Kürtçe'nin tarihteki yeri: "…" (XX)

Osmanlı Mebusan Meclisi'ndeki Türkçe tartışmaları
Kayıtlara göre, Meclis'teki ilk Kürtçe konuşma, 6 Kasım 1991'de Meclis Genel Kurulu'nda Leyla Zana'nın yaptığı Kürtçe yemindir.
Gösterilen tepki linç düzeyine ulaşmıştı. HEP kapatılmış, Leyla Zana ve arkadaşları DEP'i kurarak Meclis'te bir süre daha kalmışlar, sonra yaka paça gözaltına alınarak tutuklanmışlardı. 2 Mart 1994'te 15 yıl hapis cezasına çarptırılan Zana, 8 Haziran 2004'te, 10 yıl sonra da tahliye edilmişti.
Anlayacağınız, 20 yıl önce Meclis'te Kürtçe konuşmanın bir yaptırımı ve cezası vardı. 20 yıl sonra ise ancak ve ancak bir tartışma konusu olabilmektedir. Vekillerimiz ve bakanlarımız son derece medeni bir şekilde ve hatta birbirleriyle Kürtçe de konuşarak Kürtçe konuşulup konuşulamayacağını tartışmaktadırlar.
Biz 20 yıl değil de daha da gerilere gidelim. Tam 100 yıl öncesine…
1910 yılı Osmanlı Mebusan Meclisi'ndeki "Türkçe" tartışmalarına…
Hani şu dağılmak üzere olan, toprakların lime lime olduğu, her etnik grubun kendini ayrı bir kimlikle ifade ettiği, işgal öncesini yaşayan ve savaşların ortasında olan, iç karışıklıkların hat safhada olduğu Osmanlı'nın son Meclislerinden birine…
Tarih 3 Şubat 1910…
Görüşülen yasa tasarısının adı "Kavanin ve Nizamatın Suret-i Neşr ve İlanı Hakkında Kanun"dur.
Yani kanun ve yönetmeliklerin nasıl ilan edileceğine dair bir yasa tasarısıdır ve dört maddeden oluşur.
Ancak tartışmalar daha çok "ilanın hangi dille yapılacağına dair" olan ikinci madde üzerinedir.
Bu meclisteki Ermeniler, Rumlar ve Araplar kanun ve yönetmeliklerin ilanının "Türkçe" olarak yapılmasına şiddetle karşı çıkarlar. Onların teklifine göre her bölge için ve her etnik gurup için kanunların ayrı ayrı tercümesi yapılıp yayınlanmalıdır.
Bu "dağılma" öncesi meclisinin vekilleri sanki 100 yıl sonrasının Meclis'inde konuşuyor gibidirler..
Ya da 100 yıl sonrasının vekilleri bu Meclis'te…
Maddeyle ilgili olarak ilk sözü alan İstanbul Mebusu Rum Kozmidi Pandelaki Efendi'dir: "Türkçe'yi halkın bir kısmı anlamamaktadır." der.
Ona göre "Osmanlı Devleti'nde resmi lisan Türkçedir. Bu inkar edilemez bir hakikattir. Fakat resmen kabul edilen ahval ile, cereyan eden ahval arasında fark vardır. Mesela, Osmanlıların hepsinin resmi lisan olan Türkçeye vakıf oldukları farz olunur kaidesi resmi olarak kabul edilmişse bile, hakikatte Osmanlı memleketinin her yerinde yerleşmiş bütün Osmanlılar Türkçe lisanına aşina mıdır ve bu lisanla yapılan ilanları anlayabilirler mi meselesini tedkik edersek zaruri olarak binlerce kişinin Türkçeyi anlayamadığı, Türkçe neşriyatın içeriğinden haberdar olmadıkları sonucu çıkacaktır."
Ancak onun bu sözleri gürültüyle karşılanır!
Ankara mebusu Mehmed Talat:
"Türkçe öğrenmeye gayret etsinler. Avrupa'da lisan-ı resmide olmayan tiyatroyu bile oynatmazlar." diyecektir.
(Haldun Dormen'in Kürtçe tiyatrosu gözünüzün önünden geçer ve o tiyatro oyununa akın akın koşan vekiller, devlet büyükleri...)
Tokat mebusu İsmail Paşa daha da sinirlidir: "İtalyanca öğreneceklerine Türkçe okusunlar da öğrensinler." diyerek itiraz eder.
Sonra Serfice Mebusu Rum Yorgo Boşo söze atlar. (100 yıl sonrasının Tayyip'i nasıl "milli irade" kavramını suistimal ediyorsa o da "milli hakimiyet" kavramını öyle suistimal edecektir):
"Hakimiyet-i milliye yalnız Türkçe konuşanlardan oluşmamaktadır" der. "Hakimiyet-i milliye diğer muhtelif lisanlardan da müteşekkildir. Siz bu ihtiyacı düşünmeye mecbursunuz, siz düşünmezseniz, o ahali yarın kalkar suistimal ettiğiniz hakimiyet-i milliyeyi elinizden alır. Onun için Meclis'te kanunları yaparken halkın bunları nasıl anlayacağını da düşünmeliyiz, bir genel kaide koymalıyız ve çeşitli dairelere ve nahiyelere dağıtılsın ve resmi lisandan başka mahalli dillere de tercüme edilerek ahaliye neşr ve ilan edilsin."
(Rum Yorgo Boşo, Güneydoğu Belediyelerinden bahsetmektedir sanki… Çeşitli dairelere ve beldelere gönderilen Kürtçe yazılardan, yapılan Kürtçe duyurulardan ve ilanlardan…)
"Siz istediğiniz kadar korkun"
Halep Mebusu Ali Cenani Bey, bütün bu itirazlara, "Bizim memleketimizde 2-3-5 değil 20'den fazla lisan konuşuluyor. Bunların her biri, her bölgede başka türlü tekellüm ediliyor, hükümetin bunların her biriyle ilan çıkarması mümkün değildir." diyerek cevap verir.
Bu kez bir Arap Mebus itiraz eder. Divaniye Mebusu Şevket Paşa…
Ona göre, kendi seçim bölgesinde öyle köyler vardır ki, içinde Türkçe bilen bir kişi bile yoktur. Türkçe bilenler sadece merkezlerde, o da bir iki kişidir. Bu sebeple halkın mevcut kanun ve nizamları öğrenmesi kesinlikle gereklidir, dolayısıyla resmi lisan yanında halkın konuştuğu dille de yayınlanmalıdır.
Ermeni Mebus Ohannes Varteks: "Yalnız Türkçe duyuru bir haksızlıktır. Üstelik bunun resmi lisana hiçbir zararı olmayacaktır. Öyleyse neden korkuyor, masraftan kaçınıyorsunuz?" diye sorar.
Kütahya Mebusu Cemal Bey "Masraftan kaçındığımız için değil ‘birleşelim' diye yapıyoruz." cevabını verecektir!
Yasa tasarısının birinci müzakereleri bitirilip tekliflere geçildiğinde Kozmidi Efendi ile Rum, Ermeni ve Arap 16 mebus, ikinci maddenin son fıkrasının "ve ahali-i mahalliyenin anladığı lisana göre süver-i münasibe ve mümkine ile neşr ve ilan olunacaktır." şeklinde değiştirilmesi ile ilgili önerge vereceklerdir. Kozmidi Efendi önergeyi savunurken, "Meclis'te bir halet-i ruhiye görüyorum, mahalli lisanlar denildi mi bir korku, bir ürkme söz konusu oluyor." der.
"Yok" sesleri yükselir.
Kozmidi Efendi devamla, "Siz istediğiniz kadar korkun, fakat bugün halkın bir kısmının sadece kendilerinin anladığı bir lisanı var. Bu bir emr-i vakidir. Onlar Türkçe'yi anlamıyorlar. O halde halkın anladığı dilde de neşr ve ilan edilmelidir." diyecektir.
Önerge o gün için reddedilir ancak tartışmanın sonuna doğru şiddetle Türkçeyi savunan vekillerde bile bir yumuşama olmuştur.
Alışmışlardır…
Son olarak konuşan Menteşe Vekili Halil Bey, "Maksat ahalinin kanunları bilmesi olunca mahalli dillere tercüme edilmesinde veya muhtelif lisanla neşredilmesinde bir beis yoktur." diyerek orta yol bulmaya çalışır.
Ancak kulaklarda kalan Kozmidi Efendi'nin "Siz istediğiniz kadar korkun." tümcesidir. Devamı "biz yapacağımızı yaparız"dır kuvvetle muhtemel…
İşte Osmanlı bu ortamda dağılır…
Bu tartışmaların ardından birkaç yıl sonra İzmir ve İstanbul işgal edilir…
O Meclis'te demokratça tartıştığımız Rum ve Ermeni vekillerin temsil ettiği "kardeşlerimiz" işgal ordularına katılıp Türk komşularının kanına girip Türk kızlarının ırzına geçmeye başlarlar.
(Bu arada, o meclisin Hakkari Mebusu Taha Efendi'nin "kanun ve nizamların halka anlatılması gerektiğini" düşündüğünü de not edelim. "Mahalli lisanlara tercüme konusunu kendisi Kürt olduğu halde önermediğini, buna karşılık hükümetin de gereken vasıtalarla halkı, yasaların muhteviyatı hakkında bilgilendirmesini" ister.
Anlaşılan henüz Kürtçe diye bir şey icat edilmediği için olsa gerek, Ermeniler ve Rumlar dururken, "Kürtlük mefkuresi" henüz piyasaya sürülmemiştir.)
O Meclis'te demokratça tartıştığımız Ermeni ve Rumlar önce "sivil toplum örgütlerinde", "derneklerde" örgütlenirler Türklere karşı; Mavri Mira, Trakya ve Yunan Komitesi, Kordos Cemiyeti, Pontus Rum Cemiyeti, Taşnak ve Hınçak örgütleri, Ermeni İntikam Alayları gibi…
Sonrasında ise bildiğimiz kanlı savaşlar…
100 yıl sonraya geri döndüğümüzde o kanlı savaşların Türklerin lehine çevirmeyi başaran ve bunu bir milleti uyandırarak yapan Mustafa Kemal'in Meclisinde "Kürtçe konuşma yarışı" başlayacaktır. Hani öyle yasaların Kürtçe tercümeleri de yapılsın falan değil, alenen ikinci bir dil olarak Kürtçeyi kabul ettirme mücadelesi başlamıştır.
Ya küfrediyorlarsa?..
Geçtiğimiz hafta HSYK kanun tasarısı görüşülürken BDP'li Hasip Kaplan Kürtçe bir şiir okur ve TBMM'nin canlı yayınında sesi kesilir. Oturuma ara verildikten sonra kürsüye gelen Sırrı Sakık da sözlerine yarı Türkçe yarı Kürtçe devam eder
BDPli vekillerin Kürtçe olarak konuştuğu bölümler tutanaklara ".." (xx) olarak geçirilir. Yani Türkçe olmayan bir dil…
Kıyameti de bundan sonra daha çok koparmaya başlarlar. Kayıtlara Türkçe olmayan bir dil ya da bilinmeyen bir dil olarak geçmek istemezler ve önce kayıtlarda "Kürtçe"yi kabul ettirmek sonra da "Kürtçe ikinci resmi dil olsun" söylemine başlamaktır hedefleri…
Geçtiğimiz hafta böyle geçti…
Muhalefetten ses gelmedi ne yazık ki…
Kürsüye fırlayan ya da sözlerini kesmeye çalışan olmadı.
Bir tek Kamer Genç itiraz ediyordu "Küfretseniz anlamayacağız." diye.
Ancak her gün zaten küfrediyorlar.
Atamıza, vatanımıza, bayrağımıza, toprağımıza, yedi ceddimize küfrediyorlar.
Üstelik bunu da Türkçe yapıyorlar, bal gibi anlıyoruz!
Sonra sazı Bülent Arınç aldı eline TBMM bütçe görüşmeleri sırasında. Güya Meclis'te Kürtçe konuşulmasına karşı çıkıyordu. Ancak sözlerine Kürtçenin "Bilinmeyen bir dil" olarak tutanaklara geçirildiği eleştirisine karşılık, kimsenin Kürtçeyi inkar edemeyeceğini, bu dilin binlerce yıllık geçmişinin, gramerinin ve folklorunun olduğunu, geçmişte birilerinin bu dili yasaklayarak büyük bir haksızlık ve saygısızlık yaptığını söyleyerek başlıyordu. (Atatürk'e hakarettir.)
Kürtçe'yi aşağılamayı, inkar etmeyi "rezillik ve büyük bir kötülük" olarak nitelendiriyor ancak sorunun kimsenin Kürtçe bilmemesi olduğunu söylüyordu. BDP'lilerin kendilerinin bile Kürtçe bilmediğini, Kürtçenin anlaşılmadığını bu yüzden karşı olduğunu söylüyordu. Türkçe konuşulmasının pratik bir sebebi vardı onun için: "İhtiyaç"! Arınç kendisinin de Kürtçe bilmediğini, sadece "Allah sizden razı olsun" demeyi bildiğini ilave ediyor ve bunu Kürtçe söylüyordu!
BDP'li Sırrı Sakık da Kürtçe cevap veriyordu karşıdan "Allah sizden de razı olsun Kürtçe konuştuğunuz için." diyerek.
Böyle iktidara böyle terör örgütü elbette!
Başbakanı mitinglerde meydanlarda Kürtçe konuşur, bakanları Mecliste Kürtçe konuşur, milletvekilleri Kürtçe konuşur, sonra da PKK'lıları eliştirirler niye Kürtçe konuştunuz diye. PKK'lılar "Tayip Erdoğan kendisi Kürtçe konuşuyor, bizi konuşturmuyor." diye şikayet etmekte haklıdır aslında. AKP Kürtçe konuşulmasına karşı falan da değildir, tersine bunu kendisi yapar, bir yandan da PKK'ya karşı çıkıyormuş gibi Türk tabanına ulusalcılık oynar.
MHP sesini çıkarmaz, CHP'liler de "TBMM yayını kesiliyor, bu sansürdür." diyerek itiraz ederler…
Böyle muhalefete de böyle iktidar!
Sonra ertesi gün, bacağını terör örgütünün eylemlerinde polisle çatışırken kırmış bir kadın vekil çıkartırlar kürsüye. "To be or not to be" diyerek güya Kürtlerin var olma mücadelesine gönderme yaparak entellik yapmaya, bir yandan da bunu Kürtçeye çevirerek kürsüde Kürtçe konuşanlar kervanına katılmaya çalışır Sevahir Bayındır..
Kürsü "evet-hayır" tipi bir yarışmanın sahnesi olmuştur. Kürtçe konuşmayan yanmaktadır belli ki her gelen üç beş cümle sarfedip yerine oturmaktadır.
Sonra Diyarbakır'dan telefon bağlantısı…
"İki dilli hayat için düğmeye bastık"
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Hükümetin yasal adımlar atmasını beklemeyeceklerini, bundan böyle bölgede iki dilli hayat yaşanacağını" söylüyordu. Aldıkları karara göre;
1- Kentin giriş ve çıkışlarına Kürtçe tabelalar koyacaklar.
2- Esnaf alışverişte anadili olan Kürtçeyi kullanacak
3- Ticarethane isimleri Kürtçe olacak.
4- Markalar ve menüler Kürtçe olacak.
5- Bölgenin tamamı 2 dilli olacak. Türkçe-Kürtçe, Türkçe-Süryanice, Türkçe-Arapça.
Bülent Arınç ne diyecek peki buna? Biz bu dili anlıyoruz derlerse buna ne diyecek?
Şimdiden 750 çöp bidonunun üzerinde Kürtçe "Sur Belediyesi" yazıyor!
Tartışmayı ihtiyaç üzerinden açarsanız, ulusal kimlikten, üniter yapıdan, Türklükten bahsetmezseniz birileri karşınıza çıkar ve "Benim ihtiyacım budur." der. "Çöp bidonumda Kürtçe yazsın!"
1910 yılının Meclis'inde Ermeni ve Rum mebusların istediği şey de buydu: Günlük hayatta etnik diller konuşulsun!
Ne kadar masum, ne kadar temiz değil mi?
Yine geriye dönelim… Bunu isteyen "iyi niyetli" temsilcilerin Türklüğü ve Türk'ü yok etmek için intikam tugayları kurarak emperyalistlerle nasıl işbirliği yaptıklarını hatırlayalım…
O dönem Meclis kürsülerinden tehdit ediyorlardı, Meclis kapanınca soluğu komitelerde aldılar! Türkçe'ye küfrediyor, bayrakları yakıyorlardı..
Ancak her işgalin bir direnişle devam etme şansı vardır.
O dönemin tarihi kesintiye uğratan Mustafa Kemal gibi bir şansı vardı ve Türklük bilinciyle bir direniş başladı.
Etnikçiler azınlık olarak tarihteki yerini aldı, Osmanlı Meclisi de tarihin karanlığına gömüldü.
O Meclis'in hepsi hain miydi peki? Elbette hayır!
1910 Meclis'inden de elbette Mustafa Kemal'e destek verenler çıkmıştı. O dönemin Halep vekili, sonrasının Gaziantep vekili Ali Cenani Bey örneğin…
Yüz yıl sonra da yine ya hainlerden olmak ya da "kurtuluş" mücadelesine omuz vermek.
Mecliste Kürtçe yarışına katılmak ya da o kürsüye çıkıp "Vatandaş Türkçe konuş" diye haykırmak!
Seçim onların…
(Bu kanun görüşmeleri için Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr Ayfer Özçelik'in "Osmanlı Mebusan Meclisi'nde Türkçe Tartışması" adlı makalesinden yararlanılmıştır.)