AKP İktidarı Döneminde DEVLET SU İŞLERİ

AKP DÖNEMİNDE

DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ – GENEL DURUM

Son dönemde su ve toprak kaynaklarımızın geliştirilmesi konusunda uygulanan hatalı genel politikalar, bu alandaki köklü kamu kurumlarının hızlı işlevlerini yitirmesine hatta yok olmasına neden olmuştur. Bu politikaların yanı sıra yapılan hatalı özelleştirme çalışmaları, devletin tümüyle tasfiye edilmesi için amaçlarına uygun kurumsal alt yapıların hazırlanmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Küresel ölçekli su politikalarını n ülkemizde de uygulamaya başlanmasıyla, ülkemizin gelişmesi ve kalkınması için çok önemli bir özgörev üstlenen DSİ Genel Müdürlüğü’nün adeta bir plan dahilinde kuşatılarak işlevsizleştirilmesi hedeflenmiştir.

GİRİŞ

Ülkemizin su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesinde, hidroelektrik enerji üretiminde en önemli hizmetler bu güne kadar DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmüştür. Sulama, drenaj ve taşkın koruma gibi birçok önemli fonksiyon da DSİ tarafından başarılı bir biçimde yerine getirilmiştir. Bu görev ve sorumluluklar DSİ Genel Müdürlüğü’nün merkez ve taşra teşkilatlarının tümünde ülke çapında büyük bir birikim, deneyim ve yetişmiş insan kaynağının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kurulduğu 1954 yılından bu yana su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi için çok büyük yatırımları gerçekleştiren, su mühendisliği alanında bir gelenek yaratarak bu alandaki bilgi ve birikimlerin odağı olan DSİ Genel Müdürlüğü, AKP iktidarı dönemindeki sürgün ve görevden alma politikalarıyla içi tamamen boşaltılarak iş göremeyen bir kurum haline getirilmiştir. . Devlet yatırım bütçesinin yaklaşık dörtte birini kullanarak su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi için yıllarca hizmet vermiş olan DSİ Genel Müdürlüğü AKP iktidarı döneminde büyük oranda Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Su Konseyi, Küresel Su Ortaklığı ve Dünya Bankası gibi küresel kuruluşlar tarafından geliştirilen dışa bağımlı, ulusal yarar gözetmeyen küresel su ve enerji politikalarına alet edilebilir bir konuma indirgenmiştir.

Esas olarak ulusal su ve enerji politikalarını n teknik, ekonomik ve sosyal politikalar temelinde şekillenmesi ve bu politikaların tespitinde Dünya Bankası ve AB reçeteleri yerine ülke özgün koşullarının dikkate alınması gereklidir. Ancak bu politikaların belirlenmesinde ve uygulanmasında en önemli kurum olan DSİ Genel Müdürlüğü, idari ve teknik açıdan içine düşürüldüğü çıkmaz ve siyasi kadrolaşmanın yarattığı zaafiyet nedeniyle küresel güçlerin dayattığı dışa bağımlı, AB ve ABD merkezli su ve enerji politikalarına boyun eğmek zorunda bırakılmıştır. Yani mevcut iktidar, yaptığı politik personel tercihleri nedeniyle önce kurumun içini boşaltarak su ve enerji konusundaki birikim ve ulusal bilincini ortadan kaldırmış ve daha sonra da küresel enerji lobisinin politikalarını uygulama doğrultusunda harekete geçmiştir. Bu kapsamda DSİ Genel Müdürlüğünde yönetimin değiştiği 2003 yılı başından bugüne kadar idari görevde bulunan personelin % 74′ ü görevden alınmış ve sürgüne gönderilmiştir. Bunların yerine yapılan atamalarda bilgi ve liyakat hiçbir şekilde dikkate alınmamış, cemaat - tarikat etkisi ve bağlantısı ön plana çıkartılarak kurumu yok etme pahasına çok büyük ölçüde siyasi İslamcı bir kadrolaşma gerçekleştirilmiş tir.

Oysa Türkiye’deki su potansiyelinin % 60′ı hâlâ geliştirilmeyi beklerken;

Yapılan yasa ve Anayasa değişiklikleri ile 01.01.2006 tarihinden itibaren DSİ “hükmi şahsiyeti haiz katma bütçeli” kuruluş olma statüsünden çıkartılarak bağımsız hareket etme özelliğini kaybedecek şekilde genel bütçeye dahil edilmiştir. Bu değişiklikle DSİ işlevlerinden uzaklaştırılarak dağılma sürecine sokulmuştur.

Bu süreç içersinde 1.7.2006 tarihinde kabul edilen 5539 sayılı yasa ile önceki yıllar yatırım programında yer alan projelerin tamamlanması için DSİ Genel Müdürlüğüne 7 yıllık bir süre tanınarak bu alandaki özelleştirmenin önü açılmıştır.

DSİ Genel Müdürlüğü’ndeki kadrolaşma ile kurum kültürü yok edilerek, adeta kurumun hafızası silinmiştir. Kıyıma varan kadrolaşma ile DSİ teşkilatının ulusal enerji politikasının belirlenmesi ve uygulanması için gelecekte gerekecek olan bilgi, deneyim ve birikimi yok etmiştir. Enerji ve sulama yatırımları için gerek teknik ve gerekse finansman sağlama açısından hiçbir çözüm üretilememiş, büyük projelere dış kredi temini sağlanamamış ve bu alanda önceki hükümetler zamanında hazırlanıp uygulanmaya konulması beklenen hükümetler arası ikili işbirliği anlaşmaları sonuçlandıramamış tır. Örneğin, Ilısu Barajı ve HES projesi Hazine ve DPT’nin karşı çıkmasına rağmen ihalesiz olarak verilmiştir. Ilısu projesinde Konsorsiyumu oluşturan firmalar 13 Nisan 2005′te kredi görüşmelerine başlayabilmesi için Hazine Müşteşarlığına başvurmuştur. 5 Ağustos 2006 tarihinde Ilısu Barajı’nın temel atma töreni gösteri amaçlı gerçekleştirilmiş olup projeye kredi temini hazine garantisi konularında yeterli ilerleme sağlanamamıştır.

TEİAŞ’ın projeksiyonları na ve bizzat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın açıklamalarına göre elektrik enerjisi üretiminde doğalgaz kullanımı payının ulusal güvenliğimizi tehdit eder duruma gelmemesi için her yıl en az 850 MW’ lık bir kurulu gücün tesis edilmesi gereklidir. Ancak beş yıllık AKP iktidarı döneminde DSİ tarafından sadece 513 MW’lık HES potansiyeli yaratılabilmiş tir. Yani yılda ancak 100 MW’lık bir kurulu güç tesis edilebilmiştir. Bu 513 MW’lık kapasitenin büyük çoğunluğu da zaten 57′nci ve daha önceki hükümetler zamanında başlatılmış olan projelerin bitirilmesi sonucu sağlanmıştır.

AKP hükümeti döneminde DSİ Genel Müdürlüğü’nde ortaya çıkan zaafiyet GAP’ a da yansımış ve beş yıllık bu dönem boyunca GAP projeleri deyim yerindeyse durdurulmuştur. Öyle ki geçen bu süre zarfında sulanan arazi miktarında ancak % 1,2 düzeyinde bir artış sağlanarak sulanan toprakların oranı ancak % 13′lere ulaşabilmiştir.

İstanbul ve çevresinin su sorunlarını çözmek üzere planlanıp ihale edilen Melen Projesi gibi çok önemli bir projede AKP iktidarının 5 yıllık icraatları süresince ancak % 15 düzeyinde ilerleme kaydedilebilmiş tir. 2007 yılının Nisan ayında DSİ Genel Müdürlüğünün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı onaylı bir kararı ile Melen projesinin idari, teknik ve mali sorumluluğu DSİ İstanbul Bölge Müdürlüğüne devredilerek proje siyasi rant elde etme çabalarına kurban edilmiştir.

Uygulanan genel politikalar ve vahşi kadrolaşma harekâtı sonucunda ortaya çıkan görünüm; salt özelleştirme değil, su ve enerji alanında yılların birikiminin ortadan kaldırılması ve bu alanlardan kamu merkezi yönetiminin tümüyle tasfiyesidir. AKP İktidarı döneminde yürütülen bu uygulamalar su ve toprak kaynaklarımızın verimli bir şekilde geliştirilmesini engelleyecek ve enerjideki dışa bağımlılığımızı daha da artırarak geriye döndürülmesi çok zor olan sonuçlar yaratmıştır. Bu Dönemde DSİ Genel Müdürlüğü, kurumsal kimliği yok edilmiş, hafızası silinmiş, birikimi dağıtılmış, ruhu ortadan kaldırılmış bir kurum haline dönüştürülmüştür.

KADROLAŞMA

2003 yılında DSİ Genel Müdürlüğüne İSKİ eski genel müdürlerinden Veysel Eroğlu’nun atanmasından sonra kurum içerisinde daha önceden AKP’ li partizan ve cemaat temsilcilerinden oluşmuş bir komite tarafından her cuma günü öğle mesaisi başlar başlamaz yılların yönetici kadroları ellerine tutuşturulan birer sarı zarf ile görevden alınarak sürgün edilmişlerdir. Yapılan bu görevden alma ve sürgünler herhangi bir soruşturma ya da disiplin suçu neticesinde olmayıp Atatürkçü, laik, aydın, ulusal bir kimliği olan, açıkçası cemaat üyesi ya da sempatizanı olmayan kadrolara yönelik bir tavır olarak ortaya çıkmıştır. Bu atamalar haftanın özellikle cuma günlerine getirilerek aylarca, yıllarca devam etmiştir. Herhangi bir hukuki gerekçeye dayanmayan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yeri olmayan ve usulsüzce yapılan bu sürgünlerin akabinde boşalan makamlara DSİ Görevde Yükselme Yönetmeliği değiştirilerek, ehliyet ve liyakat olarak görevin gerektirdiği bilgi ve birikimi taşımayan ve 28 Şubat sürecinde irticai faaliyetleri nedeniyle soruşturma geçirmiş, olan insanlar atanmışlardır. Bazı kadrolar ise İstanbul Belediyesi İSKİ Genel Müdürlüğü’nden transfer edilen personel ile doldurulmuştur. Atamalarda tarikat – cemaat bağlantısı ön plana çıkartılmış özellikle İskenderpaşa Dergâhı ve Nur Cemaati üyeleri tercih edilmişlerdir. Göreve gelebilmek için AKP’ li olmaktan öte bu cemaatlerin referansı aranır olmuştur. Bütün bu görevden alma ve sürgünler sonucunda;

· Bölge Müdürlerinin %120′ si (bazıları bir’den fazla olmak üzere)

· Daire Başkanlarının % 100′ü

· Şube Müdürlerinin % 87’si

· Mühendis olarak görev yapan 270 personel görevlerinden alınmış ve büyük bir çoğunluğu sürgün edilmiştir.

Özetle Mayıs 2007′ye kadar geçen süre içerisinde;

DSİ’de yönetici konumunda görev yapan personelin % 74′ü değiştirilmiştir
Bunların yerine genellikle tarikat ve cemaatlerle bağlantılı güvenilir (!) kişiler getirilmiştir.
Bu sürede DSİ teşkilatında 691′i Genel İdare Hizmetleri ve 1569′u Teknik Hizmetler sınıfından olmak üzere toplam 2260 personel emekli edilmiştir.
Görevlerinden alınan, yerleri değiştirilen ve çeşitli baskılarla emekliliğe zorlanan memur statüsündeki DSİ personeli sayısı 3171′e ulaşmıştır.

Özetle; Bu dönemde DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde idari görev yapan personelin yaklaşık % 74′ü, olan 650 kişinin görev yeri değiştirilmiştir. Sürgün ve yer değiştirmelerden sonra emekli olmayan ve istifayı reddeden personelin büyük bir kısmı idari mahkeme kararlarıyla geri dönmüş, fakat birçoğu Genel Müdürlük makamı tarafından eski görevlerine iade edilmemişlerdir. Aradan geçen 4 yılsonunda daha önceden görevlerinden alınarak sürgün edilen personel ikinci kez sürgün edilmeye başlanmıştır. DSİ Genel Müdürlüğü gibi bilgi, liyakat ve deneyimin oldukça önemli olması gereken bir kurumda 900′ ü aşkın idari ve teknik personelin tayin, sürgün ve görev yeri değiştirme ile önce görevlerinden alınması sonra da emekliliğe zorlanarak kurumdan uzaklaştırılması şeklindeki bir politikanın sonucunda DSİ büyük oranda kan kaybetmiştir.

Bugün, DSİ Genel Müdürlüğü’nde inanç istismarı ve buna bağlı zorlamalar had safhada olup tarikatların etkisi ise çok üst boyutlardadır. Kurum personeli her an sürgün ve yer değiştirme baskısı altında tutularak kurumun görev, yetki ve sorumlulukları nı etkin ve verimli bir şekilde yerine getirebilmesinin koşulları ortadan kaldırılmıştır.

Bu süreçte, iktidarın çokça benimsediği bir çeşit kazan-kazan stratejisi uygulamaya konulmuştur. Birikimsiz ve liyakatsiz cemaat kadrolarının idari görevlere getirilmesi ile su yönetiminin merkezî yapısı güçsüzleştirilerek kurum küresel su politikalarını n uygulanması için uygun bir hale getirilmiştir. Bundan küresel güçler kazançlı çıkmıştır. Siyasal islamcı kadroların DSİ yönetimine getirilmesinden de siyasi iktidar kazançlı çıkmıştır. Bu anlamda uygulanan reçete politikadan her iki taraf ta kazançlı çıkmış,ancak DSİ ve ülkemiz kaybetmiştir.

DIŞA BAĞIMLI SU VE ENERJİ POLİTİKALARI

Dört yılı aşan AKP iktidarı döneminde;

1. DSİ’nin kurumsal yapısı küresel dayatmalar doğrultusunda katma bütçeden genel

bütçeye geçirilerek kurumun işlevsizleştirilip tasfiyesinin ön koşulları yaratılmıştır.

2. Enerji yatırımları neredeyse durmuştur.

3. Enerjinin geleceği doğalgaza ihtiyaç duyulacak şekilde yeniden kurgulanmıştır.

4.GAP, çeşitli yapay gerekçeler tezgâhlanarak adeta durdurulmuş, bölgeyi de çok yakından ilgilendiren sınıraşan sular konusunda politik argümanlar geliştirmek şöyle dursun inisiyatifin Kuzey Irak ve İsrail’de olacağı AB politikalarına boyun eğilmiştir.

Küresel ölçekte geliştirilen ve DSİ gibi kurumları da hedefleyen bu politikaların ana ekseni, mevcut kamu kurumlarının görev ve sorumlulukları nın büyük bir bölümünün önce özel şirketlere ve daha sonra da küresel su ve enerji güçlerine hizmet edecek şekilde yeniden tanzimidir.