Yaşasaydı Uğur'u Ergenekon'dan alırlardı

Güldal Mumcu Ergenekon'un ikinci iddianamesinde yer alan "Uğur Mumcu, Öcalan, Pilot Necati ve Kesire Yıldırım ilişkisini ortaya çıkaracağı için öldürüldü" ifadesini pek dikkate almamış gibi görünüyor.

CHP İzmir Milletvekili Güldal Mumcu, kadınların ancak 50 parlamenterle (yüzde 9.1) temsil edildiği erkekler meclisini 2 yıldır yöneten iki kadın TBMM başkanvekilinden biri. Toplumun “öfke kontrolünün düşük olması” nedeniyle TBMM'yi bir kadının yönetmesinin çok fazla bir değişiklik yaratmadığı kanısında.

Mumcu, AKP'nin TBMM'deki son gece yarısı operasyonuyla ilgili olarak “Sabahlara kadar çalışılmasını insan haklarına, müzakare geleneğine uygun bulmuyorum. Ayrıca anayasaya aykırı hiçbir önergenin kabul edilmemesi lazım aslında” diyor. Mumcu, Ergenekon davasının amacının “insanların pusulasını şaşırtmak” olduğunu vurgularken “Baskı kurmak, ülke çıkarlarını, laik, demokratik değerleri savunanların üzerine korku salmak ve korkuttukları insanları istedikleri yöne kanalize etmeye çalışmak... Amaçları bu...” görüşünü dile getiriyor. Ve ekliyor: “Güç odaklarına, yolsuzluklara, uygulamadaki usulsüzlüklere gazetecilik yaşamı boyunca belgeleyerek karşı duran bir gazetecilik anlayışı sergilemiş olan Uğur yaşasaydı, sıranın ona da gelebileceğini düşünmemek elde değil...”

Güldal Mumcu'nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
- TBMM'yi bir kadının yönetmesinin milletvekillerinin üslubuna bir etkisi oldu mu?
- Hem Meral Akşener, hem de benim yönettiğim oturumlarda -eğer üslup farkından kastınız daha düzgün bir ifade, daha az kavga ise- önemli bir farklılık olmadı. Belki birçoğunu engelliyor ama “Erkeklerin yönettiği oturumlarla kadınların yönettiği oturumlar kıyaslanırsa, kavga oranları düştü mü?” derseniz, sanmıyorum... Gerginlik ortamı olunca, yöneten kadınmış erkekmiş kimsenin umurunda olmuyor. Öfkenin kontrolü düşük bizim toplumumuzda. Öfke yükselince yönetenin kim olduğu akla bile gelmiyor. Öfke yükselince mantık devreden çıkıyor, yerini kabalık alıyor.

'Vekilin sözü kesilmemeli'
- En çok Kamer Genç mi zorluyor başkanvekillerini? Gerçi o size daha nazik davranıyor...
- Aslında ben de bütün milletvekillerine nazik davranıyorum. Aksi zaten düşünülemez. Benim Meclis'i yönetirken prensibim şu:Milletvekilinin söz söyleme hakkı sınırlanmamalıdır, sözü kesilmemelidir. O da hakaret etmeden söz söyleyecektir. Eleştiri sınırları içinde konuştuğu halde milletvekilinin sözünün kesilmesi uygun değil.

- TBMM'de 2 yıllık deneyiminiz sonunda içtüzükte ne tür değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
- Öncelikle milletvekillerinin söz hakkı konusunda değişiklikler yapılmalı. 5 dakikalık gündem dışı konuşmaya, hükümet 20 dakika cevap veriyor. Yani 4 misli süre kullanmış oluyor. Milletvekilinin söz hakkının arttırılmasından yanayım. Ayrıca bir yasa tasarısı komisyonlarda görüşülürken milletvekilleri görüş bildiriyor, gerekiyorsa uzmanların bilgi ve görüşüne başvuruluyor. Buna çağdaş bir toplumun gerektirdiği örgütlü kuruluşların, kurumların temsilcilerinin görüşlerinin de eklenmesi gerekir. Bu, uygulamada bir ölçüde var. Ama fiilen içtüzük hükmü haline de gelmeli. Bütün oylamaların elektronik cihazla yapılmasıyla da birçok tartışmanın önüne geçilecektir diye düşünüyorum.

- TBMM Başkanı Köksal Toptan yurtdışındayken gelen TCK'nin 301. maddesiyle ilgili yasa değişikliği önerisini hemen komisyona sevk etmemeniz tartışma konusu olmuştu...
- Anımsarsınız, Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso gelecekti. Öyle bir anda ve hiç de gündemde değilken, o gelmeden bir gün önce komisyondan, genel kuruldan hemen geçirilmek istendi. 301. maddede doğrusu esaslı bir değişiklik de yoktu. Sadece şekli yönden bir değişiklikti. Bir de onay merciini Cumhurbaşkanı olarak düzenliyordu. Bunların tartışılması gerekliydi. Başkan'ın dönüşünün beklendiği sürede işte bu tartışmalar yapıldı. Ve birçok şey biraz daha yerli yerine oturdu.

- Bir başkanvekili olarak, TBMM'nin son günü yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bir yasanın bitimine kadar, sabah 04.00'e, 07.00'ye kadar çalışmak emek haklarına, çalışma standartlarına uygun değil. İnsan haklarına, müzakere geleneğine uygun bulmuyorum. Bir de; yasalar Meclis'e ham olarak geliyor, komisyonlarda yeterince pişmiyor, görüşler dikkate alınmıyor, hükümet komisyonda halletmesi gereken unsurları genel kurula getirip değişiklik önergeleriyle yasayı pişirmeye çalışıyor. Ayrıca anayasaya aykırı hiçbir önergenin kabul edilmemesi lazım aslında.

- Muhalefete “gol” atıldığı yorumlarına ne diyorsunuz?
- Anayasaya uygun davranacağı varsayılan bir iktidarın, anayasaya aykırı bir önergeyi geçirmeyi “gol” olarak nitelemesi siyaseten uygun görülemez.

'Yaşasaydı Uğur'u da alırlardı'
- Bir TV programında “Eğer yaşasaydı, Uğur'u da alırlardı” dediniz...
- Öyle bir tablo sergileniyor ki, bu davada kimin, ne için alındığını bilemiyoruz. Afaki olaylar... İktidara eleştirel gözle bakan, eleştiren yazılar yazan, sözler söyleyen aydınların da gözaltına alındığını görüyoruz. Yönetimlerin eleştirilecek yanları da vardır, olumlanacak yanları da. Bir gazeteci her daim bir yönetimi olumlayamaz ki, yapılan yanlışları da tabii ki eleştirecek. Yönetimler eleştirilere tahammül edemiyorsa orada demokrasiden söz edemeyiz. Bu çerçevede baktığımız zaman; güç odaklarına, yolsuzluklara, uygulamadaki usulsüzlüklere gazetecilik yaşamı boyunca belgeleyerek karşı duran bir gazetecilik anlayışı sergilemiş olan Uğur yaşasaydı başka türlü davranması mümkün olmadığı için, sıranın ona da gelebileceğini düşünmemek elde değil...

- Uğur Mumcu'yu da Ergenekon örgütünün öldürdüğü savı ortaya atıldı...
- Eğer Ergenekon diye tarif edilen yapılanma -her ne ise- onlar Uğur'a yönelik suikastı da gerçekleştirmişse, delillerini, bilgileri, zamanını, bağlantılarını çıkarır ortaya koyarsınız. Uğur Mumcu ve diğer öldürülenler için görülmüş olan Umut davasını, oradaki sanıkları, o yargılamayı unutun; işin gerçeği Umut davasında söylenip karara bağlananlar değil, şimdi size sunduğumuz, ortaya çıkardığımız delillerdir, sanıklardır deyin o zaman. Hukuk fakültelerinde bir iddianame “nasıl hazırlanmaz” diye öğrencilere negatif örnek göstermek isterlerse hocalarımız bundan sonra hiç sıkıntı çekmeyecekler. Ergenekon davası iddianamesini rahatça örnek gösterebilirler. “Aman haaa... Siz sakın böyle bir uygulamanın içinde olmayın” diye... Bu dava ile kavram karmaşası yaratarak herkesin kafasını karıştırmak istiyorlar. Bunun maksadı insanların pusulasını şaşırtmaktır; bunu yaptığınız anda, onları istediğiniz yöne yönlendirebilirsiniz. Ergenekon davasında da insanların pusulalarını şaşırtmak için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Baskı kurmak, ülke çıkarlarını, laik, demokratik değerleri savunanların üzerine korku salmak ve korkuttukları insanları istedikleri yöne kanalize etmeye çalışmak... Amaçları bu...

- Bir gün Uğur Mumcu suikastının gerçekten aydınlatılabileceğine inanıyor musunuz?
- Aslında Umut davası sonuçlandı. Ama bizim davamızın ucu açık. Bize fail olduğu söylenen 3 kişiden biri ortada yok. Hiçbir zaman bulunmadı. Bir gün “Cihan” kod adlı Oğuz Demir'i bulurlarsa, o zaman dava yeni baştan görülür. Umut davasında Uğur Mumcu cinayetinden mahkûm olanlar oldu. Bu davanın bir kısım sanıkları da aflar sonucunda çıktı. Çıkanlardan Muzaffer Dağdeviren, Vatan Caddesi'nde kafasına kurşun sıkılarak öldürüldü. Kim, niye öldürdü, bulunamadı...Yine de bir gün Uğur Mumcu suikastının tüm bağlantılarıyla gerçekten aydınlatılabileceğine inanıyorum. Aksi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığını yadsımak olur. Bir de, ben zaten iflah olmaz bir iyimserim.

'Emin Değer şahit'
- Mehmet Ağar, “Duvardan tuğla çekemem, yıkılır” sözlerini 11 yıl sonra yalanladı. Bunca yıldır size olan “saygısından” yalanlamadığını söyledi... Neden bu kadar bekledi, neden yalanladı?
- Bilemem. O görüşmenin şahitleri var. Emin Değer şahit. Yalanlamak gerçeği değiştirmez.

- Genelkurmay Başkanı Başbuğ, son basın toplantısında Uğur Mumcu'nun “bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanlar” sözlerini andı...
- Uğur'un bu sözünün benimsenmiş olması, söz söyleyenlerin sözlerinin altını doldurma zorunluluğunu beraberinde getirdiğinden, olumlu bir gelişme.

- Kendisinin Genelkurmay arşivinde çalıştığı da ifade edildi...
- Uğur, Abdullah Öcalan'la ilgili araştırma yaparken hem valiliğin hem de Genelkurmay'ın arşivine bakmak istedi, onlardan izin aldı. Ama oralarda düzenli konferanslar vermiş değildi. Uğur, sadece 13 Ocak 1993'te Harp Akademileri'nde bir konferansa davet edildi, basın ve basının sorunları konusunda. Bu, askeriyede ilk ve hayattaki son konferansıydı.

'İnancı şekle bağlamak dine saygısızlıktır'
- Partinize gelirsek; “çarşaf” açılımına karşı rahatsızlığınızı dile getirdiniz...
- İnsanın inancını şekil şartına bağlayan anlayışa karşıyım. Başını örtünce inançlı oldu, açıksa inançlı değil! İnancı sadece başörtüsü ve örtünmeye, yani şekle bağlamak, inanca ve dine saygısızlıktır. İnanç öyle bir şeydir ki, insanın içinden bir su gibi akar; temizler geçer.

- CHP Doğu ve Güneydoğu'da yok. Neden o bölge seçmenine ulaşamıyor?
- Bu sadece CHP'nin sorunu değil. Son seçimlere bakarsanız Doğu ve Güneydoğu'da sadece AKP ve DTP var. Hatta AKP'nin oy kaybettiğini görüyoruz. Bu tablo, din, etnik kimlik ve toprak ağalığı üçlemesinin çok uzun yıllardır sürmesinin, istismar edilmesinin sonucudur. Sorun, toprak reformunun orada hayata geçirilememiş olmasıdır. Toprak reformunu hayata geçirmediğiniz sürece sosyalist, sol, sosyal demokrat bir partinin gerçekten dayandığı ilkeleri yerleştirmeniz zorluklarla karşılaşır. Kaldı ki toprak reformu sadece solun değil, günümüzde çağdaş insan, çağdaş yurttaş olmanın da bir gereğidir. Bunun için her şeyin yeniden ele alınması, kartların yeniden karılıp öyle bakılması lazımdır.