TMMOB ve Türk meslek örgütlenmesinde kürtçü değişim sinyalleri

Ülkemizde meslek kuruluşlarının Anayasal tanımı
Bu yazıda; Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Başkanlığı'nın, "Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşlarının Teşkilat ve Mali Yapıları, Denetimleri, Organlarının Seçimlerine Dair Esasların Değerlendirilmesi ile Bunların Etkin ve Verimli Şekilde Hizmet Yürütmelerinin ve Geliştirilmesinin Sağlanması Amacıyla Alınması Gereken Tedbirler" başlıklı (C. Boyalı, H. Sak, İ. H. Sayın, F. Ceceli, M. İlhan, M. A. Özkılınç ve E. Candan'dan oluşan bir Komisyon mârifetiyle hazırlanmış olan) ve 28.09.2009 tarihli, 2009/6 sayılı "Araştırma ve İnceleme Raporu" temel alınarak, TMMOB ile ilgili bazı gözlemlere değinilecektir.
Rapor, ülkemizde, 1982 tarihli Anayasa'nın 135. maddesi kapsamında kanunla kurulan meslek kuruluşları olan "kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları"nı, tarihsel düzlemde incelemekte, bu kuruluşların bugünkü toplum ve devlet yapımızda oynamakta oldukları rolleri açımlamakta ve bunların içinde bulundukları kimi darboğazları târifleyerek, küreselleşme çağının isterlerine göre bazı reform önerileri ve çıkarımlarında bulunmaktadır.
Anılan meslek kuruluşları, çeşitli bağlamlarda; "sivil toplum kuruluşu", "hükümet dışı kuruluşlar", "baskı/çıkar grupları", "yarı resmî devlet kurumları", "meslek örgütleri", "meslek birlikleri", "meslek odaları", "meslek kuruluşları", "meslekî teşekküller", "kitle meslek kuruluşları", "demokratik kitle örgütleri", "kamu meslek kurumları", "kamu meslek kuruluşları", "kamu kurumu niteliğindeki özerk anayasal kuruluşlar", "meslekî kuruluşlar", "meslek odaları ve birlikleri", "oda, borsa ve birlikler" gibi farklı kavramlarla da tanımlanabilmektedir.
Ancak esas itibarıyla, kavramın, işçi ve işveren sendikalarını ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu ve özel bazı kanunlar gereği kooperatif statüsünde kurulan kooperatif, birlik ve üst kuruluşlarını kapsamadığı kabul edilmektedir.
1982 Anayasasının 135. maddesi iki tür kuruluştan söz etmektedir: Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek üst kuruluşları… Anayasa'ya göre, bu kuruluşlar "(..) belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir."
Anayasanın 135. maddesi kapsamına giren 18 adet meslek kuruluşu/meslek üst kuruluşu bulunmaktadır. Ülkemizde, 17 kuruluş/üst kuruluş ve 5.000'e yakın yerel düzeydeki kuruluş, bu kapsamda faaliyet göstermektedir. ("Rapor", ss. 198-199)
Dünya üzerindeki çeşitli tarihsel ve toplumsal geçmişlerden gelen insanların sosyal, ekonomik, siyasal, dinsel, kültürel ve meslekî ve benzeri çeşitli örgütlenmelere giderek, bireysel/grupsal/toplumsal belli ihtiyaçlarını karşılama süreçleri ve etkinlikleri çerçevesinde, kimilerince "devletçi", "merkezci" ve/ya da "kamusal" yönleri ağır basan, kimilerine göre de "sivil", "yerel/yerinden" ve/ya da "özel/bireysel" tarafları baskın özellikli kimi "meslek kuruluşları" ortaya çıkmışlardır. Bu iki öbeğin dışında da bazı ara formlar olabilmektedir. Dolayısıyla, çeşitli uluslardaki meslek örgütlenmelerine bakarken, onları oluşturan tarihsel, ekonomik, siyasal, sosyal ve teknik/teknolojik temellerdeki farklılıkların ayırdında ve bilincinde bulunmak gereği vardır.
Türklerde meslek birliğinin tarihçesi
Ülkemizde de, kadîm Türk uygarlık tarihi boyunca gelişmiş olan ve Selçuklu İmparatorluğu dönemindeki "Âhi Birlikleri"nden başlayarak, 600 yıllık bir uzun ömre sahip Osmanlı İmparatorluğu döneminden geçerek, (19. ve 20. yüzyıl başındaki) Tanzimat, I. ve II. Meşrutiyet dönemleri ve nihâyet 1923'ten itibaren de büyük Atatürk önderliğinde kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti döneminde serpilip gelişen, (zaman zaman da duraklayan ve hâtta gerileyen) bir meslekî örgütlenme tarihimiz bulunmaktadır.
Türklerin toplum (ve bunun alt-örgütlenmeleri olan meslekî toplum/topluluk) düzeni; Batılıların köleci, feodal ve bunların ortak ürünü olan kapitalist toplum biçimlerinde olduğu gibi, hem yönetenleri, hem de yönetilenleri, kendilerine olduğu kadar insanlığa da yabancılaştıran ve şiddetin esas alındığı bir düzen olmayıp, "Batıda yönetilenlerin yöneten için, Türklerde ise, yönetenin yönetilenler için var olduğu" ilkesi çerçevesinde, Şevket Süreyya Aydemir'in de (Suyu Arayan Adam kitabında) altını çizdiği gibi, "çağlarca içinde yaşanılan yayla ve ordu yaşamının ortaya çıkardığı toplumsal bir buyurum (komuta) ve disiplin düzeninin her şeyin üstünde olduğu" bir düzen anlayışına dayanır. (Metin Aydoğan, "Türk Uygarlığı" (2. Basım), İzmir: Umay Yay., 2006, ss. 65-67.)
1960'lı yıllardan itibaren (50 yıldır) temas içerisinde olduğumuz ve 2000'li yıllarda kendimizi daha da büyük bir siyasî ivme ile üyesi olmaya adadığımız Avrupa Birliği hukuku ve müktesebatında, örgütlenme özgürlüğü meselesi, ülkelerin uluslar arası normlarla kayıt altına alınmış olan iç hukuk sistemlerinin önemli bir parçası olmasına rağmen, geliştirilmiş ortak bir meslekî örgütlenme modeli, henüz yoktur.
Bu çerçevede, ülkemizin (de) meslekî örgütlenme örüntüsü, kendine has tarihsel gelişim süreci içerisinde ve ulusumuzun özgün, ulusal ve mutasavver gelecek senaryoları paralelinde oluşacaktır.
Rapor'a göre: "Türkiye'de sivil toplum örgütleri gerek sınırlayıcı yasal düzenlemeler ve kaynak yetersizlikleri (kaynak yetersizliği tüm meslek kuruluşları bakımından geçerli değildir) gerekse zihniyet problemleri yüzünden yeterli ölçüde işlevsel olamamakta ve gerekli başarıyı gösterememektedirler. En önemli zaaf ise, ideolojik tutumların ön plana çıkması ve belirleyici olmasıdır. Faaliyetlerin yürütülmesinde etkinliği ve verimliliği sağlayacak yapı ve mekanizmaların oluşturulamaması da bir diğer eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır." (s. 406)
Cumhuriyet dönemi gelişmeleri
Türkiye'de âhi birlikleriyle başlayan, daha sonra lonca/gedik teşkilâtına dönüşen meslekî örgütlenme, Osmanlı'nın son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde çağdaş anlamda cemiyet/dernek veya oda şeklinde örgütlenen bir yapıya kavuşmuştur. Bu çerçevede, özellikle anayasal değişikliklere bağlı olarak meslek kuruluşlarının örgüt yapısı ve faaliyet alanları ile birlikte hukukî niteliklerinde de sürekli biçimde değişimler/gelişmeler meydana gelmiştir. Bu nedenle, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları dönemlerinde kısmen de olsa değişik düzenlemelere rastlanmaktadır. 1924 Anayasası'nda dernek (cemiyet) kurma tabiî bir hak ve hürriyet olarak düzenlenmiş olup (md. 70) ve bu hakkın serbestlik sınırının kanunla belirleneceği (md. 79) hükme bağlanmıştır. Böylece ülkemizde dernek kurma hakkı (örgütlenme hakkı), anayasal güvence altına alınmıştır. (s. 157)
Cumhuriyet döneminde, 1925 yılında kabul edilen 665 sayılı "Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu" ile ticaret ve sanayi odalarına kamu tüzel kişiliği verilmiş, tüccar ve sanayicilere odalara üye olma zorunluluğu yüklenmiştir.
Yine Cumhuriyet döneminde olmak üzere, ülkemizde mühendislik ve mimarlık faaliyetlerinin tanımlanmış meslekler olarak resmîleşmesi doğrultusundaki ilk adımlar 1927 yılında atılmıştır. Bu yıl kabul edilen "Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun", Cumhuriyet yönetiminin bu alana ilişkin ilk düzenlemesidir. Gerekli yetkinliğe sahip olmayan, yetkisiz kişilerin mühendislik ve mimarlık unvanını kullanarak iş görmelerini engellemek, söz konusu mesleklere olan rağbet ve itibarı geliştirmek gibi gerekçelerle hazırlanan bu Kanun, 1938 yılına kadar uygulanmıştır. Bu alana ilişkin ikinci düzenleme, 1938 yılında kabul edilen 3458 sayılı "Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun"dur. (‘Rapor'a ‘Ek', s. 321)
1940'lı yılların ortalarından itibaren "Türk Yüksek Mimarlar Birliği" ve "Türk Yüksek Mühendisler Birliği" adlı derneklerce mimarlık/mühendislik alanlarındaki meslekî örgütlenmeye ilişkin olarak başlatılan tartışma, yeni bir yasal düzenleme yapılmasında etkili olmuştur.
TMMOB'un kurulması ve işlevi
27 Ocak 1954 tarihinde kabul edilen 6235 sayılı "Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu" (04.02.1954 tarihli ve 8625 sayılı R.G. ile) yürürlüğe konulmuştur. Mühendislik ve mimarlık mesleklerinin örgüt yapısında köklü değişiklikler öngören bu Kanun'la, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nin (TMMOB) kurulması hükme bağlanmıştır. 6235 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle, 1954 yılında yapılan Genel Kurul'la meslek odaları ve TMMOB kurulmuştur. Böylece, Cumhuriyet'in kuruluşundan, hatta Osmanlı döneminden 1954 yılına kadar cemiyet / dernek çatısı altında örgütlenen mimar ve mühendisler; meslek odaları ve bunları da içeren birlik çatısı altında örgütlendirilmişlerdir. ("Ek", s. 322)
6235 sayılı Kanun, 1959 yılında münferit bazı değişikliklere konu olmuştur. Nihâyet Kanun'da, 1982 Anayasası'nın kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ilişkin olarak öngördüğü yeni yapı doğrultusunda yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle, 1983 yılında önemli değişiklikler yapılmıştır.
TMMOB ve bağlı odaların işlev, işleyiş ve amaçları, üyelerinin, organlarının görev ve yetkileri; 6235 sayılı Kanun'a istinaden hazırlanan ve 02.11.2002 gün ve 24954 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan "Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Ana Yönetmeliği" ile düzenlenmiştir. Birlik ve odaların yönetim ve işleyişine ilişkin esas ve usuller ise, odaların kendi çalışmaları sonucu çıkardıkları özel yönetmelikleriyle belirlenmiş bulunmaktadır.
Birlik, merkez teşkilâtı ile bağlı odalardan oluşmaktadır. Kuruluşunda 10 odası ve yaklaşık olarak 8.000 üyesi bulunan TMMOB'nin, 31.12.2008 tarihi itibarıyla 23 odası ve toplam olarak ise 342.996 üyesi bulunmaktadır. ("Ek", s. 327)
TMMOB çalışmalarını; 23 oda, bu odalara bağlı 190 şube ve 40 İl Koordinasyon Kurulu ile sürdürmektedir. Aynı tarih itibarıyla, oda ve şubelere bağlı olarak; 16 Bölge Temsilciliği, 606 İl Temsilciliği, 273 İlçe Temsilciliği, 11 İrtibat Bürosu, 23 Mesleki Denetim Görevlisi, 2 Üniversite Temsilciliği, 3 Şirket Temsilciliği, 3 Dış Ülke Temsilciliği, 57 Oda Temsilcisi ve 83 Temsilcilik olmak üzere, toplam 1.267 birim bulunmaktadır. TMMOB'ye bağlı odalara, 70 kadar farklı mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı disiplininden mezun olan mühendis, mimar ve şehir plancısı üyedir. ("Ek", s. 328)
1982 Anayasası'nın öngördüğü yeni yapıda, TMMOB ve mimar/mühendis odaları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu olarak tanımlanan tüzel kişiliğe dönüştürülmüşlerdir. 6235 sayılı Kanun'a yapılan ("Ek Madde 3" (KHK/66 – 19.04.1983)) ilâveyle, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği üzerinde, Bayındırlık Bakanlığı'nca; ihtisas dallarına göre, odalar üzerinde ise ilgili bakanlıklarca, idarî ve mâlî denetim yapılacağının öngörülmesi, anayasal düzlemde denetim türünden bir önemli değişikliktir. ("Ek", ss. 323-324) Farklı uzmanlık odalarıyla "ilgili (ve yetkili) Bakanlıklar", Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile tespit edilecek olmalarına rağmen, arada geçen bu kadar yılda bu işlemin yapıl(a)mamış olması, sorgu ile karşılanması gereken önemli bir hukukî eksiklik olarak göze çarpmaktadır. ("Ek", s. 358)
Ayrıca, Kanun'da yapılan bir diğer değişiklik ("Ek Madde 4" (KHK/66 – 19.04.1983) (Değişik 1. fıkra (18.06.1997 kabul tarihli) 4276 sayılı Yasa)) ile, "amaçları dışında faaliyet gösteren Birlik ve odaların sorumlu organlarının görevlerine son verilmesine ve yerlerine yenilerinin seçilmesine, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılığı'nın istemi üzerine, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince basit usule göre yargılama yapılarak karar verilir ve dâvâ en geç üç ay içinde sonuçlandırılır. Görevlerine son verilen organların yerine en geç bir ay içerisinde yenileri seçilir." Bu madde ile ilgili olarak da, şimdiye kadar, herhangi bir soruşturma ya da işlem tesis edilmemiştir.
"Rapor"a göre, TMMOB ve odaları tarafından, hemen hemen her alanda çeşitli dâvâlar açılmaktadır. "39. Dönem Çalışma Raporu"nda bu konu şöyle açıklanmaktadır: "Birlik tarafından açılan dâvâlar yalnızca meslek alanlarımızla sınırlı kalmamış, toplumun tüm kesimlerini doğrudan ilgilendiren konularda da dâvâlar açılmıştır." 39. dönemde açılan ve/ya da önceki dönemden gelen dâvâlar arasında, örneğin, şunlar sayılabilmektedir: Rekabet Kurulu aleyhine Rekabet Kurulu'nun 22.01.2002 tarih ve 02-04/40 sayılı kararı ile 1997/6 sayılı Tebliği'nin iptâli ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay 13. Daire'de açılan dâvâ; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı aleyhine İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği'nin bazı maddelerinin iptâli istemiyle Danıştay 10. Dairesi'nde açılan dâvâ; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı aleyhine, "Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Uygulama Yönetmeliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik"in bazı maddelerinin iptâli istemiyle Danıştay 10. Dairesi'nde açılan dâvâ; Başbakanlık aleyhine "Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ve Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik"in muhtelif maddelerinin ve eklerinin iptâli istemiyle Danıştay 5. Dairesi'nde açılan dâvâ; Adalet Bakanlığı aleyhine "Ceza Muhakemesi Kanununa Göre İl Adli Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmelik"in bazı maddelerinin iptâli istemiyle Danıştay 8. Dairesi'nde açılan dâvâ; Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine Belediye Encümeni'nin 1594 sayılı 29.12.2005 tarihli para cezasını içeren kararla ilgili olarak Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi'ne yapılan itiraz; Başbakanlık aleyhine Bakanlar Kurulu kararıyla Cargill Tarım A.Ş. lehine serbest bölge kurulmasına dair Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptâli istemiyle Danıştay 10. Dairesi'nde açılan dâvâ; Çevre ve Orman Bakanlığı aleyhine "6831 Sayılı Orman Kanunu'nun 2nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik"in iptâli için Danıştay'da açılan iptâl dâvâsı; Başbakanlık aleyhine "İpekyolu Vadisi Serbest Bölgesinin Yer ve Sınırlarının Belirlenmesi ve Kurulup işletilmesine Dair Karar"ın yürürlüğe konulmasına ilişkin 12.03.2007 tarih ve 2007/12340 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptâli istemiyle Danıştay'da açılan dâvâ ve benzerleri…("Ek", ss. 387-390)
TMMOB ve "Demokratik hak ve özgürlükler" mücadelesi
Yine "Rapor"da da belirtildiği üzere, TMMOB ve bağlı odaların bir başka türdeki etkinlikleri arasında, miting gibi kitlesel etkinliklere katılma (ya da düzenleme), önemli bir yer tutmaktadır. TMMOB tarafından, bu tür etkinlikler "Demokrasi, Hak ve Özgürlükler Mücadelesi" olarak görülmekte ve Birliğin misyonu kapsamında değerlendirilmektedir. Birlik, kitlesel etkinlikler konusundaki yaklaşımlarını şu şekilde açıklamaktadır: "Mühendis-mimar hareketi, 1960'ların ortasından itibaren, kendi sorunlarının temelinde; ülkemizde uygulanan dışa bağımlı politikaların olduğunu, demokrasinin evrensel ilkeleri yaşama geçirilmeden halkın temel sorunlarına çözüm bulunmayacağını, barışın demokrasi sorununun öncelikli konusu olduğunu görmüş ve emekçi sınıfların hayatın her alanında birlikte verecekleri tutarlı ve aktif mücadeleye inanmıştır. O günlerden bu yana, TMMOB çalışmalarının da temel ilkeleri bağımsızlık, demokrasi, barış ve insan hakları olmuş, birçok etkinlik doğrudan ya da dolaylı olarak bu eksende gerçekleştirilmiştir." ("Ek", s. 391)
Ek olarak ifâde edilmelidir ki, 2000'li yıllarda daha fazla görünürlük kazanmış bulunan ve yurdumuzun Doğu ve Güneydoğu'sunda yoğunlaşan kimi etnik hareketlenmeler ve hâtta bölücü terörist eylemlerle kendisini dışlaştıran topluluk gösterilerinin, özellikle kimi TMMOB Yönetim Kurulu üyelerince yapılan resmî konuşmalarda bile, anlayışla karşılanarak, "kimlik ve hak arama mücadelesi" olarak sunulmasına da, giderek daha fazla oranda tanık olunmaktadır. Örnek olarak, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, son yaşanan gelişmeler üzerine 14 Aralık 2009 tarihinde bir basın açıklaması yapıp, şöyle konuşmuştur: "Türkiye tehlikeli bir süreçten geçiyor. Kürt sorununun çözümünde şiddetin bir yöntem olarak benimsenmesi, en son Seher'imizin, Aydın'ımızın ve 7 askerimizin ölümüne yol açmış, belediye otobüslerine ve işyerlerine molotof kokteylleri atılması gibi eylemlerle terör gündelik yaşamın öğesi olmuştur. Kürt sorununun zaten gergin bir zeminde bulunuşu ve bu sorunun ele alınışına ilişkin yanlışlıklar üzerine yaşanan bu gelişmeler, toplumsal tepki farklılaşmalarını artırmış bulunmaktadır. Diğer yandan DTP'nin kapatılmasının, sorunu siyasi kanalların dışına doğru yönlendirdiği açıktır. İnsanımızın yaşamına yönelik son yaşanan eylemler ve DTP'nin kapatılması sonrasındaki gelişmeler olağan tepki boyutlarını aşmış, en son İstanbul'da görüldüğü gibi artık silahlar ve satırlar devreye girmiştir. Bu gidiş çok tehlikelidir. Türkiye'yi bir iç savaşa sürükleyebilecek, Türk-Kürt kardeşliğini temelden sarsabilecek bir yarılmaya yol açacak özelliğe sahiptir."
Yine bu çerçevede olmak üzere, bu yıl, 27-30 Mayıs 2010 tarihlerinde yapılmış bulunan TMMOB 41. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi'nde, şu şekilde bir paragraf kaleme alınmıştır: "Türkiye'nin en önemli sorunu olan Kürt sorunu bütün yakıcılığıyla gündemdeki yerini korumaktadır. Kürt sorununun bugüne kadar çözülememiş olması ülkemizde çok ciddi ve derin tahribatlar yaratmıştır. Ekonomisi zayıf olan Türkiye'nin yüz milyarlarca dolar kaynağı çatışmalı sürece aktarılmıştır. Binlerce köy boşaltılmış, milyonlarca insan yerinden-yurdundan ve dolayısıyla üretimden koparılarak şehirlerin varoşlarında açlık ve sefaletle karşı karşıya bırakılmıştır. Bunun yanında, kırk binden fazla insanımızın yaşamına mal olan bu çözümsüzlük sürecinde, gençlerimizin yaşamlarını yitirmeye devam ediyor olması, hepimizin yüreklerinde derin yaralar açmaktadır. Kürt sorunundan kaynaklı çatışmalar ülkemizin ekonomik kaynaklarını tükettiği gibi, halklar arasında kardeşlik duygularını da zedelemektedir. (..) AKP siyasî iktidarının demokratik açılım paketi, bölgede 30 yıla yakın yaşanan silahlı çatışmaları ve şiddeti bitiremediği gibi Kürt sorununu çözebilecek bir yaklaşıma da sahip değildir. Bölgede siyasal, kültürel, toplumsal ve ekonomik haklar sağlanmadan, sanayileşme, yatırım ve istihdam yaratılmadan çözümün gelmesi zor görünmektedir. (..) 14 Nisan 2009 tarihinde başlayan ve 24 Aralık 2009 tarihinde gerçekleşen tutuklamalarla devam eden operasyonlarda, halkın demokratik iradesiyle, çok yüksek oranlarda oy alarak seçilmiş belediye başkanları, siyasetçiler, demokratik kitle örgütü temsilcileri kelepçelenmiş (..) ve akabinde tutuklanmışlardır. Operasyonlar kapsamında tutuklananların arasında, çeşitli dönemlerde TMMOB içerisinde görev almış olan 9 üyemiz bulunmaktadır. (..) Sorunun siyasi çözümünün tartışıldığı bir ortamda, 1500 siyasetçinin tutuklanması ise askeri çözüm arayışının son bulmadığının en açık göstergesidir."
41. Genel Kurul Sonuç Bildirgesi'nde, yukarıda kimi görüşlerine değindiğimiz DDK Raporu da eleştirilerek, bu "Rapor"un, "TMMOB örgütlülüğüne siyasi iktidar eliyle yapılan bir saldırı" olarak tanımlandığı göze çarpmaktadır.
AKP'nin alternatif meslek birliği kurma çabası ve Kürtçüleşen TMMOB
Şimdi, DDK Raporu'nun, AKP Hükûmeti siyaseti gereği olarak, TMMOB örgütlülüğüne karşı bir alternatif (siyasî) örgütlenme yaratmak amacı, açık seçik ortadadır. Ancak, şu andaki TMMOB üst yönetim kadrolarının, bir (Türk) kamu (ulusal) kuruluşu olarak örgütlen(diril)miş olan mühendis-mimar ve şehir plancısı teknik kadroların üst düzey meslekî örgütü olan TMMOB'ni, DDK Raporu'na karşı çıkışlarını da araçsallaştırarak, bir etnik (Kürt) siyaseti oluşturma ve/ya da güdümleme merkezine dönüştürme çabaları ve amaçları da, aynı açıklıkta olarak, sırıtmaktadır… Bu durum, hiçbir şekilde, demokratikleşme sloganı altında saklanamaz, kabul edilemez ve olası gidişat, olağan demokratik seçim mekanizmaları ile önlemezse, tehlikeli bir siyasî mücadelenin daha, bu kez de, Türk teknik ve aydın kadroları arasında parlamasına ya da patlamasına sebep olabilir…
TMMOB'daki Kürtçüleş(tir)me faaliyetlerinin, 1998 yılında gerçekleştirilmiş olan "TMMOB Demokrasi Kurultayı"ndan sonra hız kazandığı görülmektedir. Nitekim, anılan Kurultay'ın 20. Maddesinde değinilen "Birliğin adındaki ‘Türk' ifadesinin ‘Türkiye' olarak değiştirilmesini' savunan etnikçi görüş, 41. Genel Kurul çalışmaları çerçevesinde de gündeme getirilmiş ve şu şekilde tekrar savunulmuştur: ‘Ülkemiz çok uluslu, çok dilli, çok dinli olmanın zenginliğini taşıdığı halde on yıllardır, şovenist politikalarla tek tipleştirmeci mantık çerçevesinde bu zenginlik görmezden gelinmiştir. TMMOB; 1998 yılında yapılan genel kurulunda, ülkemizde yaşayan bütün yurttaşların temsiliyetinin yansıtılmasını sağlamak için isminde bulunan ‘Türk' yerine ‘Türkiye' kelimesinin yazılmasının kararını almıştır. TMMOB'nin kararın gereğini yapmasını ve yasal sürecin tamamlanması için çalışma yürütmesini öneriyoruz."
Görüldüğü gibi, Türk teknik kadroları ve aydınları arasına bırakılan bir etnikçi bombanın fitili ateşlenmiştir. "Gereği" beklenmektedir. Türk milletinin bilinçli teknik ve aydın kadrolarına bu aşamada düşen görev, "demokratikleşme" kisvesi altında kucağına bırakılan bu bombayı, en kısa zamanda etkisiz hâle getirmektir. Yoksa yarınki "Türkiye demokrasisi", korkarız, "Sevr kökenli Türk'süz Anadolu ve Büyük Ortadoğu Projesi"ne dönüşme potansiyeli ve riski taşımaktadır.
TMMOB, Türk'tür ve Türk kalacaktır…