TMMOB METALURJİ MÜHENDİSLERİ ODASI Temmuz 2003 - BOR RAPORU / 11

6.4-(1978-2003) Dönemi

Enerji hammaddeleri ve özellikle petrol açısından dışa bağımlı olan Türkiye, 1974 dünya petrol bunalımdan büyük ölçüde etkilenmiş ve döviz sıkıntısı yaşamaya başlamıştır. Döviz sıkıntısını aşabilmek üzere üzerinde durulan kaynaklarımızdan biri olan bor madenlerimizin fazla üretimi ve buna bağlı yanlış fiyat politikaları sonucu ucuz biçimde yurtdışına ihracının önüne geçilmesi ve gelirimizin artırılması hedeflenmiştir. 1974 yılında, Ticaret ve Enerji Bakanlığı’nın 25-30 US$/ton fiyatla satılan bor cevherlerimizin satış fiyatlarını ülkemiz aleyhine bir uygulama olduğu gerekçesi ile 90 US$/ton seviyelerine kadar çıkarmasına rağmen, Etibank bor alanındaki tüm faaliyetlerin devlet eliyle yapılmasına kadar, bu yıllarda çoğu yabancı şirketlerin güdümünde olan dağınık, küçük ölçekli ve çoğu paravan yerli özel firmalarla rekabetin getirdiği düşük fiyatları yaşamaya devam etmiştir. Avrupa’daki bazı firmalar ülkemizden aldıkları boru sadece öğüterek firmalarına ülkemizden daha fazla katkı sağlamaya devam etmektedirler. 1978 öncesinde Türkiye’de öğütme tesisinin kurulmasını hazmedemeyenler, 1978 sonrası da özellikle IMF’nin düzen bürokratlarınca Türkiye’ye basit bir öğütme tesisini çok görecekler, uzun yıllar boyunca Türkiye topraklarından çıkan bor madenlerini sadece öğüterek pazarlayan İtalya, İspanya ve Avrupa’nın diğer ülkeleri Türkiye’den çok kazanacaklardır.
2172 sayılı yasa öncesi bor işletmeciliği yapan ailelerden biri olan Yakal’lara ait bor öğütme tesisine yapılan sabotajı, Avrupa merkezli bir trader firma olan Borax SA’nın sahibi olan Werner Böhler, Borasit kitabının 149.Sayfasında yer alan “Boron Mines İn The Early 1970'S, New Diversitications” başlığı altında şöyle anlatmaktadır: “(...)Bayan Yakal, Yunan asıllıydı ve okuma yazma bilmiyordu. Mükemmel İngilizce bilen Kuzey Kıbrıslı Tolgay Tamer’i satış müdürü olarak tutmuştu. Mr. Asseo’nun büyük güvenini kazanınca, bizden özellikle Bor İşletmeleri’nin desteklenmesini istedi. Kalite mükemmeldi ve bizde memnunlukla Yakal’ın özel satış acentası olmayı kabul ettik. Yıllık ihracat bu sırada 10.000 ton kolemanit (%43-45 B2O3) olup, çoğunlukla Borax SA tarafından alınıyordu. Yakal’ın yeni araç gereç alması, İşletmedeki üretimi arttırması için geliştirme yatırımı yapmaya başladık. Ayrıca küçük bir öğütme tesisi kurmasını önerdik. Önemli miktarda ürün alabilirdik. Bu, rakiplerin kıskançlığını harekete geçirmiş olabilir ve birgün öğütülecek malzemeye patlayıcı kapsülü karıştırılarak tüm tesis havaya uçuruldu. O zamandan beri Avrupa öğütme faaliyetimiz mevcut olduğundan artık Türkiye’de küçük te olsa bir tesise niyet etmedik.(The Story of The Turkish Boron Mines and Their Impact on Boron Industry-Werner BÜHLER-May 1996-Switzerland) )

Nihayet, daha sonra kurulan III. Ecevit Hükümeti (05 Ocak1978-12 Kasım 1979) programında elektrik enerjisi üretiminde ulusal kaynaklara öncelik verilmesi, yeraltı kaynaklarının bütün yurtta ulusal yararlara en uygun biçimde değerlendirilmesi için öncelikle önemli linyit yatakları ile demir cevheri ve bor tuzlarının kamu kuruluşlarınca işletilmesi stratejisi benimsenmiştir:“(...)Yeraltı kaynakları bakımından Türkiye’nin geniş olanakları bulunmakla birlikte, bu olanaklar şimdiye kadar yeterince değerlendirilmemiştir. Yer yer özel kesim eliyle yapılan değerlendirmeler de çok yetersiz düzeyde kalmaktadır ve kaynak israfına yolaçmaktadır. Hükümetimiz, yeraltı kaynaklarının bütün yurtta ulusal yararlara en uygun biçimde değerlendirilmesine büyük önem verecektir. Enerji ve sanayideki atılımlar doğrultusunda hammadde girdilerinin büyük ölçüde ülke doğal kaynaklarından verimli ve güvenilir bir şekilde sağlanabilmesi için öncelikle önemli linyit yatakları ile demir cevheri ve bor tuzları kamu kuruluşlarınca işletilecektir. Madenlerimizin ulusal sanayiimizde değerlendirilmesi ve işlenmiş olarak ihracı için gerekli yatırımlar kısa sürede gerçekleştirilecektir. O yoldan döviz gelirimiz artacağı gibi, ülkemizde yeni çalışma alanları da açılmış olacaktır (...)Maden Yasası yeraltı kaynaklarımızı Anayasa’nın 130. maddesine uygun bir anlayışla ulusal yararlar doğrultusunda değerlendirme olanağı sağlayacak biçimde gerçekleştirilecektir.(...)

Dünya bor görünür rezervlerinin şu anda % 63’ünü elinde bulunduran ülkemizin, bor üretimini artırması, nihai ürünlere yönelmesi ve dünya pazarında zamanla artan oranda sözsahibi olması politikasının olumlu sonuçları ve bor sahalarında faaliyet gösteren özel sektör kuruluşlarıyla yaşanan rekabetin ülkemize bedeli özellikle TMMOB’ye bağlı meslek odalarının öncülüğünde gerçekleştirilen çeşitli platformlarda gündeme getirilmiş; bütün bu arayışlar sonucunda, 1978 yılında Başbakan Bülent Ecevit’in başında olduğu hükümet tarafından hazırlanan 2172 sayılı “Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Yasa Tasarısı” Başbakan Bülent Ecevit, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal, Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın da aralarında bulunduğu hükümet üyelerinin imzalarıyla TBMM gündemine getirilmiştir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nda, aralarında dönemin TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy’un da bulunduğu on kişilik bir bilim kurulu tarafından hazırlanan yasa tasarısında amaç; “ülkenin enerji sorununun çözümlenmesi için linyit, demir-çelik sanayiinin gereksinimini karşılamak için demir ve ihracat gelirlerimizi arttırmak için de bor yataklarının devlet kuruluşları eliyle işletilmesini sağlamak üzere, bu konuda daha önce verilen izinlerin Bakanlar Kurulu kararlarıyla kaldırılmasına olanak sağlanması” biçiminde ortaya konulmuştur. TBMM'nin olağanüstü toplantıya çağrılması ve özel gündemle görüşülmesi sonucunda, 04.10.1978 tarih 2172 sayılı Yasa ile ‘bor madenlerinin devlet tarafından aranması ve işletilmesine, eski bor maden ruhsatlarının da devlete devredilmesine karar verilmiş, devlete ait bor ruhsat sahalarının hiçbir hakkını, gerçek ve tüzel kişilere devretme yetkisi verilmez’ kaydı getirilmiştir. Böylece ülkemiz için hayati önem taşıyan bor madenlerinin ruhsatları, bu yasayla gerçek sahibi olan ülke halkı adına, işletilmek üzere devletin tasarrufu altına alınmıştır. Tasarı TBMM'de 21 Eylül 1978 tarihinde görüşülmeye başlanmış, Millet Meclisi'nde yalnız iktidarın katıldığı oylamada 226 oyla kabul edilmiştir. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Korkut Özal ve 12 Mart döbeminin işkenceci generali Faik Türün oylamaya katılmayarak muhalefet etmişlerdir.

Bor madenlerimizin, özelleştirme tellallığı yapan işbirlikçi bezirganlarının iddialarının aksine, devletleştirilmesi uygulamasının ne kadar isabetli olduğunun kanıtı; 2172 sayılı kanun görüşülürken kanunun çıkmasını istemeyen partinin sözcüsü Esat Kıratlıoğlu’nun, yıllar sonra yaptığı açıklamayla yanlış yaptıklarını kamuoyu önünde itiraf etmiş olmasıdır.

Yasanın hem Millet Meclisi’nde, hem de Cumhuriyet Senatosu'nda görüşülmesi sırasında en önemli tartışmayı, bunun bir devletleştirme yasası olup olmadığı ile madenlerin mülkiyetinin kime ait olduğu konusu oluşturmuştur. Yasanın bir devletleştirme yasası olmadığını savunan Prof. Dr. Muammer Aksoy aşağıdaki ifadeleri kullanmıştır. ’'(...) Bu sadece Atatürk milliyetçiliğinin kaçınılmaz sonucudur ve Atatürk, bütün 1 Kasım nutuklarında da hep milli maden ve madenlerin devletleştirilmesi üzerinde durmuştur. (...) Görüştüğümüz bu kanun, yalnız Türkiye'de boraksların devletleştirilmesini sağlayabilse dahi belki tarihte hiçbir kanunun Türk devletine sağlayamadığı büyük yararları sağlanmış olacaktır. (...) Bu bir devletleştirme değil, iznin geri alınmasıdır.'' (1978, TBMM 169. birleşim tutanakları)

Yine bugün özelleştirme uygulamalarının gerekçesi olarak ileri sürülen, kamu işletmelerinin verimsiz çalıştığı iddiası, o dönemde tam tersi bir biçimde özel sektör için ileri sürülmüş, enerji sektörü ile sanayinin gereksinimlerinin bu yapı nedeniyle sorun yarattığı üzerinde durulmuş, yasanın Cumhuriyet Senatosu’nda görüşülmesi sırasında; “(...) ülkemizde mevcut 5-6 Milyar ton linyitin halen yüzde 70'i özel sektör elinde bulunmaktadır. Özel sektör, elinde mevcut bulunan bu büyük linyit yataklarını halkımızın ve ülkemizin gereksinmesini karşılayacak şekilde modern teknolojiye göre çalıştıramamaktadır ve hatta ellerindeki linyitin yüzde 40 kadarı toz olarak telef edilmekte ve bir kısmı da yanarak yokolmaktadır'' denilerek ifade edilmiştir. (C. Senatosu, 03 Ocak 1978, 76. birleşim tutanakları)

Prof. Dr. Nermin Abadan Unat (kontenjan üyesi) ise konuyu Alman düşünürü Goethe’nin

'Hür olmaksızın kendini hür sanandan bahtsız köle olamaz!''

sözleri ile özetlemiştir (C. Senatosu, 03 Ocak 1978, 76. birleşim tutanakları)

Görüşmeler sırasında pek çok konuşmacı yasanın mülkiyet hakkı ile ilişkisi olmadığı, toprağın altındaki madenlerin devletin mülkiyetinde olduğu görüşünü savunmuştur. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal ise; ’'Ruhsat, kamulaştırma konusu olur mu? Rezerv, kamulaştırma konusu olur mu? Rezerv zaten devletin, şahsın değil. (...) Boraksı da devletçe işletmek istiyoruz, bu görüşte olanlar vardır, olmayanlar vardır. (...) Bunu açıkça söyledik, kimseyi de aldatmadık. Bu iddia ile yola çıktık'' ifadelerini kullanmıştır. (C. Senatosu 03 Ocak 1978, 76. birleşim tutanakları)

Yasanın kabulünü engelleyici, ABD kaynaklı tehditkar yabancı girişimlere değinen Tabii Üye Suphi Gürsoytrak tepki göstermiştir. ’'Bu tasarıya, 30 Eylül günkü basından izlediğimize göre ABD’de karşı çıkmıştır. Amerikan hükümeti, Dışişleri Bakanlığımıza gönderdiği bir yazı ile Amerikan yatırımlarıyla Amerikan kökenli kuruluşların kamulaştırılmaları halinde ikili ilişkilerde önemli sorunların doğabileceğini, hükümetler arası sürtüşme riskinin artarak ikili ilişkilerde önemli sorunların doğmasına yol açacağını, böyle durumlarda ikili yardımları erteleyen mevcut kanunları uygulayacağını ve çokuluslu kalkınma bankalarının verebilecekleri krediler hakkında menfi oy talep edeceğini ve Amerikan sermayesi ve şirketlerin rahatça çalışmalarını sağlamak için en uygun ve gerekli önlemleri alacağını açıkça bildirmiş bulunmaktadır. (...) Türkiye'yi, diledikleri gibi idare edebilecekleri tabi bir ülke, sömürge bir ülke gibi gördükleri gerçeği bir kere daha açığa çıkmış bulunmaktadır'' (C. Senatosu, 03 Ocak 1978, 76. birleşim tutanakları)

Ancak basının “Ecevit’in itirafı” başlığıyla yansıttığı bir habere göre Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit, bor sahalarını kamulaştırdığına pişman olmuştur. Sayın Ecevit’in gerekçesi de ilginçtir. Basından aktaralım: “25 Haziran 1996’da DSP Genel Başkanı Ecevit, 1978 yılında CHP hükümeti tarafından devletleştirilen madenler için, bir itirafta bulunuyor ve ‘Hata yaptık’ diyor. Ecevit bu itirafı Ankara Sanayi Odası’nın (ASO) Meclis Toplantısı’na katıldığı esnada yapıyor. Fakat Ecevit’i itirafa iten ise bir işadamı. Aynı zamanda ASO eski başkanı ve madenci olan Sözer Özel. ‘Sözer Özel, Ecevit’in başbakanlığı döneminde ilk ve son devletleştirmenin gerçekleştirildiğini, uygulama ile özel sektördeki bazı madenlerin devlete geçtiğini hatırlattı. Özel, Ecevit’e soruyor: Başbakanlığınız döneminde madenleri devletleştirmiştiniz?. Şimdi bu derin yarayı kapatmak için eski sahiplerine verilmesi amacıyla kanun teklifi vermeyi düşünüyor musunuz?’ Ecevit’in cevabı: ‘Ben 1960’ların başından beri eski partimden farklı bir yol izlemeye başladım. O zaman CHP’nin devleti kuran bir parti olarak biraz ideolojik koşullanmaya dönmüş devletçiliği devam ediyordu.’ Devamla Ecevit, madenlerin iadesi için bir kanun teklifi vereceklerini söylüyor.”( Yeniyüzyıl Gazetesi, 26 Haziran 1996)

Nitekim, bor sahalarının eski sahiplerinden Şayakçı, ülkemizin düştüğü derin ekonomik kriz ilişkilerinden de yararlanmak amacıyla uluslararası baskı gruplarına da gönderdiği bir yazıyla sayın Başbakana bu sözünü de hatırlatmaktadır. Sayın Ecevit’in hür dünyanın korunması amacıyla kurulmuş olan, uluslararası sermaye güdümündeki Bilderberg Gurubu’na üye olmasından sonra yaptığı bu konuşma, Başbakan olarak mensup olduğu grubun talimatlarını günümüzde harfiyen uygulamasını dikkate aldığımızda şüphesiz sürpriz değildir.

Bor sahalarının üretimi ve pazarlanmasının 1978'de devlet denetimine alınmasından sonra, Etibank tarafından yapılan toplam 500 milyon US$'a yakın yatırım neticesinde, 1978 yılında cevher bazında toplam 660 milyon ton olan bor rezervi, günümüzde cevher bazında en az 2.5 milyar tona, dünya bor üretiminde ülkemizin payı da; 1975'de %11'den günümüzde %31 seviyesine çıkartılmıştır. 1978’de 83 milyon US$/yıl olan ülkemizin bor ihracat gelirleri; günümüzde 250 milyon US$/yıl seviyelerine yükseltilmiştir.(TABLO-14)

2172 sayılı Yasanın kabul edilmesinden sonra, bu Yasanın verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan kararname ile özel sektörün elinde bulunan 925 maden sahasının-ki bunlar linyit, demir ve bor sahalarıdır-geri alınması öngörülmüştür. Ancak Türkiye siyasal ve ekonomik bunalım ortamına sürüklenmiş, uluslararası finans kuruluşlarının katkısıyla 24 Ocak 1980'de Ekonomik Program yürürlüğe sokulmuştur.

Özellikle Rio Tinto’nun yönlendirdiği bazı ulusötesi şirketler, IMF ile Dünya Bankası kanalıyla başta bor kaynaklarımız olmak üzere stratejik zenginliklerimizin ulusumuz yararına değerlendirilmesine yönelik olarak çıkarılan bu yasal güvenceyi kaldırmak için girişimlerine devam etmişlerdir. Bir ara, 5 Haziran 1980 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile önceki devletleştirme kararları yürürlükten kaldırılmaya ve ruhsat sahaları eski sahiplerine devredilmeye çalışılmıştır. Sayın Uğur Mumcu tepkisini şöyle gündeme getirmiştir: “(...) Bakanlar kurulunun gündeminde bulunan ‘Devletçe İşletilecek Madenler Hakkındaki Yasa’ nedeniyle birtakım çevreler devlet eliyle işletilen boraks madenini ele geçirmek için çeşitli yollara başvuruyorlar; bunların bir kısmını duyuyoruz, bir kısmını da basından izliyoruz. Boraks madeninin devlet eliyle işletilmesinden sonra, yerlisi ve yabancısıyla şirketlerin dış piyasalardaki rekabet yarışına sonverilmiş ve bu alanda devlet eliyle dışsatım olanakları genişletilmiştir. (...) Milliyetçilik bu topraklar üzerinde yaşayan insanlarla, bu toprakların altındaki doğal kaynaklara sahip çıkmak demektir. Boraks bu konunun en duyarlı örneğidir. Kim milliyetçi, kim değil; kim yurtsever, kim işbirlikçi, yani komprador, bunları boraksın öyküsünden çıkarmak kolaydır. (...) Petrolümüz yok, çıkartamıyoruz; hiç olmazsa anamızın ak sütü gibi helal olan şu boraksa sahip olalım, hiç olmazsa buna! (...) Milliyetçilik budur efendiler, budur!” (Cumhuriyet Gazetesi, 7 Kasım 1981)

TMMOB Maden Mühendisleri Odası adına TMMOB ile 9 demokratik kitle örgütünün dava açması sonucunda Danıştay’ın 9 Kasım 1981 tarihinde verdiği görüş üzerine karar iptal edilmiştir. Danıştay gerekçesinde özetle “2172 sayılı Yasa ile devletleştirilecek sahalar için Bakanlar Kurulu’na yetki verilmesine karşın, bunların eski sahiplerine iadesi ile ilgili bir yetkiyi Bakanlar Kurulu’na vermediği” belirtilmiştir.

2172 sayılı Yasa, 12 Eylül sonrası Milli Güvenlik Konseyi tarafından değiştirilmek üzere ele alınan ilk yasalardan birisi olmuştur. Ancak bürokratik engellerden dolayı görüşülmesi 1983 yılına kalmıştır. Değişiklik yapılmasının gerçek nedenini ise A. Avni Şahin, ’'24 Ocak kararları elbette ki bu kanunun getirdiği sınırlamaları kaldıracak biranlayışın ürünüdür'' ifadeleri ile açıklıkla ortaya koymuştur. (Danışma Meclisi 28 Mart 1983, 76. birleşim tutanakları)

Ancak 2172 sayılı kanun ile ilgili beklentilerin aksine, bor madenlerinin devletçe işletilerek pazarlanmasının ülke yararına sonuçlar verdiği 12 Eylül rejiminin uygulandığı koşullarda bile kabul edilmiş, hazırlanan 2840 sayılı Yasa 4 Nisan 1983 tarihinde Danışma Meclisi’nde kabul edilerek, 12 Nisan 1983 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi’nin onayı ile yürürlüğe girmiştir. Böylece halen yürürlükte olan bu yasa ile bor sahalarının kamu tarafından işletilmesi birkez daha yasal güvenceye kavuşturulmuştur.
Danışma Meclisi İktisadi İşler Komisyonu, devletleştirmeden sonra elde edilen başarıyı, arseniksiz kolemanit’in fiyatının 65-85 US$’dan 250-325 US$’a, üleksit'in fiyatının ise 60-80 US$’dan 120-185 US$’a çıkmasını örnek vererek açıklamıştır. Yine o dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fahir İlker’in, pazarlamanın ve ulusal fiyat politikasının gerekliliğine; “Burada üretim masrafı hiç önemli değil, 20 dolar üretim masrafı var, satış fiyatı bunun 10 misli (...). Mühim olan, burada bunu lehe kullanmaktır. (...) Bor üreticilerine nazaran bor tüketicileri çok daha büyük ve çok daha kuvvetlidir. (...) Bu kanunun çıkmasını takiben Türkiye'den büyük miktarda bor alımı yapmışlardır ve bugünlerde de, ‘acaba tekrardan bu diğer, bundan evvelki üreticilerine devredilebilir mi?’ diye Türkiye’yi sıkıştırmak için de ellerinden geleni yapmaktan çekinmemektedirler (...)” sözleri ile dikkat çekmektedir (Danışma Meclisi, 4 Nisan 1983, 79. birleşim tutanakları)

2840 Sayılı Maden Kanunu görüşülürken bir madde için konulan bir muhalefet şerhinde de;“Bor madenleri ülkemizin, yeryüzünde tek başına sözsahibi olduğumuz, en şanslı ve avantajlı bulunduğumuz yegane hammaddedir. Yıllardan beri özel sektör bu sahada üretim ve ihracat yaptığı halde, gerek tesislerin modernizasyonu ve gerekse minerallerin işlenmesi konusunda hiçbir yatırım yapmamış ve sadece en basit ve kolay yolu seçerek ham cevher olarak yurtdışına ihraç etmek suretiyle döviz kaybına neden olmuştur.” ifadeleri kullanılmıştır.

Böylece, “Bor tuzları, Trona ve Asfaltit ile Nükleer Enerji Hammaddelerinin İşletilmesini, Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini” düzenleyen 2840 sayılı Yasa ile “2172 Sayılı Kanun”la Kamu Kuruluşlarına devredilen maden hakları yeniden düzenlenmiştir. 2840 sayılı Kanunun 2. maddesi ”Bor tuzları, Uranyum ve Toryum Madenlerinin aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır. Bu madenler için ‘6309 sayılı Maden Kanunu’ gereğince gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine verilmiş olan ruhsatlar iptal edilmiştir.” şeklindedir. Bu yasanın yürürlüğe girmesinden 6 ay sonra, 2172 sayılı Yasa yürürlülükten kaldırılmıştır.
2172 sayılı Yasa’nın yeniden ele alınarak değiştirildiği ve 2840 sayılı Yasa’nın kabul edildiği 12 Nisan 1983 tarihine kadar geçen sürede, kapsama alınan 55 bor sahasından 9'unun işlemi tamamlanarak Etibank'a devri gerçekleştirilmiş; 7'sinin işlemi tamamlanamamış, 39'u üzerinde ise hiçbir işlem yapılamamıştır.

Bu arada 2840 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılması için girişimler devam etmiştir. Özellikle özel sektör kuruluşlarının ağırlıkta olduğu Madencilik Başkanlar Konseyi’nin bu yöndeki çabaları, başta TMMOB Maden Mühendisleri Odası olmak üzere konsey üyesi olan bazı Demokratik Kitle Örgütleri’nin tavır koymasıyla şimdilik akamete uğratılmıştır. Fakat bu organizasyondan kaynaklanan baskılarla 14 Ocak 2000 tarihinde Bakanlar Kurulu, madencilik sektörünün yeniden elden geçirilmesi ve özelleştirme amaçlı yasal düzenleme kararı almış, 2840 sayılı Yasa’nın değişimi yönünde gerekçeli taslak metin hazırlanmıştır. Hazırlanan taslakta “2840 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmıştır” hükmü yanısıra şu metni getirilmiştir: “2172 ve 2840 sayılı yasalara göre kamu kurum ve kuruluşlarına devredilmesi gereken, ancak devir işlemleri tamamlanmamış sahalar ile devredildiği halde bu kanunun yayım tarihine kadar üzerinde hiçbir faaliyette bulunulmamış sahalar talepleri halinde eski sahiplerine bedelsiz olarak bir yıl içinde iade edilir. İadesi mümkün olmayan sahalar ihaleye çıkarılır.” Tepkiler nedeniyle bu tasarı şimdilik ertelenmiştir.

1985 yılında Turgut Özal Hükümeti zamanında Morgan Guarantee Bank tarafından hazırlanıp kabul edilen Özelleştirme Ana Planı gereğince, özelleştirilmesi gereken kuruluşlar kapsamına ülkemizin madencilik politikalarını yönlendiren ve adeta sektörün lokomotifi konumuna gelen Etibank’ta alınmıştır. Kurumdan önce bankacılık ayırılarak finansal destek kolu yok edilmiş, daha sonra 26 Ocak 1998 tarihinde parçalanarak özelleştirmenin altyapısını hazırlamak amacıyla, Eti Holding A.Ş. ve yedi genel müdürlük olarak yeniden yapılandırılmıştır.

Eti Holding’in özelleştirme uygulaması çerçevesinde önce Eti Bakır A.Ş., kısa bir süre sonra da kurumda kalan altı ortaklıktan Eti Gümüş A.Ş., Eti Krom A.Ş. ve Eti Elektrometalurji A.Ş. Özelleştirme İdaresi’ne devredilmiştir. Sıra Eti Alüminyum A.Ş. ile birlikte asıl hedef olan ve 150 yıldır üzerinde mücadele verilen bor sahalarına gelmiştir. Nihayet, kamuoyu ve meslek kuruluşlarının tüm tepkilerine rağmen çıkarılan 20 Aralık 2000 tarih ve 2000/92 Sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) Kararı’nda, bazı diğer işletmeci KİT’lerle birlikte Eti Holding AŞ’nin özelleştirme kapsamına alınması ve hazırlık işlemlerinin 6 ay içinde tamamlanması kararı alınmıştır.

Bor’un ülkemizde varlığının tespit edilmesiyle başlayan ve yaklaşık 150 yıl süren kavgalarla kazanılan mevzilerin kaybedilmesi olasılığı karşısında, başta meslek odaları olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin, toplumu bu konuda aydınlatma yönündeki çalışmaları yankı bulmuş; çok kısa sürede tüm kesimlerde çok güçlü bir toplumsal muhalefet oluşmuş ve 6 ay sonra da kuruluşun özelleştirilmesi işlemi kapsamdan çıkarılmıştır.

3 Kasım seçimleriyle kurulan 58. AKP hükümeti ise gerek açıkladığı Acil Eylem Planı gerekse Hükümet Programı’nda bor, öncelikle ele alınacak konulardan biri olarak kabul edilmiştir.

7-ETİ HOLDİNG A.Ş.

Bir kamu kurumu olarak ülkemizin madencilik politikalarını yönlendiren ve adeta sektörün lokomotifi konumuna gelen Etibank’ın bu işlevi, maden sahalarımızda da zaten gözü olan uluslararası tekelleri rahatsız etmiştir. Özellikle 1980 yılından sonra, başta bor olmak üzere maden kaynaklarımıza gözkoyan ve yıllardır sürdürdükleri bu mücadele için hertürlü aracı kullanan uluslararası şirketlerin IMF ve Dünya Bankası vasıtasıyla ülkemize dayattıkları ekonomik programları uygulayan iktidarların atadıkları bürokratlar eliyle yapılan politik ve son yıllarda rant sağlama amacı da eklenen kadrolaşmalar sonucu, kurum yıpratılarak zamanla artan bir hızda işlevsiz bir duruma getirilmeye çalışılmış; gerçekleri gözardı ederek yapılan yoğun propagandalarla toplumumuza diğer KİT’ler gibi bu kurumun da özelleştirilmesi sorunlara bir çözüm yolu olarak benimsetilmeye çalışılmıştır.

1985 yılında Turgut Özal hükümeti zamanında Morgan Guarantee Bank tarafından hazırlanıp kabul edilen Özelleştirme Ana Planı gereğince, ülkemiz ekonomisini ayakta tutan devlet kuruluşlarını ekonominin sırtında bir kambur olarak gören bir anlayışın ürünü olarak gündeme getirilen Kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi kapsamına, Atatürk’ün direktifleri ile kurulmuş olan, sahip olduğu olanakları iştah kabartan ve kaynak yaratan bir kuruluş olan Etibank’ta alınmıştır. Etibank’ın blok halde satılamayacağı gerçeği de gözönüne alınarak, kurumun parçalara ayrılarak elden çıkarılması önerilmiştir. Bu çerçevede Etibank için 1986 yılında hazırlanan Özelleştirme Ana Planı’na göre;

Etibank bir holding şirket olacak şekilde reorganize edilecek,
Karlı müesseselerdeki (bor, krom) özkaynaklar satılacak,
Bakır İşletmelerinin uzun vadeli karlılığını tespit amacıyla bir fizibilite çalışması yapılacak,
Alüminyum işletmeleri yabancı şirketlere kiralanacaktır.

Oysa VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005) Madencilik Özel İhtisas Komisyonu-Bor Madenleri Alt Komisyonu Raporu’nda da bu önemli konuya, stratejik ve ekonomik boyutu nedeni ile değinilmiş, ’'Borların özelleştirilmesi, kamu yararı açısından sakıncalı olarak görülmektedir. Çünkü borların kullanım alanları çok yaygın, katma değeri ve marjı çok yüksek ve Türkiye yüksek kaliteli rezervlere sahip olması nedeniyle tekel durumundadır'' ifadesi kullanılmıştır.

Etibank’ta özelleştirme uygulaması için hazırlanan plan gereğince, kurumdan önce 1993 yılına gelindiğinde özelleştirilmek üzere Etibank bünyesinde bulunan bankacılık bölümü Etibank Bankacılık Anonim Ortaklığı adıyla bağımsız bir bölüm halinde Özelleştirme İdaresine devredilmiş, 02.03.1998 tarihinde satılmıştır. Böylece önce 1935 yılından beri yürütülen bankacılık ayırılarak finansal destek kolu yokedilmiştir. Etibank, 2001 yılında içi boşaltılmış olarak tekrar kamuya dönmüş ve 2001 yılı sonunda da kapanmıştır. Etibank’ın önemli bir bağlı ortaklığı olan Ankara Sigorta, 2000 yılında özelleştirilerek Emniyet Sandığı’na devredilmiştir

Aynı yıl Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş ve Çinkur A.Ş’de özelleştirilmek üzere Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na devredilmiştir. Karadeniz Bakır İşletmeleri için birkaç kez ihaleye çıkılmasına rağmen 2001 yılı sonu itibariyle satılamamıştır. Çinko ve Kurşun İşletmesi (Çinkur) 1995 yılında İranlı, Kanadalı ve yerli Ekin Madencilik firmalarından oluşan Kayseri Metal Madencilik firmasına 14 milyon dolar bedelle satılmış, daha sonra da kapatılmıştır. Ekin Madencilik firması, Glencore’ın işlerini Türkiye’de takip eden firmadır. Ekin ve Glencore, Ber Oner ile birlikte 1995 yılında konsorsiyum olarak, 1994 yılında kapatılan Ergani Bakır tesislerine talip olmuşlardır. İşlemler Ber Oner üzerinden yürütülmüştür. Halen Ergani Bakır tesisi bu firmalar tarafından işletilmektedir. Çinkur’un kapanması, 1999 yılında, Glencore tarafından sağlanmıştır. Glencore firmasının alacağına karşı tesise rehin koydurması sonucunda üretim durmuştur. Tesislerin satışı için birçok kez ihaleye çıkılmasına rağmen tespit edilen bedelin yüzde 40’ına dahi alıcı bulunamamış. Türkiye’nin tek çinko üreticisi, aynı zamanda altın üretim teknolojisine de sahip olan tesisler çürümeye terkedilmiştir. Tüm çinko ihtiyacı dışarıdan karşılanmaktadır. Bu alanda, dünyada en büyük ticareti, aynı zamanda üretici olan, Glencore yapmaktadır. Sahalar ise, önce Cominco’ya ardından da Rio Tinto’ya geçmiştir.
Bu arada, 1994 ve 1995 yılında Ergani Bakır, Keçiborlu Kükürt, Halıköy Antimuan, Uludağ Volfram tesisleri kapatılmıştır. Bunlardan sadece Ergani Bakır özel sektör tarafından işletilmektedir. Diğer tesisler hurdaya ayrılarak tasfiye olunmuştur.
Kalan Etibank Madencilik Genel Müdürlüğü ise 4 Şubat 1998 tarih ve 23248 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 26 Ocak 1998 tarih ve 98/10552 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile, “madenciliğin önündeki engellerin aşılarak, sektöre dinamik, üretken ve rekabetçi bir yapı kazandırılacağı” şeklinde kılıflı bir gerekçeyle, günün yöneticilerine ortaklık statüsü de verilerek Eti Holding A.Ş. unvanı ile yeniden yapılandırılmıştır. Etibank Genel Müdürlüğü, Holding çatısı altında Eti Bor A.Ş, Eti Dış Ticaret ve Pazarlama A.Ş, Eti Alüminyum A.Ş, Eti Gümüş A.Ş, Eti Krom A.Ş, Eti Bakır A.Ş, Eti Elektrometalurji A.Ş adlarıyla 7 ayrı şirkete bölünmüştür. Böylelikle hem kurumun özelleştirilmesi için gereken altyapı hazırlanmış, hem de yaratılmış olan ek 150 adet üst düzey kadrolara kendi yandaşları atanarak paye dağıtılmış ve hazırlanan kurumu yıpratma ve özelleştirme sürecinin daha da hızlanması için gerekli ortam yaratılmıştır.

Gelen tepkiler üzerine, Bakanlar Kurulu kararıyla Etibank Genel Müdürlüğü’nün “Eti Holding A.Ş.” olarak bu şekilde yeniden yapılanmasının 233 sayılı ‘Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 3. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı hususu ile, bor cevheri aramak, işletmek, zenginleştirmek ve bor bileşikleri üretmek üzere adıgeçen teşebbüse bağlı olarak kurulan Eti Bor A.Ş.'nin sermayesinde bulunan özel şahıs hisseleri nedeni ile bor tuzu sahalarının bu şirketçe işletilmesinin 2840 sayılı Kanuna uygun olup olmadığı hususlarında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın talebi üzerine Başbakanlıkça Danıştay’dan istişari görüş isteminde bulunulmuştur.

İstişari görüş istemiyle ilgili olarak, Danıştay Birinci Dairesi’nin 1999/66 Esas, 1999/93 no’lu kararında konu detaylı olarak irdelenerek “(...)2840 Sayılı Kanun'un 2. maddesinde bor tuzları, uranyum ve toryum madenlerinin devletçe işletileceği hükmü yeraldığına göre bu madenlerin, sermayesinde özel kişilerin de pay sahibi olduğu bir anonim şirket eliyle işletilmesinden sözedilemez (...) Etibank Genel Müdürlüğü’nün Eti Holding A. Ş biçiminde yapılanmasının. 233 sayılı KHK’nin 3. maddesine uygun bulunmadığına; Eti Bor A.Ş.’nin sermayesindeki özel kişi hisseleri nedeniyle bor tuzu sahalarını işletmesinin 2840 sayılı yasaya aykırılık teşkil edeceği(ne) oy birliğiyle karar verildi” şeklindeki görüşüne rağmen, yasaya aykırı olan bu kararı düzeltme yoluna gidilmemiştir.

Yasaya aykırı bu yapılanmaya rağmen hazırlanan planın uygulanmasına devam edilmiş; önce Eti Bakır A.Ş., kısa bir süre sonra da kurumda kalan altı ortaklıktan Eti Gümüş A.Ş., Eti Krom A.Ş., ve Eti Elektrometalurji A.Ş. Özelleştirme İdaresi’ne devredilmiştir. Sıra Eti Alüminyum A.Ş. ile birlikte asıl hedef olan ve 150 yıldır üzerinde mücadele verilen bor sahalarına gelmiştir. Nihayet, kamuoyu ve meslek kuruluşlarının tüm tepkilerine rağmen çıkarılan 20 Aralık 2000 tarih ve 2000/92 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) kararında, bazı diğer işletmeci KİT’lerle birlikte Eti Holding AŞ’nin özelleştirme kapsamına alınması ve hazırlık işlemlerinin 6 ay içinde tamamlanması kararı alınmış, ancak 6 aylık hazırlık süresince kamuoyundan gelen şiddetli tepkiler üzerine bu karar geri alınmış, kurum özelleştirme kapsamından çıkarılmıştır.
3 Kasım seçimleriyle kurulan 58. ve 59. Hükümetler ise Eti Bor A.Ş.’nin özerkleştirileceğini ve bir ”Bor Araştırma Enstitüsü” kuracağını açıklamıştı
r.