyler söylemek istemiş olabilir" dedi.Bir siyasetçi için bunlar anlaşılabilir şeylerdir. Ama o zaman Özal'ın, "Anayasa bir kere delinse ne olur" cümlesine de aynı hafifletici nedenlerle bakmak gerekmez miydi?

Rejimin teminatı" ağır bir misyondur
Ben, bu cümle üzerinde biraz durmamız gerektiği kanaatindeyim. Soru şu: Elinde silah bulunduran bir kurumu, "rejimin teminatı" olarak görmek doğru mudur? "Evet" diyorsak, elinde silah bulunduran askerin, kendini "rejimin teminatı" olarak görmesine neden itiraz ediyoruz? Üstelik elinde iyi kötü bir İç Hizmetler Kanunu var. Üstelik, kamuoyu anketlerinde yıllardır hep açık ara halkın gözündeki en güvenilir müessese olarak çıkıyor."Rejimin teminatı" ağır bir misyondur ve taşınması çok zordur.
O nedenle, bu payenin verileceği kurumlar üzerinde ciddi bir mutabakatın oluşması gerekir.

Polisin misyonu konusunda mutabakatımız var mı
Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak soralım. Askerin "rejimin teminatı olması" konusunda bir toplumsal mutabakatımız var mı? Yok...Peki polisin bu misyonu konusunda bir mutabakatımız var mı? Ergenekon'la ilgili tartışmalara bir bakın. Böyle bir mutabakatın bulunduğunu söylemek için ya çok önyargılı, kesin inançlı veya saf olmak gerekir.
Ayrıca bu kurumların uluslararası siciline bakmak da, rejimin ne kadar teminatı olabilecekleri konusunda fikir verebilir.

Öyleyse, rejimin müdafiileri kimdir
İkinci soru: Korumaya çalıştığımız rejim nedir? Anayasa'da belirtilen temel ilkelerden oluşan bir mutabakat değil mi? Bunun en önemli unsurlarından biri İnsan Hakları. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Türkiye'den yapılan ihlal başvurularına bir bakın. Rejimin iki "müdafiinin" sicilleri arasında ne fark var?Öyleyse, rejimin müdafiileri kimdir? Elbette Silahlı Kuvvetler'in ve polisin ülkenin güvenliği, iç huzuru ve kanunların uygulatılması bakımından çok hayati görevleri var. Ama bu, onların "misyonu" değil, görevidir. Rejimi koruma misyonu, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Onu oluşturan bütün siyasi partilerindir. Ama bu partilerden herhangi birinin "özel misyonu" da değildir. Onların birlikte var olmaları rejimin teminatıdır.

Elbette yargı, rejimin teminatıdır. Ve tabii ki, rejimi koruma görevi, çoğulcu demokratik sistemin denetleyici kurumlarınındır. En başta "bağımsız medyanın" Burada da sadece bir gazeteden, bir medya grubundan söz etmiyorum. Bunların bir arada ve özgürce çalışabilmesinden söz ediyorum. Onlar şu veya bu fikri savunabilirler. İktidar yanlısı veya muhalif olabilirler.

Rejimin en önemli müdafii
Rejimi koruyan onların özel misyonları değil, bir arada var olabilmesi, "cohabitation"udur.Onlar üzerindeki siyasi, mali baskıları önleyecek mekanizmalardır.Yoksa genel müdürü her gelen iktidar tarafından değiştirilebilecek bir kurumu "rejimin en önemli müdafii" olarak görmek yanlıştır."Devrim muhafızı" ile "rejim müdafii" arasındaki fark, totaliter rejimle, demokratik rejim arasındaki farkı tayin eder.

Nezaket sözcükleri olarak yorumlamak istiyorum
Öyle bakarsanız, vergi memurlarını da rejimin müdafii olarak görebilirsiniz.O nedenle ben de bu sözleri, "polisin fedakárlıklarını ödüllendirmek" üzere kullanılmış, nezaket sözcükleri olarak yorumlamak istiyorum

TSK bu savaşı kazanamaz

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 26 Haziran 2009 tarihinde Genelkurmay Karargâhı'nda tüm kuvvet komutanlarının da katıldığı bir basın toplantısı düzenledi. Düzenlediği toplantıda "TSK'ya karşı medya üzerinden asimetrik bir psikolojik harekat yürütülüyor." medya dünyasının günlerce tartıştığı "asimetrik bir psikolojik harekat" kavramına bir yorum da Vatan yazarı Ruşen Çakır'dan geldi.
TSK'ya yönelik yoğun bir kampanya

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un “TSK'ya karşı medya üzerinden asimetrik psikolojik bir harekat” yöneltildiği tespit ve şikayetini daha çok tartışacağa benzeriz, tartışmalıyız. Lafı uzatmadan, Org. Başbuğ'un tespitine ana hatlarıyla katıldığımı söylemek isterim. Bu süreç belirgin bir şekilde, Org. Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olmasının arifesinde başlamışa benziyor. O gün bugündür, internet, yazılı ve görsel medya ve diğer iletişim teknolojileri de kullanılarak TSK'ya yönelik yoğun bir kampanya yürütülüyor.

TSK'nın bu bombardıman karşısında yapabileceği bir şey yok
Bu kampanyada “yalan” da var, “abartı” da; ama bolca da “gerçek” mevcut. Değişik askeri karargâhlardan edinilip medyaya sızdırılan belgelerden ve bazı muvazzaf ve emekli subayın yasadışı telefon ve ortam dinlemeleri sonucu edinilmiş ve medyada dolaşıma sokulmuş muhabbetlerinden söz ediyorum. Bu kayıtlar yasadışı ancak birçok basın kuruluşu yöntemi sorgulamayıp veya sorgularmış gibi yapıp “kamu yararı” olduğu gerekçesiyle bunları geniş bir şekilde yayınlıyor. TSK'nın bütün bu bombardıman karşısında yapabileceği ve yaptığı çok fazla şey yok. Ne haftalık basın brifingleri, ne de Org. Başbuğ'un sık sık düzenlemek zorunda kaldığı basın toplantıları bu kampanyaları geçersiz kılmaya yetmiyor.

Artık roller değişti
Evet tam “asimetrik” bir durum söz konusu. Tıpkı yakın tarihimizde olduğu gibi. Fakat eskiden pozisyonlar tam zıttı: TSK, kimi zaman “irtica”, kimi zaman “bölücülük”, kimi zaman da “yıkıcılık” olarak tanımladığı iç tehditlere karşı bu ülkede yıllarca çok yoğun psikolojik harekat yürüttü. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, 28 Şubat sürecini hatırlayalım: Andıç rezaleti zaten biliniyor. Medyaya verilen “irtica brifingleri” ve bunlardan hareketle yapılan, yalan-yanlış bilgilerle dolu yayınlar da malum. Ayrıca gazeteci kılıklı bazı şahısların dolaşıma soktuğu video kasetlerin kaynağında askerlerin olduğunu zaten tahmin ediyorduk; şimdi kesinleşti gibi.

TSK da kamuoyunu yönlendirmeyi pek severdi
TSK, medya üzerinden kamuoyunu yönlendirmeyi pek severdi ve bunda hayli başarılı olduğunu düşünürdü. Fakat geçen süre zarfında bu başarıların kalıcı değil aldatıcı olduğunu çok bariz bir şekilde gördük: Ne PKK bitirilebildi ve üzerinde yükseldiği zeminle bağı koparabildi; ne de siyasal İslamcılık marjinalize edilebildi. Bugün geldiğimiz noktada irtifa ve itibar kaybedenin TSK olduğunu görüyoruz.

Asimetrik bir psikolojik harekat yürüten odakların bu silah ellerinde patlar
Bununla birlikte çok ciddi bir olgunun altını çizmek şart: Bugün TSK başta olmak üzere hoşlanmadıkları kesimlere karşı asimetrik bir psikolojik harekat yürüten odaklar geçmişten hiç ders almamışa benziyorlar. Deneyimlerimiz ışığında rahatça şunu söyleyebiliriz: 21. yüzyılda medyayı bir psikolojik savaş silahı olarak kullanmak isteyen çoktur ama bizde de gördüğümüz gibi çok zaman geçmeden bu silah ellerinde patlar.

TSK açılma ve şeffaflaşma sürecini rafa kaldırırsa..
TSK'nın yıpratılmasından derin rahatsızlık duyan bazı kişilerin “neden asker aynı şekilde cevap vermiyor? Onların elleri armut mu topluyor? Mesela neden onlar da diğerlerini dinleyip bunları medyaya vermiyor?” türü yakınmalarına tanık oluyoruz. Burada çok büyük bir tuzak gizli. Eğer TSK, iyice bunalıp eski yöntemlere başvurmaya kalkar ve dolayısıyla Org. Başbuğ ile başlayan “açılma ve şeffaflaşma” sürecini rafa kaldırırsa hem kendisi, hem bu ülke çok daha fazla kaybeder

Yeni milli sporumuz yolsuzluk

Londra'daki Türkler tarafından star gibi karşılanan Kılıçdaroğlu: "Yolsuzluk yapmak ulusal spor haline geldi"

Londra'da Türkler'in yoğunlukta yaşadığı Kuzey Londra'daki Stoke Newington mahallesine giden Kemal Kılıçdaroğlu, burada Türk esnafla tanıştı. Zaman zaman sohbet etti, çay içti. Kemal Kılıçdaroğlu'nu televizyonlardan ve gazetelerden tanıyan Londralı Türkler, kendi mahallelerinde gördükleri politikacıdan, imza alıp beraber fotoğraf çektirme yarışına girdi. Konferans sonrası ise, onunla tanışmak isteyen davetliler kürsü etrafında arbede yarattı.

Hürriyet Gazetesi'nden Ayşegül Ekinci'nin haberine göre Londra'ya gelen CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP Konya milletvekili Attila Kart, Londra'da yaşayan Türkler'in büyük ilgisiyle karşılandı. ' Bağımsızlık, demokrasi ve temiz tolum' başlıklı konferans için iki günlüğüne Londra'ya gelen Kemal Kılıçdaroğlu ile Attila Kart, konferans sabahı önce Türk mahallesini gezdi.

Coşkuyla karşılandı
Londra'da Türklerle buluşan Kılıçdaroğlu, her gittiği yerde vatandaştan büyük tezahürat aldı.Türkiye'de, haksızlıkların karşısında elindeki dosyalarla çıkıp hak arayan politikacı, Londra'da da ne kadar sevildiğini görünce çok mutlu oldu. Kılıçdaroğlu: ' Türkiye'de sevildiğimi biliyordum. Ama, bu sevginin devamını Londra'da da görünce çok mutlu oldum. Halk, nerede olursa olsun ne istediğini biliyor'dedi.

Uzun süre alkışlandı
Türk mahallesinde, Londra'da yaşayan Türk vatandaşların derdini dinleyen Kılıçdaroğlu ve Kart, sık sık not tuttu. Türk mahallesinde bir Türk restorantında imam bayıldı yiyen CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, konferansın verildiği salonda bir star gibi karşılandı.Konya milletvekili Attila Kart'ın ardından, mikrofunu eline alan Kemal Kılıçdaroğlu uzun bir süre alkışlandı.

Demokrasinin tanımını yaptı
Konuşmasına, ' Konuşacağım ama içinde her şey olacak ve ne yazık ki hüzün de olacak' diye başlayan Kemal Kılıçdaoğlu, sırasıyla bağımsızlığın, demokrasinin ve temiz toplumun tanımını yaptı. Bağımsızlığın yolunun ekonomik olarak güçlü olmaktan geçtiğine dikkat çeken Kılıçdaroğlu, ' Yolsuzluk yapmak ulusal spor haline dönüştü' dedi. Kılıçdaroğlu konuşmasına şöyle devam etti: ' Demokrasi saydam rejim demektir. Örneğin vergi öderseniz. Elektrikte, suda, havagazında, telefonda vatandaş olarak kullandığınız her şeyde bir vergi vardır. Hayatın her alanında vergi öderseniz. O zaman çağdaş demokraside, benim ödediğim vergi nereye gidiyor diye sorma hakkınız vardır. Bunu soramıyorsanız,çifte standart vardır. Demokrasi çifte standartı kanul etmez'.

İngiltere'de sahte belgededen istifa eden bakanlar Türkiye'de olmalıydı
Ahlaki zafiyetlerin olduğu yerde demokrasiden bahsedilmeyeceğini işaret eden Kemal Kılıçdaroğlu, son günlerde İngiltere'de yaşanan sahte belge skandalını hatırlattı. ' İngiltere'de sahte belge gösteren bakanlar keşke Türkiye'de olsaydı, istifa etmek zorunda kalmazlardı' diyen Kılıçdaroğlu, örneklerle konuşmasına devam etti.

Avrupa'da yaşayan Türk toplumuna seslenen Kılıçdaroğlu ile Kart, tek sesli lobi oluşturma çağrısında bulundu. ' Türk lobisi güçlü olmalı.Ortak ses çıkaramıyor.Türkiye'ye karşı olanlar çaba harcıyor. 21.'ci yüzyılda kahraman yaratmaya gerek yok. Tüm bu teröre rağmen Türkiye ayrışma noktasına gelmemiştir.Türkiye hızlı uluslaşma süreci içindedir' ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu, CHP'nin yeni bir Kürt açılımı hazırlığında olduğunu söyledi.

Thames Nehri'ne karşı yemek
Konferans sonrası, akşam yemeği için ünlü Thames Nehri'ne bakan Pasha Restoran'a davetli olan Kemal Kılıçdaroğlu ve Attila Kart burada da Londra'da yaşayan seçkin işadamlarıyla bir araya geldi. Yemek boyu davetlilerle konuşup, fotoğraf çektiren Kemal Kılıçdaroğlu ilk fırsatda Londra'ya tekrar gelmek istediğini söyledi.

Michael Jackson, dünyayı sallayan bir sanatçıydı
Popun efsanevi ismi Michael Jackson'un ölüm haberini Londra'da öğrenen Kılıçdaroğlu, sanatçının daha çok genç olduğunu söylerken, ' Hareketleriyle, eserleriyle gerçek bir dünya starıydı. Yeri doldurulamaz' dedi. Öte yandan, Londra'yla İstanbul ya da Ankara'yı karşılaştıran poitikacı kriz, Londra'ya teğet geçmiş ama bizi değil yorumunu yaptı.

Fethullah Gülen ABD Kongresi'ni kuşattı

Gülen hareketi, Kongre üyelerine verdiği bireysel bağışların yanı sıra milletvekilleri için çalışan Kongre görevlilerini ücretsiz Türkiye'ye götürerek propagandasını yapıyor.

Hayrete düşüren lobicilik
Gülen hareketinin en etkili lobicilik etkinlikleri arasında gösterilen Türkiye gezilerine kilit önemde gördükleri ABD'li milletvekillerinin özellikle üst düzey danışmanlarını çağırdıkları ifade ediliyor. Bu gezilerden birine katılan, ancak isminin ve birlikte çalıştığı Kongre üyesinin isminin açıklanmasını istemeyen bir görevli, Gülen hareketinin “hayrete düşüren bir lobicilik faaliyeti içinde” olduğunu söyledi.

AKP'lilerle görüşme
Maryland Diyalog Enstitüsü isimli kuruluştan Türkiye'ye 10 günlük kültürel bir gezi için davet aldığını ve Türkiye'yi öğrenmek için geziye katıldığını söyleyen görevli, önce ülkeye yönelik bilgiler verildiğini, ancak daha sonra Gülen hareketinin tanıtımının yapıldığını kaydetti.

İstanbul ve Ankara'yı kapsayan gezi çerçevesinde bürokratlar, AKP'nin üst düzey danışmanları ve bazı politikacılarla görüştüklerini belirten Kongre görevlisi, kültürel gezinin yanı sıra Gülen okullarına da götürüldüklerini anlattı.

Gülen hareketi ÇOK İKNA EDİCİ
Görevli, Gülen hareketinin “çok ikna edici” bir dille anlatıldığını ve hareketin gizli bir gündemi olduğu yönündeki suçlamaların asılsız olduğu savunularak “barışçıl bir dinler arası diyalog hareketi” olduğunun ileri sürüldüğünü ifade etti. Geziye ABD Kongresi'nden 9-10 kişinin katıldığını ve bu görevlilerin etkili kişiler olduğunu söyleyen görevli, Türkiye'yi ve Gülen hareketini tanımayanlar için bu gezilerin “çok etkileyici” olduğuna dikkat çekti.

Görevli, gezi sırasında hiçbir şekilde içki içilebilecek yerlere götürülmediklerinin dikkatlerini çektiğini ifade etti.

Öğretim görevlileri de geliyor
“Türkiye'ye kültürler arası gezi” şeklinde tanımlanan ve her yıl birkaç kez düzenlenen gezilerin, bu yaz ağustos ayında yeniden düzenlenmesi bekleniyor. Gülen hareketi Kongre'nin yanı sıra bu tür gezileri Washington'daki etkili düşünce kuruluşlarında çalışan uzmanlar, yönetim içindeki görevliler ve ABD'nin önde gelen üniversitelerinden öğretim görevlileri için de düzenliyor.

Başbuğ bu fotoğrafla ne anlatmak istedi ?

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'ndaki basın toplantısına, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Atila Işık ile Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız, Başbuğ'un yanında masa etrafında, karargâhtaki J başkanları olan korgeneraller de Başbuğ'un arkasında oturdu. Toplantıya yaklaşık 36 general katıldı.
36 General'le birlik mesajı

Başbuğ'un daha önceki basın toplantısında kuvvet komutanları ve birçok general hazır bulunmamıştı. Karargahtaki kurmay komutanların toplantıda yer alması birlik mesajı olarak algılandı. Önceki basın toplantısının aksine komutanları yanına alan Başbuğ, “TSK'nın bütünü adına konuştuğu”, Iğsız ve 'J Başkanları'nı yanına alarak da “karargâh içinde bir sıkıntı” olmadığı mesajını verdi.


Eylül - Ekim aylarında DARBE olur

Vakit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak, ABD kaynaklı Ergenekon Operasyonu'nun mahkeme tarafından çözülememesi durumunda bu yılın eylül ve ekim aylarında bastırılmak üzere bir darbenin kapısının aralanabileceğini belirterek, "Ergenekon, çatışma yoluyla çözümlenemezse, AK Parti'nin oyları düşürülerek 2010 sonunda erken seçime gidilebilir" dedi.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne de şüpheyle bakılmalı
Helikopter kazası sonucu hayatını kaybeden Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne şüpheli bakılması gerektiğini belirten Dilipak, "Çatlı ile dirsek temasında olan Yazıcıoğlu'nun ortadan kaldırılması, ABD'nin yürüttüğü planın bir ayağı olabileceği aklınızın bir kenarında bulunsun" diye konuştu.

Ergenekon 28 Şubat'tan önce planlandı
Mazlum-Der Kayseri Şubesi tarafından düzenlenen 'Geçmişteki Darbeler' konulu konferansa katılan Vakit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak, gündemle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Amerika'nın Türkiye'deki derin devletin yapısını değiştirecek bir projesinin olduğunu ifade eden Dilipak, 28 Şubat sürecinden önce Refah Partisi hükümetinin Çatlı'yı desteklediğini söyledi. Ergenekon'un 28 Şubat sürecinden önce planlandığını söyleyen Dilipak, derin devlet içerisindeki kontrol dışı unsurların Erbakan eliyle
tasfiye edileceğini kaydetti.

Sedat Bucak Çiller'in sponsoru
Dilipak, "Siyasi ve bürokraside yer alan bu unsurların hesaba çekilemeyecek olanı da Çatlı kendisi temizliyordu. Çatlı'nın yanındaki Sedat Bucak ise Çiller'in bir sponsoruydu. Çatlı, Mahsin Yazıcıoğlu ile dirsek temasına girdi. Muhsin Yazıcıoğlu'nu ortadan kaldırılmasının sebebi, bu işler de olabileceği aklınızın bir kenarına tutun. Operasyonla, Alevi, sol ve Kemalist unsurların bir an önce temizlenmesi gerekiyordu. Bu çerçevede komünist unsurlar temizlenecekti. Kontrol edilemeyen unsurlar, Çatlı'yı ortadan kaldırınca Refah Partisi devrildi" şeklinde konuştu.

'28 Şubat süreci bir başkaldırıştır'
28 Şubat'ın ABD'ye karşı bir başkaldırış niteliğinde olduğunu ifade eden Dilipak, "28 şubat ABD ya da NATO, daha doğrusu darbeye karşı bir başkaldırıştır. Komünistler, 'Biz de burada varız' dedi. Bu olay o kadar derinki, mesela PKK onlara hiç de yabancı değil. Apo'nun rolü siyasiydi. Onun da bu oyunda bir rolü vardı. Amerika bu işi bitirmeye kararlı.

'Ergenekon Operasyonu doğrudan ABD'nin yürüttüğü bir operasyondur.'
Bugün yapılan operasyonla ABD, bu işi tamamen bitirmeyi istiyor. Kontrolden çıktığı unsurlarının yok edilmesi değil, yeniden yapılandırılması söz konusu. İleriki dönemlerde oraya sakallılar ve baş örtülüler de alınacak. Bunu yaparken de Kemalist, Alevi ve solcu unsurları da temizlenecek. ABD, Özden Örnek raporunu ortaya çıkardı. Abdullah Gül, kendisine sunulan Özden Örnek raporunu masanın altına koydu. O kadar kolay bir şey değil. Büyük bir lokma bu" ifadelerini kullandı.

'Mumcu gördüklerinden dolayı ortadan kaldırıldı'
Uğur Mumcu suikastıyla ilgili açıklamalar da yapan Dilipak, "Mumcu niçin ortadan kaldırıldı? Tabi ki gördüklerinden dolayı. Başka hikayelerle karşılaştı. Apo meselesiyle karşılaştı. 40. odayı gördü diye Uğur Mumcu'yu öldürdüler" ifadelerini kullandı.

Erdoğan'ın Büyükanıt ile Dolmabahçe Sarayı'nda yaptığı görüşmeyi de esprili bir dille anlatan Dilipak, "Erdoğan, Büyükanıt ile masaya oturdu. Büyükanıt, Erdoğan'ın aile raporlarını sundu. Erdoğan da, 'inceleyim, sonra görüşürüz' dedi. Dolmabahçe'deki büyük toplantıda ise Erdoğan da Büyükanıt'a ait raporları masaya koydu ve 'Bak bunlar da var. Ama biz sana güveniyoruz' dedi. Büyükanıt da 'Biz de inanmıyoruz. Biz sadece gösterdik' iddiasında bulundu.

'Eylül ve Ekim'de darbe kapısı aralanabilir'
Özden Örnek raporunu yayınlayan Nokta Gazetesi'ne yönelik soruşturma açıldığını da hatırlatan Dilipak, konuyla ilgili olarak Taraf Gazetesi'nin olayın üzerine gitmesinin operasyonun son gelişmesi olarak nitelendirdi. Konunun kamuya mal edildiğini söyleyen Dilipak, Ergenekonu mahkemenin çözüme kavuşturmaması halinde bu yılın eylül ve ekim aylarında darbe yaşanabileceğini ileri sürdü. Darbe teorisi hakkında bilgiler veren Dilipak, "Bu olay kamuya mal oldu. Milyonlarca sayfadan oluşan birçok belge var.

Karardan sonra hemen af çıkarılır
Yargı yoluyla kontrol dışı unsurların tasfiyesi gözüküyor. Mahkeme birçok kişiyi alabilir. Ama, karardan hemen sonra mahkeme af çıkarıp, bunların hepsini af edecektir. Binlerce kişi devlet tarafından görevlendirilmiştir. Bunlar da ne yaptıklarının çok da farkında değiller. Mahkeme de bu işin altından kalkamayacak. Zaten birçok engellemeler var. Savcılar görevden alınıyor. Yüksek mahkeme engellenmeye çalışılıyor.

2010'da hükümeti erken seçime götürecekler
Eğer mahkeme bunu halledemezse önümüzdeki dönemde Türkiye'de eylül ve ekim aylarında bastırılmak üzere bir darbeye kapı aralanabilir. Bu olay sonucunda epey bir adamın işini bitirirler. Çatışma yoluyla da çözülemeyecekse de 2010 başından itibaren de şu an AK Parti anayasal çoğunluktan salt çoğunluğa düştü. Daha sonra da salt çoğunluktan normal çoğunluğa götürülecek. 2010 sonunda ise hükümeti erken seçime götürmek planlanıyor" ifadelerini kullandı.

Darbe zemini oluşturulur
Şu an darbe sonucu ortaya çıkan 1982 anayasasının yürürlükte olduğunu söyleyen Dilipak, "Hala darbe anayasası var. İç hizmet yönetmeliği yürürlükte. Hala Amasya Kararnamesi yürürlükte. Darbenin bütün şartları hazırdır. Asker yetkilerini kullanacak olursa, darbe yapacak bir zemin oluşturulur" şeklinde konuştu.

Soner Yalçın siyasal islam ingiliz işi dedi

Türkiye yakın tarihi belleği Soner Yalçın bu yazısında da ezber bozmaya devam etti. Öyle ki; Soner Yalçın islamcılarla ilgili tesbitleriyle inanılmaz bir tartışmanın fişeğini ateşledi. Türk siyasi hayatının önemli olgularından siyasal islamı İngiliz patentli olarak adlandıran Soner Yalçın diğer tespitleriyle de dudak uçuklatıyor.

İslami hareketin en önemlilerinden Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütünün lideri Hasan El benna'nın İngilizler tarafından finanse edilmesi yine Yalçın'ın islami kesimi kızdıracak tesbitlerinden biri.
Ve islami hareketin sembol isimlerinden Muhammed İkbal'e de ingilizler tarafından "sir" unvanı verilmesi Soner Yalçın tarafından ortaya konan diğer bir dikkat çekici unsur.

İşte Soner Yalçın'ın Hürriyet Gazetesinde haftasonu yayımlanan yazısının tamamı:


Türkiye'de İslamcılar neden sağcıdır? Bu soruyu bugün sormamın nedeni İran'daki gösterilerdir. Komşudaki olaylar Türkiye'deki İslamcı medyanın kafasını karıştırdı. Ancak yavaş yavaş “Batı'nın İran'a müdahale etmek için bu tür olayları çıkardığını-desteklediğini-abarttığını” söylemeye/yazmaya başladılar. O halde artık şu kritik soruyu sorabiliriz: İran'daki gösterilerle Türkiye'deki Ergenekon arasında nasıl bir bağ var? Tüm bunlar size karışık gibi gelebilir ama inanın hiç değil...

Tüm sorunların kaynağı olarak moderniteyi ya da kaba pozitivizmi gören İslamcılar, “düşman belirleme” konusunda -dün olduğu gibi bugün de- hata yaptıklarını hiç düşünüyorlar mı?

Soruyu açmak için siyasal İslamcılığın ortaya çıkış sürecine bakalım...

Siyasal düşünce tarihine İslamcılık -şaşırtıcı gelebilir ama- 1860'ların ikinci yarısından itibaren Jön Türkler ile girdi. Asıl gelişimini 1908 Temmuz Devrimi'nden sonra gösterdi.

Osmanlı'daki üç siyasal tarzdan -Osmanlıcılık,Türkçülük ve İslamcılık- biriydi.

Türkçülerle hiçbir zaman problemleri olmadı. Hep kardeş ilişkisi içinde oldular; tıpkı bugün gibi. Hedeflerinde sadece modernist/pozitivist Batıcılar bulundu.

Parantez açmalıyım: Bu konuda da anlaşılması zor “beğeni tercihleri” var.
Örneğin İslamcı belediyeler bugün Namık Kemal'e mesafelidir; nedense adını bir yere vermezler. Niye? Rakı içtiği için mi!?

Şaka bir yana halbuki Kanun-i Esasi'nin daha katı şeriat hükümleriyle dolu olmasını isteyenlerin başında komisyon üyesi Namık Kemal gelmekteydi. Sorun Namık Kemal'in padişaha başkaldırması mıdır? O halde Mehmet Akif Ersoy'u niye çok seviyorlar? Namık Kemal'den daha ilerici ve modernisttir. Yoksa bu beğeninin altında, “Atatürk'ün şapka devrimine karşı çıkıp Mısır'a gitti” şeklinde uydurulmuş bir yalana inanmaları mı yatmaktadır? Mesele bu kadar yüzeysel mi algılıyorlar? Galiba.

Bakınız, İslamcı kadroların siyasal duruşlarını belirleyen ana eksen, “milli-manevi değerlere bağlılık” diye ifade edilen kültürel duygusallıklarıdır. Küçümsemek gibi kastım yok- ama birkaç istisnai isim dışında İslamcı kadroların çoğunun bilgisi “imam-hatip” düzeyindedir. Bilmezler ki din bilgi kaynağı değil kuvvet kaynağıdır.

Bu nedenle sürekli siyasetin dinsel dilinin “figüranı” olmaktadırlar.

Aslında hala 35'inci madde tartışılıyor
Bizim İslamcılar'ın olaylara bakış perspektifleri dardır; meseleleri “okuma” sorunları vardır.

Örneğin: 31 Mart 1909'daki gerici ayaklanma salt Osmanlı'nın iç sorunu olarak görülebilir mi? Gericilerin arkasında İngilizler olduğu bugün sır değildir. (Dışişleri Bakanı Edwards Grey ile İstanbul'daki İngiliz büyükelçiliğinin yazışmaları üzerinde artık gizlilik kararı yoktur.)

Meselenin özü İngiltere ve Almanya'nın Osmanlı üzerindeki nüfuz mücadelesidir.

Hadi Prens Sabahattin sırtını nereye dayadığını biliyordu. Ya ayaklanan Derviş Vahdeti gibi İttihadı Muhammedi örgütü mensupları? Hayır! Onlar sadece “Gavurluk istemeyiz” diyorlardı. İttihatçılar Anayasa'da yer alan Padişah'a meclisi kapatma yetkisi veren 35'inci maddeyi kaldırmak istiyorlardı. Gericilere göre ise bu 35'in anlamı; 30 ramazan, 5 de beş vakit namaz idi!

Mesele bu kadar yüzeyseldi. Bugün Türkiye'de hala “35'inci madde” benzeri oyunlar oynanmaktadır!

Diyoruz ya ortada bir “okuma” sorunu var.

Peki bunun sebebi nedir? İslamcılığın zihinsel paradoksunu kimler belirledi? Onları kuşkucu değil “ezberci” yapan kimlerdi? Ellerine bu basma kalıp reçeteleri kim verdi?

Burada karşımıza bir isim çıkıyor: Cemaleddin Afgani (1838-1897).

Afgani, Osmanlı'daki İslamcıların düşünsel haritalarını çizen ilk kişiydi.

Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyh Ömer Fevzi Mardin, Babanzade Ahmed Naim, Prof. Ebulula Mardin, Mehmet Akif, Eşref Edib, (CHP genel başkanı) Şemseddin Günaltay, Mehmet Ali Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli, Sadrazam Said ve Nazır Abbas Halim Paşalar gibi “seçkinci” İslamcılar'ın hepsi Cemaleddin Afgani'nin “müritleriydi.”

Sırat-ı Müstakim'den Sebil ür-Reşad'a kadar siyasal İslamcılar'ın yayın organlarının çizgisini onun görüşleri belirledi.

Temel görüş şuydu: İslam ilerlemeye engel değildir; onu geri bırakan etkilerden kurtarılmalıdır. Kültürel değerlerimizi kaybetmeden Batı'ya yönelinmelidir.

Burada derinlikli bir siyasi ve iktisadi tahlil yoktur. Sorun sadece kültürel olarak görülmektedir.

Şeyh Mason çıktı
Şeyh Cemaleddin Afgani ve takipçisi İslamcıların sorunu analiz edememelerinin nedeni İngilizler idi.

Hindistan'ı sömürge yapan İngilizler, Müslümanlar'ı hep kontrolleri altında tuttular.

Sıkı durun; siyasal İslam dünyaya 1840'larda Hindistan'dan yayıldı. Tabii İngilizlerin himayesinde olduğunu söylemeye gerek yok.

Bize de buradan geldi; yani İngiliz patentlidir.

Şeyh Afgani'nin aynı zamanda Kahire'deki Şark Yıldızı Locası'na 7 temmuz 1868'de girdiğini ve Mısır'da kurulan mason locasının başına getirildiğini yazarsam mesele daha iyi anlaşılır mı?

Hadi bir ek bilgi daha vereyim: Afgani, dünyadaki İslamcıları derinden etkileyen Ziya ül-Hafıkayn dergisini de Londra'da çıkardı.

Bakınız; denir ki “ilk İslamcılar antikolonyalisttir.” Bu uydurmadır. Afgani ortada; amansız hastalığından kurtulması için İngilizler ellerinden gelen her fedakârlığı yaptılar.

Örnek çok; işte Muhammed İkbal! İngilizler, İkbal'e sadece büyük bir şair olduğu için mi “Sir” unvanı verdi? İslamcıların beğenilerini bile belirleyen İngilizlerdi! Neyse…

Hintli Müslümanlar'ın etkisi
Yazıyorlar; “ilk İslamcılar anti-kolonyalistmiş!” Açmayalım şimdi Süveyş Kanalı meselesini; ya da Hasan el Banna'nın İngiliz parasıyla kurduğu Müslüman Kardeşler hikâyesini.

Kim kimi kandırıyor? Antikolonyalist olanlar ulusal hareketlerdi, sosyalist örgütlerdi ve ne yazık ki İslamcıların hedefinde de sadece bunlar vardı!

Türkiye'de farklı mı oldu? Daha önce bu sayfada yazdım. Osmanlı İslamcıları ilk başta Bolşevik hareketine sıcak baktılar. Sosyalist fikirlere düşmanlıkları yoktu. Hatta, İslam ile sosyalizmin benzerliklerini yazıyorlardı. Bolşeviklik revaçtaydı.

Sonra düşmanlık girdi araya... Kimler yaptı bunu?

Alın size bir örnek daha; merkezi yine Hindistan!
Hint Müslümanlardan Şeyh Müşir Hüseyin Kıdvay'ın İngiltere'de çıkardığı “İslam ve Sosyalizm” kitabı ilk düşmanca yazılmış kitaptır.

Kimler tercüme edip Osmanlı'ya getirdi bunu? Cemaleddin Afgani'nin müritlerinin çıkardığı Sebil ür-Reşad, 4 gün boyunca neden sayfalarını bu kitaba açtı?

İslamcılar hâlâ ezberletilen sözleri tekrarlayıp duruyorlar. İyi niyetli olanların, İngiliz Askeri Haberalma Servisi'nin 1920 yılına ait gizli raporlarını açıp okumaları gerekir. Bu belgelerde Müslümanları sosyalistlere karşı nasıl harekete geçirdikleri açık açık görülmektedir.

“Komünistlerde kadınlar ortaklaşa kullanılan maldır” yalanı Londra üzerinden Osmanlı'ya gelmedi mi?

Bakınız laf lafı açıyor...
Ne zaman ki Ankara hükümeti, Sovyetler Birliği'nden silah-altın yardımı almıştır; ne tesadüftür ki Hintli Müslümanlar da Ankara'ya para göndermişlerdir! Hintli Müslümanların bu yardımının arkasında, Ankara'nın tamamen Bolşeviklere yanaşmasından çekinen İngilizlerin parmağı yok mudur sanıyorsunuz? Sorunun sorulamadığı tarih resmi/dogmatik tarihtir!..

Yeşil Gladio faaliyetleri açığa çıkarılmadı
Önce bu sorunun yanıtını aramalıyız: Türkiye'deki İslamcılar niye sağcıdır? Kimse dinsel nedenler ileri sürmesin; Latin Amerika'daki kiliseler-Hıristiyanlar niye solcudur o zaman? Üstelik Vatikan ve Opus Dei'nin büyük dinsel kampanyalarına rağmen. Türkiye'deki İslamcılar “baş düşman” olarak sürekli Tanzimat- İttihat ve Terakki ile Cumhuriyet modernizmini görmüşlerdir? Bakış açılarının baş çelişkisi bu kültürel/modernist gelişmelerdir.

Nasıl bir sarmal içine alındıklarının farkında mıdırlar? Soğuk Savaş başlangıcında Komünizmle Mücadele Derneği'ni, İlim Yayma Cemiyeti'nin neden kurdurulduğuna kafa yoruyorlar mı?

O tarihe kadar solcularla İslamcılar aynı dergilerde çalışıyorlardı.

Sonra devreye Gladio'nun anti-komünist güçleri girdi. ABD'nin 6. Filosu'nun gelişini protesto eden solcu gençleri öldürenler bunlar değil miydi?

Gladio, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü “babasının hayrına mı” organize etti?

Peki bu Gladio şimdi Ergenekon'un neresinde? İçinde mi, karşısında mı?

Samimi İslamcılar bu soruyu düşünmelidir...

İran olayları Ergenekon'dan bağımsız değil
İslamcıların temel sorunu “düşman” tanımından kaynaklanıyor.

Meseleleri hep kültürel bir iç sorun olarak görüyorlar. Doğru dürüst bir “emperyalizm” tanımları yok.

Siyaseti bilinçli olarak içeriksizleştiren liberaller gibi, emperyalizme “geçmiş çağın safsatası” gözüyle mi bakıyorlar? Hayır!

İşte bu “hayır” yanıtıyla geldik İran olaylarına…

İslamcıların çoğu diyor ki: “ABD, İngiltere ve İsrail, İran'a müdahalenin gerekli olduğunu dünya kamuoyuna ikna etmek için olayları abartıyor.”

Bu analiz doğru mudur? Önemli değil, bu başka bir yazının konusu olabilir. Burada üzerinde durulması gereken konu, İslamcıların bu meseleye “antiemperyalist” bir söylemle yaklaşıyor olmasıdır.

Demek İslamcıların antiemperyalist bir bakış açıları var! Demek İslamcılar, ABD'nin Irak ve Afganistan'a “özgürlük” - “demokrasi” götürdüğüne inanmıyorlar.

Demek İslamcılar Batı'nın Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerde Batı destekli “renkli devrimler” yaptırdığını kabul ediyorlar.

Demek İslamcılar, Soğuk Savaş'tan sonra dünyanın yeni bir paylaşım mücadelesine sahne olduğu tespitine katılıyorlar.

O halde…

İran'daki olayları içişleri olarak görmüyorlar ise, Ergenekon'u nasıl Türkiye'nin iç meselesi olarak değerlendiriyorlar?

Hiç düşünmüyorlar mı; TSK niye hedeftir? “İran ve Rusya yeni müttefiklerimiz olsun” diyen paşalar niye gözaltına alınmış, tutuklanmıştır? Bu görüşü savunan Avrasyacı siviller niye Silivri'ye tıkılmıştır?

Komşu İran'da “emperyalist parmağına” işaret edeceksiniz; Türkiye'de “o parmaktan” hiç bahsetmeyeceksiniz!

Türkiye'deki meseleleri hala modernite sorunu olarak görmeleri İslamcıları düşünsel körlüğe iteklemiştir.

Değiş tokuş yapalım
Şimdi buraya; “İslamcılar Türkiye'de çatışmanın ekseni olarak kültürel hakları görüyorlar ise, dünya ölçeğindeki bu büyük paylaşım savaşının piyonu olarak kalmaya mahkûmdurlar” diye yazsam ağır mı olur?

Hadi öyleyse yazıyı sert bir üslupla değil, bir değiş tokuş önerisiyle bitirelim.

İslamcılara; Mehmet Altan'ı, Ufuk Uras'ı, Yasemin Çongar'ı verelim; onlardan Ali Bulaç'ı, Mehmet Bekaroğlu'nu ve Ayşe Böhürler'i alalım. Yetmez derlerse üstüne bir de Engin Ardıç'ı ekleyelim…

Münevver Ayaşlı'nın Cumhuriyet düşmanlığı
İslamcı yazarlar arasında en çok yararlandığım yazarların başında merhum Münevver Ayaşlı gelmektedir.

O, İslamcıların sembol isimlerinden biridir... Özellikle her kitabında mutlaka “Selanik'te doğdum ama umumi manada anlaşıldığı gibi Selanikli değilim“ demesini hep tebessümle okurum. Öyle olsa ya da böyle olsa ne fark eder ki? Yazılarının değeri mi düşer; saygınlığı mı azalır? Ya da hitap ettiği cemaatteki etkinliği mi? Neyse...

Münevver Ayaşlı tam bir “Osmanlı aristokratıdır.“

Osmanlı İslamcılarının son temsilcilerindendir. Cemaleddin Afgani'nin tüm öğrencileri gibi o da, Batılılaşma ile gelenek arasında sıkışmıştır.

Kitaplarında, saraya ve Osmanlı kültürüne ne kadar bağımlı olduğunu özenle- ısrarla gösterir.

Saltanatı ve halifeliği kaldıran Cumhuriyet'e ise ateş püskürür. Cumhu-riyet'i Osmanlı kültürünün, hayat tarzının, terbiyesinin yıkılmasının sebebi olarak görür. Ancak...

Rahmetli Ayaşlı, saray sevgisini o kadar abartır ki, salt Osmanlı sarayını değil Avrupa'daki tüm saraylara övgüler dizer.

Bu yıl çıkan “Hamin-ne'nin Suret Aynası“ adlı eserinde İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ve Hollanda Kraliçesi Juliana'ya övgüde sınır tanımaz. “Bu güzel, akıllı, müdebbir (tedbirli), memleketini ve eski ‚hayali cihan değer' maziden arta kalan ‚Commun World'ü gayet iyi idare eden bu dört çocuk anası ve çok iyi zevce genç kadın kimdir: II. Elizabeth!“

Peki Münevver Ayaşlı kimi sevmez?
”Efendim, Napolyon karakter bakımından de pek sağlam bir şey değildi. İhtilal subayı olarak sahneye çıkan Napolyon bir imparatorluk kurmuştu. Krallar ve hanedanlar aleyhinde olan Napolyon, Avrupa'nın en eski bir hanedanı olan Habsburglardan kız istedi ve Avusturya imparatoriçesinin kızını aldı. Napolyon bir kraliyet ailesine mensup olmamanın ve meşru yoldan tahta oturmamanın kompleksi içinde idi. Enver'i Napolyon'a benzetebiliriz. Baldırıçıplak bir ihtilalci olarak sahneye çıkan Enver, sonradan padişahın damadı olmak ihtirasına düşmüştü.“

Ona göre, Napolyon kötüydü General de Gaulle iyiydi; çünkü, “dünyadaki tek emperyalist ülke“ olan Sovyetler Birliği“ ne karşı çıkmıştı! Türkiye'deki İslamcıların düşünsel paradigmasını “Osmanlı aristokratı“ Münevver Ayaşlı gibi yazarlar oluşturdu.

Erdoğan - Başbuğ MGK öncesi kritik zirve

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ kritik zirve için Başbakanlık'ta bir araya geldi. MGK'dan bir gün önce yapılan kritik zirve 1.5 saat sürdü.

Başbuğ ASKERE SİVİL YARGI YOLUNU AÇAN düzenlemeyi sordu
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'u kabul etti. MGK öncesi gerçekleşen bu olağandışı görüşmede neler konuşulacağı merak ediliyordu.

Kamuoyu haftaya sıcak bir tartışmayla girdi. Darbecilere sivil yargı yolunu açan düzenleme AK Parti ile CHP'yi karşı karşıya getirdi. İrtica eylem planı tartışmaları tüm hararetini korurken, gece yarısı çıkan düzenleme gündemin ilk sırasına yerleşti. İşte Org. Başbuğ da bugün Erdoğan'dan bu konuyla ilgili bilgi istedi.

Hürriyet yazarı Şükrü Küçükşahin'in köşesini bugün bu konuya ayırdı. DARBE de dahil ağır cezalık suçları işleyen askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili düzenlemede kafa karıştıran açıklamalar yapıldı.

Detayları öğrenince zekice bir sözcük değişikliğiyle ulaşılan sonuç için muhalefetin neden "Habersizdik" dediğini anlamakta güçlük var.

"HALİ DAHİL" yerine "HALİNDE"
"Neden mi" sorusu için önce, tartışma CMK'nın 250'inci maddesindeki, "Savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır" ibaresinden, "HALİ DAHİL" yerine "HALİNDE" sözcüğünün konmasından kaynaklandığını anımsatalım.

Türkçe düzeltmesi değil
Yolsuzluğa Karşı Devletler Topluluğu'na Türkiye de üye. Topluluk 30 Haziran'da yeni raporunu yayınlayacak ve Türkiye de bu tarihe kadar yükümlülüklerini yerine getirme sözü verdi.

Uzlaşmaya varıldı
Bunu sağlayacak yasa tasarısı için Adalet Bakanı Sadullah Ergin, öğlen CHP Grup Başkanvekili Hakkı Suha Okay'la görüştü, "9'uncu maddeyi çıkarın, tamam. Üzerinde konuşmayız dahi" denmesi üzerine uzlaşmaya varıldı.

Akşam 20.30'da ise Ergin yeniden Okay ve MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır görüşüp, "Önergelerimiz var" dedi.

Önergeler sorulunca Ergin, "İlkiyle, siviller sivil yargıya, askerler askeri yargıya gidecek; askerin de mutabakatı var" dedi.

Askerin madde ile ilgili bilgisi yok
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) bazı mahkumiyet kararları nedeniyle TSK bu konudaki olumlu görüşünü birkaç ay önce iletmişti.

Ergin, sonra 2'nci önergeyi okudu; askerin mutabakatından söz etmedi; çünkü bırakın mutabakatı, askerin maddeden bilgisi dahi yoktu.

Bize Türkçe düzenlemesi dendi
Muhalefet bu noktayı sormayınca Ergin de açmadı; ancak Okay'ın, "Bize, madde ile Türkçe düzenlemesi yapılıyor dendi" sözlerinin kaynağını bulmak pek mümkün değil; çünkü bakanın böyle bir sözü olmadı.

Ergin'in, bu sözü söylediğini kabul etsek dahi, Okay gibi bir hukukçunun, gerekçeyi gösterip, "Burada Dursun Çiçek adı yazmıyor" demesini anlamak da mümkün değil; çünkü 10 satırlık gerekçenin son 4 satırındaki, "Asker kişilerin BARIŞ zamanında ağır cezalık suç işlemesi halinde, ağır ceza mahkemelerinde yargılanmaları için bu önerge verilmiştir" ifade açık değil mi?

Kritik görüşme sona erdi
Başbakanlık Merkez Bina'da sürpriz bir isim daha vardı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Başbakanlık Merkez Bina'daki görüşmesi sona erdi.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin de Başbakanlık Merkez Bina'daydı. Görüşme 1 saat 35 dakika sürdü.

Başbuğ'u, Başbakanlık merdivenlerinin başında, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ve Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan uğurladı.