Güneydoğu'da Türk egemenliği

Yeni bir Türklük aşısı olarak Cengiz Han akınları
Cengiz Tatarlarına sürekli Moğollar denmesinin nedeni olan Börteçin ailesinin kökenini çevreleyen kesim başlangıçta Moğol olmasına karşılık ikinci kuşak artık Nayman, Merkit, Kerey gibi Türk kabileleridir ve bunlara Tatarlar da eklenmiştir. İran’daki İlhanlıların kurulması Anadolu’da yeniden bir Türklüğün önünü açmıştır. İşte bu yeni Türklük aşısı Osmanlı Devleti’nin ön aşamasıdır. Bu Türklerin Tatarlar biçiminde Anadolu’ya girişi Mısır’da da Kıpçak Türklerinden oluşan Memlüklerin bunları durdurması ilginç bir tarihsel süreç olmuştur. Tatarların Güneydoğu’ya girmesiyle birlikte Güneydoğu’da Artukoğlu Beyliği ve dağılmış olan Zengi beyliği Eyyubilere dönüşmüştür. Ama bu dönemde Ahlat Beyliği de Harzemşahlar tarafından alınmıştır. Tatarların gelişiyle burada Eyyubiler dönemini sona ermiş ve yeni bir Tatar dönemi başlamıştır. Güneydoğu Anadolu’ya bugün mührünü basan etnik kimlik Oylat ve Celayirliler olan Suyut kabileleridir. Bağdat’ın kuzeyinde ve Güneydoğu Anadolu’da Oylat ve Celayirliler egemen iken Anadolu ve kuzeyinde ise Çobanoğulları egemen olmuştur. İlhanlılar sonrası Çobanoğulları Timurtaş ve Celayir’den sonra gelen Şeyh Hasan Küçük, Şeyh Hasan Büyük gibi isimler Anadolu’da iktidar mücadelesi vermiştir. Bu dönemde Batı Anadolu’da Osmanlılar bir Kayı boyu olarak öne çıkıp Roma’yı fethederken, Doğu Anadolu’da aynı Bayındır ve Bayatlar Akkoyunlular ve Karakoyunlular olarak egemenleşmiştir. İşte bu noktada ikinci bir Tatar akını olarak Çağatay Tatarları tekrar bölgeye girmiş ve Çağatay Tatarlarından Timur Bağdat’ı, Mardin’i ve Van’ı alarak Akkoyunlularla ittifak yapıp iktidarını pekiştirmiştir. O sırada Mısır’dan gelen Memlükler Güneydoğu Anadolu’ya girememişlerdir.
Memlükler öncesi bahsettiğimiz gibi buradaki Türk iktidarları Mısırlılar tarafından Guzlar olarak tanımlanmıştır. Yani Oğuzlar olarak tanımlanan, Selçuklu öncesi gelen ve Gulamlar halinde Tolunoğlu Beyliği adıyla iktidara gelen Türkler, Araplar tarafından Guz Devleti olarak adlandırılmıştır. Daha sonra Atsız ve ona bağlı Çağrı Bey’in Selçuklu kolları bu bölgede egemen olmuş, aynı şekilde onlara da Guz denmiştir. Sonra Nureddin Zengi’yle beraber gelen ordu ağırlıklı Türkmen ordusu olup Nureddnin Zengi’nin komutanı Şükrü tarafından yönetilmektedir. Eyyubilerin paralı askerler olarak kiraladıkları Kıpçaklar, Eyyubileri devirip Memlük Devleti adıyla tarihe geçen Türk devletini kurmuşlardır. İşte bunların İlhanlıları durdurmasından “Türkler İslamiyeti Türklerden korudu” diye bahsedilerek Tatarların Türklüğü vurgulanmıştır. Halbuki Türk-İslam sentezi yaklaşımında Tatarlar Moğol yapılmakta, “Moğolları Abbasi halifesini öldürdü” tezi öne sürülmektedir. “Güneydoğu kimin yurdu?” sorusunun açıklıkla bir cevabı vardır. Bu hakimiyeti takip ettiğimiz zaman bin yıllık süreçten beri bu bölge hiç kesintisiz bir Türk bölgesidir. Yavuz Sultan Selim’in Güneydoğu’yu fethetmesinden hareketle Kürtler, “Türkler Güneydoğu’yu beş yüzyıl evvel aldı” tezini ileri sürmektedirler. Oysa Yavuz Sultan Selim Güneydoğu’yu 500 yıl evvel Kürtlerden değil Türklerden almıştır.
Bunu takip eden dönemde İlhanlılar Anadolu’da etnik olarak Oylatları oluşturmuş, Diyarbakır’daki Akkoyunlular Oylatların kültürel devamı mirzalar olarak beylikler kurmuştur. İşte bu mirzalar daha sonraki Safeviler döneminde de süregelmişlerdir. Mirzalar Kırım’da Altınordu Devleti’nde de egemendir.
Bunların ortak noktaları Tanrı’ya da “huda” diyen yaklaşım içinde, Tatarların Güneydoğu Anadolu’daki etkisini vurgulamaktadır. Kaldı ki Diyarbakır’da çok kullanılan Baydemir, Baysungur ve Temurtaş gibi isimler hep Tatar ve Kıpçak isimleri olarak bu bölgede Türklük simgeleridir. Keza Hüdaverdi-Tanrıverdi isimleri de bu kavramların içinde kalmıştır.
Bu anlamda bakıldığı zaman gerçekten Güneydoğu yurdunda Selçuklu Türkmenlerinin ağır yoğunluğundan sonra İlhanlı-Oylat, Celayir ve Suyutların etkileri ve onları takip eden Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri egemendir. Örneğin Akkoyunlu Türkmenleri Bayındırlılara, Dögerlere, Beydillilere bağlıyken; Karakoyunlular Bayatlara bağlı olmaktadırlar. Bunlar birleşerek Akkoyunlu devletini ortaya çıkarmışlardır.
Diyarbakır nasıl Akkoyunlu Devleti’nin simgesi ve Uzun Hasan’ın şehriyse, Mardin de Artukluların şehridir. 16. yüzyılda Uzun Hasan’ın akrabaları olan Safeviler bu bölgede egemen olunca Osmanlı bölgeye girerek burayı fethetmiştir. Bölgedeki Şafii unsurlar, yani Selçuklu zamanında gelmiş Farsça konuşan Şafiiler, Selahaddin Eyyubi ve Nizamülmülk döneminde Şafiileşerek İlhanlılar ve ondan sonra gelen Türkmenlerden farklılaşmışlardır.
Şafiilik de günümüzde Kürtlük simgesi olarak ortaya çıkmıştır. ama onun ötesinde Mısır’ın devamı olan Halep, Adıyaman, Antep, Maraş ve Adana gibi bölgelerde Sünni ve Hanefi olarak Baybars’ın etkisinde kalmıştır. Günümüzdeki bu üçlü bölünme dediğimiz durumda, kuzeyde Türkmen kabilelerinin Kızılbaş olarak anılmaktadır ve Zazalar kök olarak bunlara bağlıdır. Güneydeki Şafiiler ise Selçuklular döneminde bu bölgeye yerleşmiş özellikle de Artuklu Beyliği’nde ve Musul Beyliği’nde Döger Türkmenlerinden oluşan ve aralarına Ogurların da katıldığı bir topluluk oluşturmuştur.
Bu bölgede kullanılan dil, sarı-kırmızı-yeşil renkler gibi simgeler de Selçuklunun erken dönemi simgeleridir. İlhanlılar döneminde ise bölge yeniden yapılanmıştır. Türkmenler bütünüyle yerlerinden edilmiş ve İlhanlılar sonrası oturan sistem, Akkoyunlu sistemi, Osmanlı tarafından yeniden değiştirilerek günümüzün etnik yapısına doğru dönüştürülmüştür.
Yavuz Sultan Selim, Güneydoğu’yu Türklerden aldı
Osmanlı, Kızılbaş Türkmen kabilelerinden Tekelileri Diyarbakır’dan çıkararak yerlerine Artukiler döneminde bölgeye yerleşmiş ve Şafiileşmiş Türkmenleri yerleştirmiştir. Bu Türkmenler, giderek Farsi bir dil konuşmaları nedeniyle Türkmen Ekradları olarak da tanımlanmıştır. Ama o dönem Osmanlı’da bunlar Müslüman olarak görülürken diğerleri Kızılbaş olarak görülmüştür. Yani İran’la Osmanlı’nın çelişkisi ortaya çıkmıştır.
Yaşanan aslında iki Türk devletinin çatışmasıdır. Ama Sasanilerle Roma’nın keza Partlarla Romalıların savaşları hep bu sınır noktasında ve egemenlik için olmuştur. Keza Anadolu Selçukluları’yla İran, Irak ve Suriye Selçukluları arasındaki savaş da bu noktada gelişmiştir.
Bu boyutuyla bakıldığında “Güneydoğu kimin yurdu?” sorusunun açıklıkla bir cevabı vardır. Etnojenez içinde oturduğumuz bölgeler babalarımızdan kalmıştır. Onlara da babalarından. Bu hakimiyeti takip ettiğimiz zaman bin yıllık süreçten beri hiç kesintisiz bir Türk bölgesidir.
Yavuz Sultan Selim’in Güneydoğu’yu fethetmesinden hareketle Kürtler, “Türkler Güneydoğu’yu beş yüz yıl evvel aldı” tezini ileri sürmektedirler.
Oysa Yavuz Sultan Selim Güneydoğu’yu 500 yıl evvel Kürtlerden değil Türklerden almıştır. Ama bu bölgedeki Türkleri Kızılbaşlılıkla suçlayarak bu bölgeden sürmüş veya Şafiileştirerek bugün Kürtlüğün yolunu açmıştır.
Kürtlerin “bin yıl evvel geldik” tezine bakarsak bin yıl öncesi, Abbasiler dönemi, Türkler yine Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yurtlarında yer almaktadır. Ondan öncesinde Hunlar döneminde Ogur grubu vardır.
Bu tarihsel gerçekleri es geçerek “Güneydoğu kimin yurdu?” sorusunu cevaplandırmak mümkün değildir. Güneydoğu Anadolu gerçekten bu bölgede yaşayan ve bu bölgedeki kimliklerindir. Bu kimlikler de geriye döndüğümüz zaman 2.000 yıl öncesinde Hurilerden, Mitannilerden, Urartulardan gelen bir kimlik aramak yerine beş kuşak öncesine doğru gidersek karşımıza Selçuklular ve İlhanlılar döneminde yeniden yapılanmış bir kimlik çıkmaktadır.
Akkoyunlular bölgede tekrar egemen olmuş, sonra Çağatay Tatarları yeniden dengelemiş, ondan sonra Safeviler döneminde yeni bir yapılanmaya gidilmiştir.
Osmanlılar ise var olan yapıyı statüko olarak kendi devlet yapısına göre Roma tarzında bölgelere ayırmaya başlamış ve İran’a karşı kendi Şafii kimliğini öne çıkarmıştır. “Güneydoğu Anadolu’nun gerçek sahibi kimlerdir?” sorusuna bu perspektiften bakılmalıdır.